Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

18 Aralık 2022 Pazar

Menzildeki Seyda Hz. CEHRÎ ZİKR’DEN MEN ETMEYE İTİRAZ VE CEVABI









Ders Maksatlı Cehri Zikr’den Men Edip Sadece Hâfi Zikr Tâlim Ettirmek Dalalet Ve Helaka Mı Sürüklenmektir?

Besmele, Hamdele Ve Salveleden Sonra…

Bir Şeyh Efendi’nin itirazı üzerine;

Denildi ki Adıyaman Menzil’deki Şeyh Efendi sohbetinde, üç defadan fazla sesli zikreden Nakşibendi Tarikatından düşer diye kayıt koyuyor, halbuki bu Nakşibendi tarikatına, daha fenası Kur’an ve Sünnete aykırıdır. Nakşibendiyye hâfi (gizli) zikri esas almasına karşın cehri zikri Kur’an ve Sünnetle sabit olması sebebiyle reddetmemiştir. Dolayısıyla üç defadan fazla sesli zikredenin Tarikatten düşeceğini söylemek Kur’an Ve Sünnete ayrıca Nakşibendi Uluları’nın beyanlarına aykırıdır.

Hatta mezkûr cemaatin bu tavrı bilinçli bir fitne çıkarma, tefrika üretme amaçlıdır.

Cevaplar:

1- Tarikat-ı Âliye-i Nâkşibendiyye’de cehri zikri yoldan ilk çıkaran Muhammed Bahauddin-i Şâh-ı Nâkşibend Hazretleri’dir. (d.718 h. / v.791 h.) Şâhımızdan sonra gelen Meşayıh’tan bazısı Nâkşibendiyye’nin yanı sıra Kâdiri yahut vesaire Turuk-i Âliye’den icazetli olmaları sebebiyle cehri zikri de müridlerine talim ettirmişlerdir.

Nakşibendiyye, Ahrariyye, Masûmiyye ve Mazhariyye’den sonra Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri’de (d.1192 h. / v.1242 h.) cehri zikri Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’ne dayanarak yasak etmişlerdir. Daha sonra gelen Meşayıh’tan ise bazıları cehri zikri tekrar yollarına dahil etmişler bazıları ise dahil etmemiş Mevlâna Hâlid Hazretleri’ne mutabaat etmişlerdir.







Mevlâna Hâlid-i Bağdadi Hazretleri’nin Cehri Zikir İle İlgili Beyanı:
Tarîkat-ı Nakşıbendiyye´de zikr-i cehrî yoktur. Zîrâ, Nakşıbend Hazretleri yapmamışlar ve yapanları da men etmişlerdir.[1]

2- Üç defadan fazla ders / vird amacıyla sesli zikreden tarikatimizden düşer kaydını ilk koyan Adıyaman Menzil’deki Şeyh Efendi değildir. Bu kayıt, Menzildeki Şeyh Efendinin sisilesinde bulunan Gavs-ı Hizâni ünvanıyla meşhur es-Seyyid Sibğatullah el-Arvasi (d. h. 1245 / v. h. 1287) hazretleri tarafından koyulmuştur. Bu silsileyi takip eden Meşayıh ise Gavs-i Hizâni Hazretlerine mutabaat ederek bu edebi aynı şekilde devam ettirmişlerdir.

es-Seyyid Sibğatullah el-Arvasi Hazretleri’nin halifelerinden olan Abddurhman-ı Tâği Hazretleri’nin (d.1249 h. / v.1301 h.) bu edebi devam ettirmiş olması, Nakşibendiyye Târikatı’na intisab etmezden evvel bir Kadiriyye Târikatı mensubu olması, muarızımız açısından önemli gözükmektedir.

Abdurrahman et-Tâği Hazretleri Ve Zikr Adabı Hususunda Cehri Zikre Ait Görüşü:
Abdurrahman-ı Tâğî (k.s) hz.leri vird hususunda şöyle buyurdulur:
-Bu tarikat-i Aliye-i Nakşibendiye mensupları, cehrî olarak vird çekmezler. Kim vird maksadıyla kendisine verilen zikri yani Allah (C.C) veya Lâilâheillâllah kelime-i tayyibelerini sesli olarak dört sefer söylese tarikattan düşerler.[2]

Böylece bu görüşün Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri’nde değil de Abdurrahman et-Taği Hazretleri’ne hatta O’nun da mürşidine mutabaat noktasında bu kavli bildirdiğini göz önüne alırsak Gavs-ı Hizani es-Seyyid Sibğatullah el-Arvasi Hazretleri’ne ait olduğu, ayrıca; buradaki men edişin cehri zikren tamamen reddetmek suretiyle değil de ders / vird maksadıyla men ediş olduğu iyice anlaşılmış oldu.

Aslına bakılırsa bunu vurgulamamızın en önemli sebebi, evvel ki Nâkşi büyüklerinden cehri zikir yaptıran ve bunu tavsiye edenlerden nakillerde bulunarak, mensup oldukları Nakşi kolunda cehri zikir yapılmamasını telkin eden zâtların bu görüşü sonradan ortaya çıkarmış olduklarının ima edilmesidir.




Bu edebin yola dahil edilmesine vesile olan olay ve Abdurrahman et-Tâği Hazretleri’nin bu meseleyi beyanı:
Gavs (k.s) hz.lerinin şeyhi Seyyid Tâhâ (k.s) hz.leri bir âdab kitabında bahsi geçen bu zikri yapmayı emretmişti. Fakat adı geçen kitapta sabah ve akşam namazlarından sonra ve tesbihattan önce söylenen on tehlilin sünnet olup olmadığı hususunda hiç bir kayıt yoktu. Bu sebebten Gavs (k.s) hz.leri kendileri bu tehlîl zikrini yapmazlardı.

Akşam namazını eda etmek için camiye gittikleri bir gün namazdan sonra cemaatın adı geçen zikri yapmadıklarını gördü, bunun sebebini sordukları zaman kendisine; “İmam bize zat-ı âlinizin yapmamamızı emrettiğinizi söyledi” dediler. Gavs (k.s) hz.leri bu cevaba çok celallendi ve şöyle buyurdular:
-Allah´ın gazabı benim adıma yalan söyleyenin üzerine olsun! Ben şeriatte yeri olan bir zikri nasıl yasaklarım. Benim çekmeyişime gelince, Şeyhimin bana bu zikri değil de buna benzer başka bir zikri bana vermesinden dolayıdır. Şeyhimin bu emrini göz ardı edemem. Zira onun emrinde bir hikmet ve fayda olduğuna kesinlikle inanıyorum.

Nakşibendî tarikatına bağlı büyüklerimizin yazdıkları kitapların çoğunda cehri zikir yasaklanmıştır. Bu âdab o kadar yayılmıştı, bütün sesli zikirlerden ve kıraatlardan kaçınır duruma gelmiştik.

Bunun üzerine Gavs (k.s) hz.leri bir gün şöyle buyurdular.
-Bütün cehrî zikirler ve kıraatler yasaklanmamıştır. Belki de sesli ve sessiz okunması bir şer´i delile dayanmayan zikir ve kıraalerin sesli okunması yasaklanmıştır. Cehri okunması şer’i bir delile dayananlar sesli okunabilir. Meselâ bayramlarda getirilen tekbirler, mevtaya verilen telkin ve benzeri gibi.” [3]

Böylece bu men edişin Gavs-ı Hizani Hazretleri’ne isnadı ve altı çizili bölümle birlikte bu âdabın o bölgede Nakşibendiler arasında ciddi bir biçimde yaygınlığı açıkça bildirilmiş oldu.

3- Müridi Ders Maksatlı Cehri Zikirden Men Etme İşi Kur’an Ve Sünnet’e Aykırı Mıdır?
a) Men Edilen Cehri Zikretmek Mi Yoksa Ders Maksatlı Cekri Zikir Mi?

Arada fark olduğu açıktır. Kur’an-ı Kerim’i kıraat etmek, Salevat-ı Şerife dersi yapmak, namazlardan sonraki tesbihat, bir takım aşikare okunan dualar, teşrik tekbirleri vb… Bunların her biri zikirdir, kıraattir,müridân bunlardan kesinlikle men edilmemiştir. Men edişin ”ders maksatlı cehri zikir” olduğu önceki nakillerimizde net olarak beyan edilmiştir.

b) Vehimle Hareketten Varılan Sonuç:
Biz cehri zikre karşı çıkan, bunun Kur’an ve Sünnetten delili olmadığını söyleyen Bid’at Ehli’ne karşı cehri zikrin Kur’an ve Sünnetten delillerini beyan ederken muarızımız bizi cehri zikri reddetmekle, cehri okuyuşları emir / tavsiye eden delillerle çarpışmakla itham ediyor. Ne büyük bir yanılgı.

Bu sınırlamanın Kur’an ve Sünnet’e aykırı olmaması için bu yasağı getirenler zaten kayıt koymuşlardır. Yukarıdaki nakilde de beyan edildiği üzere Gavs-ı Hizani Hazretleri şöyle buyurdular:

Bunun üzerine Gavs (k.s) hz.leri bir gün şöyle buyurdular.
-Bütün cehrî zikirler ve kıraatler yasaklanmamıştır. Belki de sesli ve sessiz okunması bir şer´i delile dayanmayan zikir ve kıraalerin sesli okunması yasaklanmıştır. Cehri okunması şer’i bir delile dayananlar sesli okunabilir. Meselâ bayramlarda getirilen tekbirler, mevtaya verilen telkin ve benzeri gibi.” [4]


4- Şeyh Efendi’nin Getirmiş Olduğu Nakil:
Şeyh Efendi Muhammed Semerkandi Hazretleri’nin cehri zikir talim ettirdiklerine dair delil getiriyorlar halbuki bunu reddeden zaten yoktur. Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nden sonra Meşayıh-ı Kiram’dan bunu yapanlar da olmuştur, terk edenler de olmuştur ama altını çizerek belirtmek gerekir ki Kur’an ve Sünnetle sabit olan cehri okuyuşlara kimse bir şey dememiştir.


5- Üç Defadan Fazla Cehri Zikreden Kişin,n Neden Tevbe Eedip Yeniden Tarikat Alması / Bey’at Etmesi İcap Eder?
Bir sâlikin müntesibi bulunduğu târikat-ı âliyeden çıkmasına sebebiyet verecek işleri tayin eden kişi o sâlikin bağlı bulunduğu Şeyh Efendi’dir, o yolun sahibidir. Burada Şeyh Efendi’nin uygulaması izâfidir. Bu kimseyi alakadar etmez tâ ki bu noktada belirtilen husus Kur’an ve Sünnet çizigisine aykırı bir noktaya erişinceye kadar.

Şeyh Efendi demişse ki bizim yolumuza giren sâlik hâfi ders yapacak, ders amacıyla üç defadan fazla cehri zikretmeyecek, biz onu böyle yaparsa tarikatten çıkmış sayarız, o halde bu müridi bu edebe uyacak ve çizginin dışına çıkmayacak.

Bu çizginin dışına çıkacak olursa Şeyh’e itaatsizlik ettiğinden ötürü tevbe edecek ve Şeyhin’den tekarar tarikat alacaktır.

Hülasa; üç kereden fazla ders maksadıyla cehri zikredenin tevbe etmesi cehri zikrettiğinden ötürü günaha girmiş olmasından değil Şeyhi’ne itaatsizlik etmesinden ötürüdür.

Nakşibendi Târikatı’na giriş tevbe ile olur, tevbe ve gusül olmadan Târikat-ı Âliye’ye ister ilk kez giren için olsun ister tarikatten çıkıp ya da kovulup tekrar giren için olsun bu durum değişmez.[5]

Bunu yargılamak başka bir Şeyh Efendi’nin vazifesi de değildir. Meseleleri tam anlamadan dinlemeden insanları töhmet altında bırakma, insanları bağlı bulunduğu tarikatten nasiplenemeyeceklerini söyleme, insanların dalalet ve sapıklığa düştüğünü hatta helak olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını hatta bilinçli olarak fitne çıkarma faaliyeti içerisinde yer aldıklarını iddia etme vazifesi kimseye düşmemiştir.

Biz beklerdik ki Şeyh Efendi bu yazıyı kaleme almadan evvel bir kaç müridin söyleminden hareket etmek yerine meselenin aslını araştırsın…

Dipnotlar:

[1] Risâle-i Hâlidiyye / Âdabı-ı Sâire Ba’bı.

[2] İşâretler / es-Seydâ-i Abdurrahman et-Tâği / Zikir Ve Vird Adabı Bahsi.

[3] İşâretler / es-Seydâ-i Abdurrahman et-Tâği / Abdurrahman-ı Tâği’nin Mübarek Sohbetleri Bahsi.

[4] a.g.e. a.y.

[5] Adâb-ı Fethullah / eş-Şeyh Fethullah Verkânisi








KAYNAKLAR:

https://beseriyet.com/2011/01/26/cehri-zikrden-men-etmege-itiraz-ve-cevabi/

7 Haziran 2022 Salı

Hafızayı kuvvetlendirmek

 




Ehlullah, harama nazarın nisyan sebebi olduğu hususunda ısrarla durmuşlardır. Gözlerine hâkim olamayan ve daimî surette şehevî duyguları kamçılayan manzaralara bakan bir insanın hâfızasının yavaş yavaş köreleceğini belirtmişlerdir. Nitekim, İmam Şafii Hazretleri, hocası Vekî' bin Cerrâh'a hâfızasının zaafından şikayette bulununca, o büyük zat, İmam Şafii'yi en küçük günahlardan bile uzak durmaya çağırmış ve ona şöyle demiştir: "İlim, ilâhî bir nurdur; Cenâb-ı Allah, devamlı günahlara dalan kimseye nurunu lutfetmez." Kaldı ki, İmam Şafii muhtemelen bir metni ilk defada değil de ikinci veya üçüncü kerede ezberleme durumuna düşünce hâfızasından şikayet etmiştir. Ayrıca, İmam Şafii gibi bir ruh insanının bilerek günaha girmesi de zaten hiç düşünülemez.

Üstad Hazretleri de yaşadığımız asırda oldukça yaygınlaşan açık saçıklığın unutkanlık hastalığını daha da azgınlaştırdığını dile getirmiştir. Harama nazardan sakınmayan insanların Kur'an'dan öğrendiklerini de unutacaklarını ve "Âhir zamanda, hâfızların göğsünden Kur'an nez'edilecek." mealindeki hadis-i şerifin te'vilinin bu hastalığın dehşetli neticelerinde aranması gerektiğini belirtmiştir.

Ümmetinin harama nazar etmemesi mevzuunda ikazlarda bulunan Rehber-i Ekmel (aleyhi ekmelü't-tehâyâ), kadın-erkek herkesin iffete kilitlendiği bir dönemde, hem de Hac vakfesini yapıp Arafat'tan döndükleri bir sırada, terkisine aldığı (Hazreti Abbas'ın oğlu) Fazl'ın başını sağa-sola çevirmiş ve böylece etraftaki kadınlara gözünün ilişmemesi için ona yardımcı olmuştur. Asır saadet asrı, mevsim Hac mevsimi, terkisine binilen zat Allah Rasûlü ve harama bakmaması için başı sağa-sola çevrilen de iffetinde hiç kimsenin şüphe edemeyeceği Hazreti Fazl'dır. Fakat, öyle bir şeyin adeta imkansız olduğu bir durumda bile, nazarına başka hayaller girmesin ve serseri bir ok kalbini delmesin diye, Fazl'ın yüzünü bir o yana bir bu yana çevirmesi Peygamber Efendimiz (asm)'in bu konudaki hassasiyetini göstermesi açısından çok ibretâmizdir.

Zehirli Oklar

Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), "Nazar (bakış) şeytanın zehirli oklarından bir oktur..." (Hakim, Müstedrek, 4/314; Münzirî, et-Tergib ve't-Terhîb, III, 63) diyerek, o ağulu oktan korunmanın lüzumunu belirtmiştir. Evvelen ve bizzat Hazreti Ali (ra)'ye, saniyen ve bilvasıta bütün ümmetine hitaben, "Ya Ali, birinci bakış lehinedir, fakat ikincisi aleyhinedir..." (Tirmizî, Edeb 28; Ebû Dâvud, Nikâh 44) buyurmuş; bir kasde iktiran etmediği için ilk bakışın mesuliyet getirmeyeceğini ama ikinci defa dönüp bakmak iradî olduğundan, onun günah hanesine yazılacağını vurgulamış; harama götüren yolu tâ baştan keserek günahlara geçit vermemek gerektiğine dikkat çekmiştir. Ayrıca, Cenâb-ı Hakk'ın "Kim benim korkumdan dolayı harama bakmayı terkederse, kalbine öyle bir iman neşvesi ve halâveti atarım ki, onun zevkini gönlünün derinliklerinde duyar." iltifatkâr beyanını naklederek Müslümanları gözlerini harama kapatmaya teşvik etmiştir.

Bu itibarla, harama nazardan ötürü zihin dağınıklığına ve hâfıza zaafına düşmemek için herhangi bir iş ya da iman hizmetine müteallik bir vazife söz konusu olmadığı sürece günahların seylap halinde aktığı çarşı-pazarlardan uzak kalmak lazımdır. Mutlaka dışarı çıkmak gerekiyorsa, o zaman da mayınlı tarlada yürüyor gibi dikkatli yol almak ve şeytanî hücumlara karşı teyakkuzda bulunmak icap eder. Bunu başarabilmenin iki şartı vardır; birincisi, çarşı-pazara çıkmadan önce, yüreği hoplatacak, gözleri yaşartacak ve manevî hisleri harekete geçirecek bazı şeyler okumak ya da dinlemek; ikincisi de bir yere giderken elden geldiğince yalnız olmamaya çalışmak ve gönlü hüşyar bir-iki arkadaşla beraber bulunmaktır. Onca gayrete rağmen yine de irâde haricinde sağdan soldan gelip bulaşan lekeler, kalb ve ruhu kirleten çamurlar olabilir. Bu türlü durumlarda ise, ilk fırsatta seccadeye koşup Cenâb-ı Hakk'a yönelmek gerekir. Namaz, sadaka, oruç ve dua gibi ibadetler -inşaallah- gayr-i iradî gelip çarpan günahlara keffâret olacaktır.

Aslında, harama nazar önü alınabilecek ve iradeyle kaçınılabilecek bir tehlikedir. İnsan, biraz gayret etse, günaha sürükleyen manzaralara bakmamaya sabredebilir. Göze ilişen çirkin bir manzaradan sıyrılma, iradenin belini bükebilecek kadar büyük bir yük değildir; bir nazar oku gelip çarpacağı ilk anda gözü kapamaya irade gücü yeter. Hele insan harama her göz kapamanın kendisine bir vacip işlemiş gibi sevap kazandıracağını düşünürse, o ilk anda günahtan sıyrılabilir. Fakat, nazarını hemen haramdan çevirmez, kendisini o işe salar ve bir daha, bir daha bakacak olursa, artık geriye dönme ihtimali azalır. Bir de gözünden zihnine akan manzaraları tasavvurla, taakkulle besler ve büyütürse sahilden tamamen ayrılmış sayılır. Ondan sonra geriye dönmek çok daha büyük cehd ü gayret ister. Şair bir arkadaşımın,

"İsyan deryasına yelken açmışım,
Kenara çıkmaya koymuyor beni!"

sözüyle ifade ettiği gibi, -Allah korusun- o günah deryası, sahilden o kadar uzaklaşan kimseyi dalgaları arasında evirir çevirir ve bir daha kıyıya çıkmasına izin vermez.

Hâfızayı Takviye Eden Âmiller

Hâfızayı zayıf düşüren illetlere mukabil, onu kuvvetlendirecek âmiller de mevcuttur. Bunların başında düzenli bir hayat, prensipli bir çalışma, sistemli bir düşünce ve zihni daimî çalıştırma gibi hususlar gelir. Uzmanlara göre, "Beyin çok çalışırsa yorulur." kanaati yanlıştır. Beynin yorulmasının sebebi onu çok çalıştırmak değil, yanlış kullanmak ya da onu âtıl bırakmaktan kaynaklanan hantallaşmadır. Evet, beyin çok çalışmaktan dolayı yorulmaz; aksine çalıştıkça gelişir, daha verimli hale gelir. Beyni yoran ve körelten çalışmak değil, boş durmak, düşünmemek, tefekkür etmemek ve iş yapmamaktır. Kullanılmayan organların köreldiği gibi hâfıza da doğru bir şekilde sürekli işletilmezse dumura uğrar.

Maalesef, hergün daha bir ilerleyen teknik ve teknoloji insan dimağını belli ölçüde etkisiz ve hareketsiz kılmaktadır. Bugünün talebeleri hesap makinelerine ve bilgisayarlarına güvenerek çarpım tablosunu bile ezberleme ihtiyacı duymamaktadırlar. Bu hazırcılıktan kaynaklanan atalet de beyin fakültelerinin aktif hale gelmesini engellemektedir. Evet insan, mutlaka teknik ve teknolojik imkanlardan istifade etmelidir, ama dengeyi bozmamaya da özen göstermelidir; mesela, basit işlerde kat'i surette bilgisayar kullanmamalıdır ki hâfızasını ihmal etmiş olmasın. Ayrıca, bilgisayar bir yandan hâfızanın işini kolaylaştırırken diğer yandan da mutlaka zihne jimnastik yaptırtacak şekilde hazırlanmalı ve ona göre programlanmalıdır. İnsan, ezberlemekten ziyade öğrenmeye önem vermeli ve ona yoğunlaşmalıdır; fakat, bazı sahalarda ehemmiyetli bir kısım metinleri ezberlemenin de zihne talim yaptırma açısından çok faydalı olduğu gözardı edilmemelidir.

Diğer taraftan, uzmanlar, bazı besinlerin beynin çalışmasını doğrudan etkilediği üzerinde de dururlar. Sabah kahvaltısının beynin performansını artırdığını ve kahvaltı alışkanlığı olmayan kimselerde konsantrasyon kaybı olduğunu belirtirler. Unutkanlığı yenmek ve hâfızayı güçlendirmek için kuru üzüm gibi içinde beynin ana yakıt maddesi olan glikoz barındıran gıdaları tavsiye ederler.

Hıfz Namazı

Selef-i salihînden bazıları da hâfızayı güçlendirip unutkanlığı azaltma adına, hem bir kısım dualar okumuşlar hem de her sabah 21 tane çekirdekli kuru üzüm yemeyi itiyad edinmişlerdir. Ayrıca, ehlullah hâfıza geriliğinden ve ezberleyememekten şikayette bulunan insanları şu hadis-i şerifte tarif edilen dört rekatlık namaza ve arkasından yapılan duaya yönlendirmişlerdir:

Bir gün Hazreti Ali (ra), Allah Rasûlü'ne gelip Kur'an'ı hâfızasında tutamamaktan yakınır; "Bu Kur'an göğsümden uçup gidiyor. Onu ezberimde tutamıyorum." der. Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem Efendimiz ona, "Cuma gecesinin son üçte birinde kalk; o, meleklerin şahit olduğu zamandır, onda yapılan dualar kabul edilir. Şayet o saatte kalkamazsan, gecenin evvelinde veya ortasında kalk ve dört rek'at namaz kıl. Birinci rek'atında Fatiha ile Yasin'i, ikinci rek'atında Fatiha ile Duhan'ı, üçüncü rek'atında Fatiha ile Secde suresini, dördüncü rek'atında ise Fatiha ile Mülk suresini oku. Tahiyyâtı bitirdiğin zaman Cenâb-ı Hakk'a güzelce hamd ü senâda bulun. Bana ve diğer peygamberlere de salavât getir. Erkek-kadın bütün mü'minler için Allah'tan mağfiret dile. Bu okuduklarının akabinde de şu duayı söyle!" buyurur ve kitaplarda "Hıfz duası" adıyla yer alan duayı tekrar etmesini ister.

Hazreti Ali (kerremallahu vechehu) tarif edildiği üzere bunu beş veya yedi gece yapar ve Allah Rasûlü'ne gelip şöyle der:

"Ya Rasûlallah! Ben daha önceleri dört-beş ayeti bile ezberleyemiyordum. Fakat şimdi kırk ayet kadar ezberleyebiliyorum. Onu okuduğumda da sanki Allah'ın kitabı gözümün önündeymiş gibi oluyor. Yine önceleri bir hadisi duyup tekrar ettiğimde tam ezberleyemezdim. Fakat, şimdi hadisleri işitip onları rivayet ettiğimde bir harf bile kaçırmıyorum." (Tirmizî, Daavât, 114)

Sözün özü; öğrenilen malumâtı depolama ve gerektiğinde hatırlama istidadı olan hâfıza Cenâb-ı Allah'ın insana bahşettiği en büyük lütuflardan biridir. Bu harika kabiliyet, doğru dürüst kullanıldığı sürece dünyalar dolusu bilgiyi ihtiva edecek kadar büyük bir kapasitede halkedilmiştir.

Hâfıza nimetinin şükrünü eda edebilmek ve onu yaratılışına uygun olarak en güzel şekilde kullanabilmek için,

- Öncelikle zihinlerin silkelenmesine,
- Gözlerin harama kapanmasına,
- Mâlâyâniyâtın terk edilmesine,
- Sistemli düşünceye,
- İhtiyaç miktarınca düzenli yeme-içmeye,
- Sadece yetecek kadar uyumaya,
- Tefekkür ile dimağı sürekli işletip geliştirmeye,
- Dağarcıktaki tıkanıklıkları istiğfar ve zikir sayesinde açmaya,

- Hâfızayı istidadını aşkın hale getirmesi için Hafîz-i Zülcelâl'e ilticaya ve bir de en bereketli zaman dilimleri olan seher vakitlerini kollayarak fiilî dua adına intizamlı çalışmaya ihtiyaç vardır.



🌱Günahı terk et
🌱İsyan etme 
🌱İstiğfar et 
🌱boş işlerden şu devirde dizilerden filmlerden playstation uzak dur 
🌱az da olsa sürekli Kuran-ı Kerim okumak 
🌱kuru üzüm kereviz yemek 
🌱tekrar et ve anlat 
🌱el ala süresini ezberlemek 
🌱usta sairlerden anlamasanda şiir ezberle 
🌱Allah'tan da iste güçlendirmesini 
🌱bir konu üzerinde net 1 saat uğraş farkı görürsün

11 Mart 2022 Cuma

Diş bilemek

 





Osmanlı ve haçlı savaşlarından birinde, haçlı ordusundan iki asker osmanlı ordusunu gözetlemesi için gönderilir. İki asker bir tepeye çıkıp osmanlı askerlerini izlemeye koyulur. Osmanlı askerleri öğle yemeklerini yemiş nehir kenarında dişlerini temizlemektedirler. Bu temizliği de misvak yardımıyla yapan askerleri izleyen iki haçlı askeri korkuyla tepeden aşağı koşarak kendi birliklerinin olduğu yere ulaşırlar. Askerlerindeki korkuyu gören haçlılar ne olduğunu sorarlar. Askerler OSMANLI ORDUSU NEHİR KENARINA OTURMUŞ DİŞLERİNİ BİLİYOR BUNLAR BİZİ ÇİĞ ÇİĞ YİYECEK CANINI SEVEN KAÇSIN der. 

”diş bilemek” deyimi de burdan gelmektedir.

11 Şubat 2022 Cuma

Hz.Rabia (k.s.) ve Hırsız

 



*Hz Rabia ,Bir gece namaz kılmak için seccadesini serer.Uzunca bir vakit huşu ve aşk ile  namazını kılar.Namazını  bitirdikten sonra şöyle bir du a da bulunur mevlasına.*

 *"Yarabbi, şu vakitte birçok kimse uyudu. Birçoğu sevdiğine gitti. Ben de sana geldim. Çünkü benim sevdiğim sensin.Her namazımla ,her  seccademi serişimle, seninle buluşuyor olmanın, senin huzurunda olmanın verdiği esenlik ve mutluluğu başka hiç bir yerde bulamıyorum".*


*Hz Rabia duasından sonra zikre başladı.*

*Ve bir süre sonra da  seccadesinin başında  uyuyakaldı.*

 *O gece Hz Rabia nın evine bir hırsız girdi. Sağına soluna bakındı durdu. Oldukça az ve eski eşyaların olduğu bir fakirin eviymiş diye düşündü.Ama yinede hırsız ,hırsızlığının gereğini yaptı ve  birkaç parça eşya almadan çıkmak olmaz diyerek  gözüne kestirdiği iki parçayı eşyayı aldı.*

*Torbasına koyduğu iki parça    eşya ile tam evden çıkacakken bir de baktı ki kapı yok !*

*Az önce bu eve girdiği kapı hiçbir yerde yoktu. Her yer duvardı.*

 *Aldıklarını bıraktı yere ve tekrar çevresine bakındı. Bir de ne görsün kapı oracıkta duruyordu.Hırsız torbasına eşyayı  tekrar alıp çıkmaya yeltenince   kapı yine olduğu yerden kayboldu.Tekrar torbasını indirdi kapı yine belirdi.Bu hal tam 3 kere devam etti.* 

*Tam o esnada duvarlardan dalga dalga yayılarak bir ses geldi .*

*Ey hırsız!*

*Seven uyudu ama Sevilen ayakta....*

*Namazlarımız  , Rabbimizle* *buluştuğumuz,konuştuğumuz* *özel anlar ve  mekanlardır.*

*Orda oluşumuz o kadar* *kıymetlidir ki,*

*Allahım sen çağırdın, ben geldim demektir ,* 

*Sen davet ettin ,ben icabet ettim demektir...*


*Yarabbi,*

*Sana gelişimizi ve , kıldığımız namazları  yanında sevimli eyle...*

*Sana yönelişimizi dergahı izzetinde kabul ve makbul eyle...*

10 Şubat 2022 Perşembe

Açıklanamayan Şeyler Üzerine-Bakır çubukla su bulma

   





  İnsanın duyduğu gördüğü dokunduğu kokladığı tattığı her şey birer elektrik sinyalidir.Gerçek alemde Allah tan başka hiçbir varlık yoktur.Bir suya sen çok kötü bir susun daha kötü şeyler söylersen kristal yapısı bozulur.İçene zararı olur.O suyun aklımı var.Ama her şeyin Allah'ı zikirle meşgul olduğunu gösteririr bir delildir.Bilim insanı o kristal yapıyı sadece inceler.Ama ardındaki o muhteşem altıgen yapının kusursuzluğunu Allah'a bağlamaz.Şimdi kameri takvimi örnek verecek olursam ayla dünyanın etkileşimde olduğunu bilim insanları kanıtlamış ve bizde gözümüzle görüyoruz.

   Ay dünyaya tesir edişi kameri ayın 14 e kadar sürede gel (med) sonra 2 gün dolunay sonrada kameri ayın sonuna kadarda git (cezir) meydana gelir.Eski insanlar tohum ekim ve köklendirme için suyun yükseldiği zamanı baz alarak suyun toprakdanda yüzeye doğru haretine göre 14 e kadar eker.Dolunay ekim en üst düzeye çıkar. Dolunay geçtikten sonra geri çekilme başlar bu zamandada budama yapılması uygundur çünkü su ağacın içlerine hareket eder.Burada anlatmak istediğim bazı şeylerin göründüğü gibi olmadığıdır.Benim babam kalaycıydı bakır kalaylı kaplarda yemek yemeyle veya su içmeyle diğer kaplardan içmenin bir olmadığını söyleyebilirim.Bazı şeyler elektronik şeylerle zaten mümkün .

   Buna su bulmada dahil.Mesala Kuran ayetlerini okurken Hz. İbrahim'in ayeti var ölüleri Nasıl dirilteceğine dair Rabbine niyaz bulunuyorsa.Rabbine sadece mütmain olması için soruyorda.Rabbim iki kuşu kendine alıştır diyor.(veya evcilleştir) .Sonra parçala veya uzaklara bırak.O alıştırdığın kuşlarlar veya parçalanan kuşlar sana geri dönecektir.Ayeti şu zamanda nasıl anlamak gerektiğini biraz hobi amaçlı elektronikle uğraşınca.Bu ayetin şu zamanki yorumu şöyle bişey olabilirmi dedim.Kondansatör transistör çipler vb.. insan oğlu bir cep telefonu yapıyor android yazımlarla havadan veri görüntü ses aktarıp kontrol ediyor.Bu devre elemanlarını kendine alıştırmış bir kuş misali ona istediğini yaptırıyor.

Rabbimde orada o atom zerreciklerini kontrol eden benim onları kendime alıştırmışım.Tek düdük hareketiyle onları er gibi sıraya düzüp sizi kabirlerinizden kaldıracağım demek istediği gözümün önünden geçiyor.Her görülen alem bir başka aleme kapı anahtarını içinde taşıyor.Yani özetle daha çok anlatılacak örnekler var.Kulak çınlaması-avuç kaşınması-refleks-uykuyla uyanıklık hali(melakut alemi)-nazar-yıldızların etkisi-ayın etkisi-burçlar-tan vakti vbb. şeyleri bilim açıklayamaz ama çoğunun yaşantımızda bir yeri var istesek te istemesek te tesir ediyor.Yerin altındaki suyun bulunması için malumunuz dedektörler var.

  İnsanlar tıp ilminde ilerlemeden önce röntgen felan çıkmadan önce ocaklar vardı.Bazı insanların vücudundaki bio enerjiyi kullanma kabiliyeti diyorum ben ona.Bazen bebere tıraş olurken berber işine odaklanınca ellerindeki bio enerji akışını hissedebilirsiniz.Yada eski ananelerimiz saçlarını küçük çocuklara taratmasındaki amaç odur.Yani bunu sizde çocuğunaza yaptırın görün.Ben ona hoş-laşma yada beyin frekans enerjisinin biribirine nakli olarak tanımlıyorum.Bakır çubuk veya vb... su bulma-maden bulma -toprak analizi-gps-koordinat tespiti-iz sürme vb.. binlerce açıklanamayan şeylerin atom zerrelerine hükmetme gücünü Rabbimin verdiğine inanıyorum.




  Eğer daha çok şeylerle ispat isterseniz yazabilirim.Selam Ve dua ile.

30 Ocak 2022 Pazar

Manalı Mesajlar

 




"Kale kella, inne maiye rabbi seyehdin."!"





قَالَ كَلَّا إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ

"Kale kella, inne maiye rabbi seyehdin."!"
Bu Ayet-i Celile’yi dağlara taşlara haykırmak, her gördüğüm yere yazmak istiyorum 

BÜYÜK HARFLERLE..
Kale kella, inne maiye rabbi seyehdin."!"

Belki bir çoğumuz ilk defa işittik, Rabbimizin bize böyle bir vahiy indirdiğini..
Belki yüzlerce mukabeleye gittik, defalarca kendimizde okuduk ama birazdan ilk defa işiteceğiz..
Kıymetli kardeşlerim;
Bir kaç zamandır, kimi görsem ruhsal sorunlar yaşıyor, sürekli depresif ve üzüntü içerisinde..
*"Toplumumuzun neredeyse yüzde 90'ı depresyonda"* desem, abartmış sayılmam..

Hep bir ağızdan

*“Ölsem, kurtulsam”* diyoruz, ama dertlerimizi Kur’an'a arz ettiğimizde utanır mıyız acaba!
Şuara Suresi’ne derdimizi anlatalım mesela..
Haydi, şu an yüreğimizin baş köşesine oturtup, uykularımızı kaçıran sıkıntıyı fısıldayalım..


Sonra dönüp Ayet-i Celile’yi okuyalım..
Şuara Suresi, bizlere Musa (As)'dan bahsediyor.
Düşünün ki bir gruba önder olmuşsunuz, kimseye bir zararınız yok ama dünyanın en en en zalim adamı peşinizde!

Sizi ve size inananları acı içinde öldürecek!
Ve siz kaçıyorsunuz, onlar kovalıyor..
Hikâye anlatmıyorum, bizzat Ayet-i Celile’de Rabbimizin buyruğunu izah ediyorum..
Koşuyorsunuz ve geldiğiniz yer, koskoca Kızıldeniz’in kıyısı..
Atlasanız, boğulacaksınız..
Dursanız, Firavun ordusuyla geliyor; doğranacaksınız!..

İşte, tam da böyle bir zamanda kavmi, Musa (As)'a teselli vermedi,

*“Öl de, ölelim* demedi..
Aksine, büyük bir hışımla;
- İşte yakalandık! Ey Musa sen açtın başımıza bu belayı!
diye söylenmeye başladılar.

SubhanAllah..
Düşünebiliyor musunuz!..
Bir anda yol arkadaşlarınız, dostlarınız en zor anınızda *“Senin yüzünden!"* diye homurdanmaya başlıyor, önden Kızıldeniz köpürüyor, arkadan Firavun geliyor..
Musa (as)'ın dilinden tek bir nida çıktı o anda ki;

Kıyamet’e kadar her Mü’min zikredecek bu kelamı..
- "Kale kella, inne maiye rabbi seyehdin."!"

Yani;

- Hayır, endişelenmeyin! Kuşkusuz Rabb'im benimledir. Bana yol gösterecektir.
İşte bu kadar!
Bu kelâm değil miydi Kızıldeniz’i yardıran, dert sanılan Firavun’u ordusuyla birlikte boğduran!?
Neden zor geliyor Rabbimize güvenmek bizlere!
Bir defa gözyaşları içinde derdimize dönüp de;

- Ben Rabbimle beraberim, o bana çare gönderir!
desek, neden açılmasın ki o kapılar bize!
Böyle bir ânı, biz hayatımızda yaşamış olabilir miyiz?
Böylesine bir imtihanın yanından bile geçmemişken nedir bize hayatı zehir eden!..
Bizler, şeytanın üzüntü ile yaklaşacağını unuttuk çünkü..

Bizler şeytanı dahi unuttuk.
Sanıyoruz ki bu şeytan;
- Ramazanda bağlanan,
- Akşam ezanından sonra dolanan,
- Seccade katlanmazsa namaza duran(!)
- Sofra bekletilirse afiyetle yemeğe dalan..
- Arada ettiğimiz gıybetin yegane suçlusu(!)

İşte şeytanı bundan ibaret sayıyoruz..
Düşmanımızı tanımıyoruz ki; ona karşı siper alalım, savaşabilelim..
Oysa şeytan, en çok *“üzüntü"* den yaklaşır kardeşler..
Zira şeytan, çok iyi bilir ki;
Üzüntü, Rabbimiz’in sevmediği bir ahlâktır!..
Bu yüzden Ayet-i Celile’sinde bizlere emreder;

- GEVŞEMEYİN, ÜZÜLMEYİN!

Rabbimiz buyuruyor!

Namaz gibi, oruç gibi, hac gibi..

*"ÜZÜLMEYİN”*
Bunca isyan, bunca antidepresan, bunca bunalım depresyon durabilir mi bu Ayet’in karşısında!
Şu dünyada kısacık hayatımız, bunca üzüntüyle, kuruntuyla, olmazları oldurmaya çalışmakla geçirilecek kadar basit mi Allah aşkına!..


Vallahi dünya hızlıca geçip bitecek.
Peki, bu kadar geçici ve kısa kalınan bir yerde, bu değerli zamanı üzülerek, Allah‘ın istemediği bir ahlakı göstererek yaşamak ne kadar mantıklı?


İbrahim (as) ateşe atıldığında üzüldü mü?
Yoksa;

- Allah bana yeter;
O ne güzel vekildir!
deyip tebessüm mü etti alevlere!

Bu teslimiyet dolu yüreği yakar mı Mevla’sı!..
Ya Sümeyye annemiz...
Mızrak göğsüne saplandığında umrunda mıydı dersiniz!

- La ilahe illallah! dedi son defa, tebessümle..
Ve göklere
*"İslamın ilk şehidesi"* olarak yazıldı o kutlu sahabe..

Ya Peygamberimiz (Sav)...
Uhud'da yüzünden kanlar süzülürken, Taif'te taşlanırken, Kabe'de üzerine doğru işkembeler atılırken, yavrularını elleriyle gömerken, midesine bağladığı taşlar yere düşerken, biricik karısına zina iftirası atılıyorken, Bilal'i taşlar altında eziliyorken üzülüyor, şimdiki tabirle hangi depresyona giriyordu?


Yunus Suresi’nde

*"Haberiniz olsun; Allah‘ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır"* diye emretmişken Rabbi, tebessüm etti ölüme bile..

Aleyhissalatu ves-selam..
O'nun biricik ümmeti olarak, haydi atalım tozları üzerimizden..
Evlat mı hayırsız?
Koca mı zalim?
Elti mi gıybetçi?
Borçlar mı bitmiyor?


- Ey evladıyla sınanan anne; Nuh (As) değil miydi kâfirolan oğluna, 950 senelik tebliğinde *“Yavrucuğum"* demekten geri kalmayan!..


- Ey kocasıyla sınanan hanım kardeşim, Asiye annemiz değil miydi, Firavun gibi dünyada benzeri olmayan bir zalimin karısıyken cennete yükselen?


- Ey gıybet, iftira derdine düşmüş kardeşim, tertemiz Aişe anamız değil miydi zina gibi bir iftiraya uğrayıp gıybetin en ağırını yaşayan!


- Ey geçim sıkıntısından bıkmış Ümmeti Muhammed!.. Âlemlere rahmet değil miydi bu dünyadan karnını arpa ekmeği ile doyurmadan giden..


Haydi kapanalım secdeye;
*“Affet"* diyelim..
*"Affet derdimi dert ettiğim, günleri kendime zehir ettiğim her ânımı affet.."*
*"Bu değerli vaktimi sana daha çok yakınlaşabilmek için, imtihanlarıma sabredip, onları sana uzanan bir merdiven olarak kullanabilmem için bana yardım et..”*

Çünkü;
"Kale kella, inne maiye rabbi seyehdin."!"

- Hayır, endişelenmeyin! Kuşkusuz Rabb'im benimledir. Bana yol gösterecektir.!
diye haykırıp, tebessüm ile avuçlarımızı sürelim yüzümüze..


Dua eder, dua beklerim..

21 Ocak 2022 Cuma

Dervişle ve dilenci




 Dervişin biri bir ırmak kenarında abdest alırken suyun içinde çok değerli bir taş görür. Taşı alıp çantasına koyar ve yoluna devam eder. Akşamüstü bir yerde dinlenmek için oturur. Bu arada bohçasını açar ve ekmek peynirinden yemeye başlar. O sırada yakından geçen bir dilenciyi de sofraya davet eder ve ikramda bulunur.


Bir ara dilencinin gözü çantadaki taşa takılır. 


Dervişe, “Allah rızası için bu taşı bana verir misin?” der. 


Derviş taşı çıkarır ve dilenciye verir.


Dilenci gider ama ertesi sabah tekrar geri gelir ve dervişe sorar; 


“Bu taşın ne kadar değerli olduğunu biliyor muydun?” 


Derviş, “Evet” der. 


Dilenci tekrar sorar; “Yani bunu satınca ömrün boyunca zengin bir hayat süreceğini biliyor muydun?” 

Derviş aynı cevabı verir; “Evet” 

Bunun üzerine dilenci, “Peki bu taşı nasıl kolay bir şekilde bana verdin?” 

Derviş, “Allah rızası için demiştin.”

Dilenci sonunda der ki, “Bu taşı sana bugün geri getirdim. Bunun yerine daha değerli bir şey ver.” 

Derviş hayretle sorar, “Bunun yerine ne istiyorsun?” 

Dilenci şunu söyler, “Bu hale nasıl geldin? Bana bunu öğret!”


15 Ocak 2022 Cumartesi

Şimdiki sporlar şirkmi ?

 Allah'ın selamı üzerinize olsun.Günümüzde sporların giderek gizli hemde çok gizli bir şirke dönüştüğünü söylemeliyim.Belki kızanlar olacaktır ama bir iki örnekle bu iyi anlaşılır umarım.

Eskiden yiyeceklerden putlar yaparlardı sonrada o tanrılarını oturup yerlerdi.Gülerdik  bu yaşanmış kıssalara.Hani onlara şöyle bir soru yöneltilmişti de cevaben biz onların içindeki ruha tapıyorız.Şu ayetlerden sonra çok önemli bulguları paylaşacağım.

Zumer suresi 3

Bilinmeli ki halis dindarlık yalnız Allah için olanıdır. Allah’tan başka şeyleri kendilerine koruyucu kabul edenler, -ki “sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara tapıyoruz” diyorlar- ayrılığa düştükleri konularda Allah onların arasında hükmünü verecektir. Yalancı ve inkâra saplanmış kimseyi Allah kesinlikle doğru yola yöneltmez.

Bakara suresi 165


Buna rağmen öyle insanlar var ki, Allah’tan başka varlıkları O’na denk tutar da, Allah’ı sever gibi onları severler. Gerçek mü’minlerin Allah’a olan sevgileri ise, her şeyden daha sağlam ve daha kuvvetlidir. Keşke o zulmedenler, azabı gördüklerinde anlayacakları gibi, şimdiden bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın, azabı gerçekten çok şiddetli bir zat olduğunu anlasalardı!

Ali imran 151




Allah’ın, ilâh kabul edilebileceklerine dâir haklarında hiçbir delil indirmediği birtakım nesneleri O’na ortak koşmaları yüzünden kâfirlerin kalplerine korku salacağız. Onların varıp dayanacakları yer cehennemdir. Zâlimlerin barınacağı yer, ne kötüdür!


Nisa 111


Onlar, Allah’ı bırakıp, kendilerine dişi isimler verdikleri putlara taparlar. Böyle yapmakla aslında başkasına değil, ancak hayırsız ve azgın şeytana tapmış olurlar.


Yunus 18


Müşrikler, Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda veremeyen putlara tapıyor ve: “Bunlar, Allah yanında bizim şefaatçilerimizdir” diyorlar. De ki: “Böyle bir şey sözkonusu olacak da, Allah onu bilmeyecek, öyle mi? Yoksa siz Allah’a, göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” Şüphesiz ki Allah, onların ortak koştukları şeylerden pak ve yücedir.


Enam 150


Rasûlüm! Müşriklerin taptıklarının boş şeyler olduğu ve kendilerini korkunç bir âkibete sürükleyeceği konusunda asla şüphen olmasın. Daha önce ataları neye nasıl tapıyor idiyse, onlar da aynı şeylere aynı şekilde tapmaktadırlar. Biz onların hak ettiklerini elbette kendilerine eksiksiz ödeyeceğiz.


Bunlardan başka daha birçok ayet var.
Futbol topunu örnek verelim.Onu eskiden elleriyle yaptıkları put yerine koyalım.Topu el üstünde göğsünde taşıyorlar değilmi.Sonrada tekmeliyorlar.Eskiden ne yapıyorlardı yiyiyorlardı.Şimdi birde hatıra olsun diye buda heykeli gibi evin baş köşesine koyuyorlar.Tutulan takımların bir peygamber futbolcularında havarileri olduğunu  şöyle hayal edin uyuyormu.

   Stadların bir mabed olduğunu duyuyorsunuz.Mabed nedir tapınılan yer manasındadır.Seyirci ne olmuş oluyor.İbadetle meşgül kul.Müslüman uyanık olmalıdır.Neyle meşgülse onunla Allah'ın huzuruna çıkacaktır.Maçlardaki tezahüratlara bakın zikir ne ise fikir odur.Kimi zaman en büyük,söyle senden başka kimim var benim ,canım feda olsun sana vb.. bir çok şirk sözleri.Secde şeklinde tapınma hareketleri şirkin doruk noktası.Hele şimdilerde Allah'a secde eder gibi secde gol sevinçleri var. Yönü , kıblesi belli olmayan yöne doğru buna kızacak çıkacaktır çopu insan ,ama şimdi bu gol sevincini Allah için yapıyor nidası atan da  olacaktır.Kızmayın sadece tefekkür edin.Ama öyle gizli bir şirk ki şeytan bile burda işi bitmiş gibi başka işkerle meşgüldür.

  Bu put düzeninini inşaa edenler ceplerini dolduruken birileri bunun destekçisi olmuş maalesef.Tıpki Peygamberimiz s.a.v zamanındaki müşrikler gibi.Saltanatları yıkılmadın diye doğruyu gizlemişlerdi.Para kaynakları hem bunlarlaydı.

  Şimdi vereceğim fotoğraflarla bu yazımı sonlandırıp eğer gerçek müminseniz tefekkür etmenizi rica ederim.Teşekkürler.

Bildiğiyle amel etmeye çalışan Eyyup KÜÇÜKASLAN













Ve daha neler neler.!!!!...
Allah'ı zikirle meşgul olmayan kalp,  hangi şeylerle daha fazla meşgulse kişinin ilahı o olmaya başlar.
Sorular
Stadlarmı doluyor ibadethanelermi?
Sohbetlermi çok dinleniyor spor programlatımı?
Allah mı çok zikrediliyor takımlarmı? (İnsanlar için geçerli)
Dinmi rağbette maçlar mı?
Maçlara mı rağbet ediliyor Allah Resulüne mi?












13 Ocak 2022 Perşembe

Kurbağa ve yağmur duası

 


Dedelerimizden dinlediğimiz bir hikayem vardı.Malatya'da İnsanlar yağmur duasına çıkarken çoluk çocuk yaşlı toplanmış.O zaman o köyün bir delisi varmış onlara hitaben bunlara ne gerek var demiş.Onlarda merakla sormuş ;niye menzup .Bir kurbağayı bacağından asın yakınına da bir kap su bırakın.O kurbağa suya ulaşmak istedikçe atılacaktır.En sonunda susuzluktan Rabbimin rahmetini cezbecek Rabbim onun bu isteğini ve çaresizliğini görerek yağmuru üzerine gönderecektir der.




İnsanlar bu işe akıl erdiremez dediklerini yaparlar aynen Rabbim yağmuru onun üzerine yağdırır.Menzup deli mi veli mi diye o yöre halkı sorgular.

Sabah Rüzgarı İle Peygamberimize Selam Gönderen 11 Yaşındaki Hasan'ın İbretlik Hikayesi

 

Yaşanmış gerçek hiyayedir.

Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu'nun Erkam Radyo'da yayınlanan ''Gariplerin Kitabı'' programında anlattığı bu ibretli hikâye de peygamber sevgisi ile çarpan küçücük bir yüreğin tarifsiz muhabbetine şahitlik edeceksiniz.



YAĞMUR YAĞMIYOR, NEDEN Mİ?





   Kurak geçen bir yaz gününde cemaat, Cuma namazı sonrası cami imamı ile beraber kurumaya yüz tutmuş mahsulleri kurtarma ümidiyle bozkıra yağmur duasına gider. Hacet namazları kılınır, dualar edilir, kurbanlar kesilir ama gökyüzünden tek damla yağmur düşmez yine. Cemaat boynu bükük, tekrar kasabaya geri döner, aradan birkaç̧ gün geçer ve bir Allah dostunun yolu kasabaya düşer. 
   Kasaba halkı, Allah dostunun yanına gelerek kendileri için yağmur duasına çıkmasını söyler ancak Allah dostu yağmur duası yerine kasabayı halkla beraber gezmeyi önerir. Halk şaşkınlık ve merakla birlikte Allah dostunun ardına düşer, evleri dolaşmaya başlarlar. 3-5 evi dolaştıktan sonra damı çökük, kapısı kırık bir eve rastlarlar ve Allah dostu kapıdan içeri doğru seslenip ev hanesini dışarı çağırır. İçeriden orta yaşlarda, üzeri yamalı bir kadın ve iki yetim kız çıkar. 

   Allah dostu, hâl hatır sorduktan sonra, evin beyinin kalp krizi geçirip erken yaşta öldüğünü ve kadının da iki yetim kızıyla yalnız başına kaldığını öğrenir. Allah dostu, kadın ile hasbihal ettikten sonra küçük kızlara kendisinden istekleri olup olmadığını sorunca kızlardan birisi çatıları için kiremit diğeri de kendisi için yeni bir ayakkabı ister. Allah dostu, hemen yanındaki cemaatten evin damı için kiremit ve diğer kız için ayakkabı alınmasını ister. 

   Bu arada Allah dostu, küçük kızlara "En çok ne için dua edersiniz, söyleyin bakalım." diye sorar. Kızlardan birisi, "Damımız eski olduğu için, evimiz ıslanmasın diye, Allah'tan yağmur yağdırmamasını isterim hep." der. Diğer kız ise, "Ben de eski ayakkabım delik, ayaklarım yağmurlu havalarda ıslanıyor diye Allah'tan yağmur yağdırmamasını istiyorum hep." demiş̧. 

   Allah dostu, bu sözlerden sonra yanındaki cemaate dönerek, "Sadece Allah'ın kudretinde olan bir duayı etmeden önce kendi kudretinizle birinin duasını yerine getirmediğiniz sürece duanız kabul olmaz ey cemaat." diyerek meseleyi özetlemiş̧. Yani dostlar; bugün yaşadığımız kuraklık için yağmur duasının yanı sıra, o Allah dostunun yaptığını yapmamız da gerekli ve makbuldür vesselam.




6 Ocak 2022 Perşembe

ACZBÜ’z- ZENEB (KUYRUK SOKUMU KEMİĞİ)







   1940’ların sonuna doğru Amerika’da bir olay cereyan ediyor. Zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor.

  Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için. Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar. Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu’da yok. Bir heyet Türkiye’ye geliyor.

Dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e yönlendiriliyorlar. İlk başta anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar. Bilmen, onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm verebileceklerini anlatıyor. Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar.

Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını isbat etmek için mezar açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Târif edilen kemiğin üzerine önce kendi kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde hayretini gizlemiyor..

Görüşmede Ömer Nasuhi’nin yanında olanlar da, ilk duymuş olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar. Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor. Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücün de buna muktedir olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden diriltileceğini anlatıyor. Ve şu Hadis-iŞerifi OKUyor.:

---Ebû Hüreyre’den radiyallahu anhu’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kuyruk sokumu/acbü’z- zeneb" dışında insanın bütün bedeni çürüyüp yok olur. Yeniden yaratılma işi kuyruk sokumundan başlar. Sonra ALLAH TeÂLÂ gökten bir su indirir, herkes bitkiler gibi yeniden canlanır.” buyurmuştur.
(Buhârî, Tefsîru sûre (39), 3, (78), 1; Müslim, Fiten 28)



Muteber hadis kitaplarımızda.: "Ölümünden sonra insanın her şeyinin çürüyüp yok olacağı, ancak acbü'z-zeneb denilen kemiğin bundan müstesna olduğunu bildirilmiş, kıyamet koptuktan sonra ikinci yaratılışın bu çürümeyen kemikten derlenip toparlanacağını" haber verilmiştir.

(Sahih-i Buhârî- İst: 1401 K Tefsirû Sûre, 39/3, 78/1; Ayrıca Sahih-i Müslim- K. Fiten: 141-143; Sünen-İ Nesâi- K. Cenâiz, 117; Sünen-i İbn Mâce- K. Zühd, 32; İmam-ı Mâlik- El Muvatta- K. Cenâiz, 49)

   Acbü'z- zeneb ile ilgili hadisleri tahlil ettiğimiz zaman, haşr (ikinci yaratılış) ile insanın ana rahmindeki oluşumu arasındaki münasebeti tesbit edebiliriz. Günümüzde tıp ilminin vardığı sonuç şudur: "Sperm, ana rahmine düştüğü zaman (ilk oluşum esnâsında) ana rahmiyle, insan embriyosu arasında birleştirici bir sap bulunur. Başlangıçta cenin bu sap üzerinde büyür. İşte bu sap, insan embriyosunun kuyruk sokumuna tekabül eden bölgesidir." Hadis-i şeriflerde “acbü'z- zeneb” diye ifade edilen kemiğin, yeniden dirilişin çekirdeğini teşkil edeceğini düşünmek mümkündür. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in "Hardal tanesine benzettiği ve insan bedeninin çekirdeği" olarak vasıflandırdığı acbü'z-zeneb, insanoğlunun kendine mahsus özelliklerini içinde toplamaktadır.
(İmam Ahmed b. Hanbel- El Müsned- İst: 1401 C: 3 Sh: 28.)

   Her insanın parmak izi birbirinden farklı olduğu gibi, acbü'z- zeneb kemiği de farklıdır. Buna genetik şifre isminin verilip verilmeyeceği meselesinde tevakkuf etmekte fayda vardır. Meselenin özü budur.

   İnsanın en değer verdiği ve üstünde titrediği ve onu zâyi etmekten korktuğu en kıymettâr varlığı ruhudur ve onun misafir olarak içinde bulunduğu emânet olan bedeni ve âzâlarıdır.

   Cenâb-ı Hak, canlı ve şuûrlu bir kanun özelliğinde yarattığı ruha ebediyet vasfı vermiştir. Ruh ölümsüzdür. Ceset istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklâliyet ve devâmına zarar vermez. Ölümle beden elbisesinden soyunan ruhlar, berzâh âleminin muhtelif tabakalarında hayatiyyetlerini devam ettirirler.

   Kurutulmuş özlü çamurdan bedenine şekil verilen ve sonra ruh üflenilen ilk insan Hazret-i Âdem aleyhisselâm annesiz ve babasız yaratılmıştır. Kur’ân’da misâli, Hazret-i Âdem aleyhisselâm’ın yaratılışına benzetilen Hz. İsâ aleyhisselâm ise, babasız olarak halk edilmiştir. Bunların dışında kalan insanlar, sebepler dâiresinde anne ve babanın izdivacından tevellüd eder. Dişi hücrenin spermle döllenmesi insan bedeninin ilk nüvesini teşkil eder. Hücrelerin çoğalarak önce kan pıhtısına, oradan bir çiğnem ete, oradan da et, kemik ve insan şekline dönüşmesi bir tertiple cereyan eder..

   İnsanın ana rahminde bu yaratılış silsilesi muhtelif sûrelerde nazara verilir ve ikinci dirilişin de bunun gibi ve bundan daha kolay olduğu dile getirilir.

   İkinci dirilişi tasvir eden hadis-i şeriflerde, “kuyruk sokumundaki acbü’z- zeneb” denilen bir çekirdek üzerinde, insan bedeni tekrar yaratılacağı haber verilir. Zâten “acb”, bir şeyin en sonu ve “zeneb” de kuyruk anlamındadır. Lügatlerde acbü’z- zeneb, kuyruk sokumu olarak târif edilmektedir. Omurga kemiğinin en sonu kuyruk sokumudur. İşte, kuyruk sokumunda insanın tohumu hükmündeki hücreler üzerinde insan bedeni haşirde yeniden diriltilecektir.

---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sonra Allah gökten bir hayat suyu indirir ve bu sayede ölüler, bitkinin yerden bitişi gibi kabirlerinden çıkarlar. İnsan bedeni bütünüyle çürüyüp yok olur, ancak acbü’z- zeneb müstesnâ, insanlar bundan yaratılır.”buyurmuştur.
(Buhârî, Tefsîru sûre (39), 3, (78), 1; Müslim, Fiten 28; İbn Mâce Zühd, 32)

---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Toprak, insanoğlunun acb dışındaki bütün cesedini yiyip tüketir. İnsan acbden yaratılmıştır, tekrar ondan meydana getirilecektir.” buyurmuştur.
(İmam-ı Mâlik- El Muvatta, Cenâiz, 48; İ. Ahmed,Müsned, II, 322,488; Müslim, Fiten: 142; Ebu Davûd, Sünnet, 24)

Bu ve emsâli hadisler, insan bedenini teşkil eden asıl zerrelerin hem ilk yaratılışın, hem de ikinci dirilişin menşei olduğunu ifade eder.

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
---“Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar (âhara), lâ ilâhe illâ huve, kullu şey’in hâlikun illâ vechehu, lehu’l- hukmu ve ileyhi turceûn (turceûne).: Ve ALLAH ile beraber başka bir İlâh’a duâ etme (ibâdet etme). O’ndan başka İLâH yoktur. O’nun Zât’ı hariç herşey helâk olucudur. Hüküm O’nundur. Ve O’na döndürüleceksiniz..” (Kasas 28/88)

Âyetinin beyân ettiği hakikate binâen acbü’z- zeneb ister çürüsün, isterse çürümesin netice değişmez. Çünkü, ALLAH’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. O ilmin haricinde hiçbir şey yoktur ki, “Mutlak Yokluk” diye bir şey olsun. Haricî vücudunu kaybeden eşyâ, Vücud-u İlmîye gider. İlmî Vücudu bulunan varlıklar, Adem-i Hâricî olarak tanımlanır.

Hem acbü’z- zeneb, sadece incir çekirdeği gibi müstakil bir tohum olarak algılanmamalı. Belki, ikinci dirilişte bedeni teşkil edecek olan asıl zerrelerin tamamıdır.

Bu mânâyı Bediüzzaman Hazretleri şöyle îzâh eder:
“Birbiriyle ülfet peydâ eden ve her birisi yerini tanıyan ve bir derece yontulmuş taşlar gibi kesb-i letâfet eden bedenin zerrâtı, ölüm ile dağıldıktan sonra, haşirde Hâlık'ın izniyle, İsrafil’in borusuyla o zerrât-ı asliye ve esâsiye içtimâa dâvet edildikleri zaman, pek kolay içtimâ ederler ve beden-i insâniyi yine eskisi gibi teşkil ederler. Maahâza, Kudret-i Ezeliyeye nisbeten, en büyük en küçük gibidir, hiçbir şey o kudrete ağır gelmez."

"Arkadaş! Zâhire nazaran haşirde eczâ-i asliye ile eczâ-i zâide birlikte iâde edilir. Evet, cünüb iken tırnakların kesilmesi mekruh ve bedenden ayrılan her bir cüz’ün bir yere gömülmesinin sünnet olduğu ona işârettir. Fakat, tahkîke göre nebâtâtın tohumları gibi “acbü’z- zeneb” tâbir edilen bir kısım zerreler, insanın tohumu hükmünde olup, haşirde o zerreler üzerine beden-i insânî neşv ü nema ile teşekkül eder.” (İ. İ’câz s. 59)

“Hem, bütün zerrelerin toplanmaları belki lâzım değil; nüveler ve tohumlar hükmünde olan ve hâdiste acbü’z- zeneb tâbir edilen eczâ-i esâsiye ve zerrât-ı asliye, ikinci neş’e (diriliş) için kâfi bir esastır, temeldir. Sâni-i Hakim, beden-i insânîyi onların üstünde bina eder.” (Sözler, s. 484)

مَّا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ إِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
---"Mâ halkukum ve lâ ba’sukum illâ ke nefsin vâhıdetin, innallâhe semîun basîr (basîrun).: Sizin yaratılmanız ve beas edilmeniz (yeniden diriltilmeniz), ancak tek bir nefsin yaratılması (beas edilmesi) gibidir. Muhakkak ki ALLAH; Sem’î’dir (en iyi işiten), Basîr’dir (en iyi gören)..” (Lokmân 31/28)

لِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
---“Ve lillâhi gaybu’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve mâ emru’s- sâati illâ ke lemhı’l- basari ev huve akrabu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Ve semâların ve yeryüzünün gaybı ALLAH’a aittir. O saatin (kıyâmetin) emri ancak göz kırpmak kadar veya ondan daha hızlıdır. Muhakkak ki ALLAH, herşeye kaadirdir (gücü yetendir)..” (Nahl 16/77)

Ferman eden Cenâb-ı HAKk, insan bedenini acbü’z- zeneb üzerine inşâ edecek ve ruh beden müşterekliğinde dâimî bir hayatı ihsÂN edecektir..

---Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem.: “Sûra iki üfleme arasında kırk vardır.” buyurdu.
Ashâb-ı kirâm.: “Ebû Hüreyre! Kırk gün mü?” diye sordular.
Ebû Hüreyre.: “Bir şey diyemem!.” dedi.
Ashâb-ı kirâm.: “Kırk yıl mı? diye sordular.
Ebû Hüreyre.: “Bir şey diyemem, dedi.
Ashâb-ı kirâm.: “Kırk ay mı? diye sordular.
Ebû Hüreyre.: “Bir şey diyemem, dedi. (Sonra hadisi şöyle tamamladı) “Kuyruk sokumu (acbü’z- zeneb) dışında insanın bütün bedeni çürüyüp yok olur. Yeniden yaratılma işi kuyruk sokumundan başlar. Sonra ALLAH Teâlâ gökten bir su indirir, herkes bitkiler gibi yeniden canlanır.”buyurdu.
(Buhârî, Tefsîru sûre (39), 3, (78), 1; Müslim, Fiten 28)

AÇIKLAMALAR

 Bir gün Ebû Hüreyre, kıyamet koptuktan sonra insanın yeniden dirilişi konusunda Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduğu bir hadisi rivâyet ediyordu. Kâinatta bulunan her şeyin yok olacağı birinci sûr ile, insanların yeniden dirileceği ikinci sûr arasında kırk, bu kadar zaman olduğunu söyledi. “Sûra iki üfleme arasında kırk vardır” sözü kapalı olduğu için, sahâbîler bunun ne kadar bir zaman dilimi olduğunu merak ettiler ve kırk gün mü, kırk yıl mı, kırk ay mı diye sordular. Ancak Ebû Hüreyre hadîs-i şerîfi Resûl-i Ekrem Efendimiz’den böyle müphem bir ifadeyle duyduğu için, kendiliğinden bir yorum getirmeyi doğru bulmadı ve bu konuda bir şey diyemeyeceğini söyledi.
Hadisimizde yeniden diriliş konusunda çok önemli bir bilgi verilmektedir. Toprak, insanın bütün cesedini yiyip tüketecek, ama Efendimiz’in teşbihiyle, bir hardal tanesi gibi olan (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 28) ve dolayısıyla insan bedeninin çekirdeği sayılan “acbü’z- zeneb” denen kuyruk sokumu çürümeyecektir. Bazı hadislerden öğrendiğimize göre insan acbü’z- zenebden yaratılmıştır; tekrar ondan diriltilip hayat bulacaktır (Müslim, Fiten 142). Kâinattaki her şeyin çürüyüp tükeneceğini, bu sebeple acbü’z- zenebin de çürüyüp yok olacağını söyleyen âlimler vardır. Onlara göre acbü’z- zeneb, uzun süre çürümeden durduğu ve en son çürüyen uzuv olduğu için hiç çürümeyeceğinden bahsedilmiştir.
Acbü’z- zenebin hiç çürümeyeceğinden bahseden hadisler son derece güvenilir ve sağlamdır. Bu hadisleri zâhirî mânalarıyla kabul etmek istemeyenlerin ise hiçbir geçerli delili yoktur. Demek oluyor ki, İsrâfil aleyhisselâm’ın sûra üflemesiyle bu kâinatta var olan her şey yok olup gidecek, bazı rivâyetlerde daha açık olarak belirtildiği üzere, kırk yıl sonra gökten bir nevi hayat suyu yağacak ve sûra ikinci defa üflenecek, bu sesi duyan bütün insanlar, bir hardal tanesini andıran kuyruk sokumu kemiğinden bitkiler gibi yeniden diriltileceklerdir..


ACBü’z- ZeNeB.:
                                           عجب الذنب

“Her şeyin son kısmı, kuyruk sokumu” anlamına gelen “acb” ile “kuyruk” anlamına gelen, aynı zamanda “bir şeyin sonu ve ucu” demek olan “zeneb” kelimelerinden oluşan “acbü’z- zeneb”in sözlük anlamı “kuyruk sokumu” demektir. Öldükten sonraki dirilişin tasvir edildiği hadislerde yer alan acbü’z- zeneb, bazan sadece tekrar dirilişin esasını teşkil eden madde anlamında geçer.

---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sonra ALLAH gökten bir (hayat) suyu indirir ve bu sayede ölüler, bitkinin yerden bitişi gibi (kabirlerinden) çıkarlar. İnsan cesedi bütünüyle çürüyüp yok olur, ancak acbü’z- zeneb müstesna, insanlar bundan yaratılır” buyurmuştur.
(Buhârî, “Tefsîr”, 39/3, 78/1; Müslim, “Fiten”, 141; İbn Mâce, “Zühd”, 32)

Bazı hadislerde ise hem ilk yaratılışın, hem de ikinci yaratılışın maddî özü olduğu belirtilir:

---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Toprak insanoğlunun acb dışındaki bütün cesedini yiyip tüketir. İnsan acbden yaratılmıştır; tekrar ondan meydana getirilecektir” buyurmuştur.
(el-Muvaṭṭaʾ, “Cenâiz”, 48; Müsned, II, 322, 428; Müslim, “Fiten”, 142; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 24)

   Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hardal tanesine benzettiği ve bir anlamda insan bedeninin çekirdeği olarak kabul ettiği (bk. Müsned, III, 28) acbü’z- zeneb, hadis şârihleri tarafından “omurga kemiğinin son parçasını teşkil eden kuyruk sokumu” olarak açıklanmıştır. Fakat insan cesedinin hiçbir zaman çürümeyecek bir parçasının bulunabileceği konusunda bazı yorumcular farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Birçok din bilgini, hadislerde anlatıldığı üzere acbü’z- zenebi, varlığını kıyamete kadar koruyacak olan ve insan bedeninin bütün özelliklerini taşıyan bir maddî öz olarak kabul ederken Müzenî, Tîbî, Müzhirî ve diğer bazı âlimler ALLAH’tan başka her şeyin fâni olduğunu belirten âyeti (el-Kasas 28/88) delil göstererek acbü’z- zenebin, insan cesedinin en son çürüyen parçası olduğu ve toprakta uzun müddet çürümeden kalacağından dolayı hadiste “yok olmaz” diye vasıflandırıldığı görüşünü benimsemişlerdir. (bk. Zemahşerî, el-Fâik, “acb” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “acb” md.; Nevevî, Şerhu Müslim, X, 422; İbn Hacer, XVIII, 174; Aynî, XV, 412).
Son devir âlimlerinden M. Reşîd Rızâ da birinci görüşün itikadî sahada delil kabul edilebilecek bir temele dayanmadığını öne sürerek ikinci görüşü tercih etmiştir. (bk. Tefsîrü’l-Menâr, VIII, 470).

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
---“Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar (âhara), lâ ilâhe illâ huve, kullu şey’in hâlikun illâ vechehu, lehu’l- hukmu ve ileyhi turceûn (turceûne).: Ve ALLAH ile beraber başka bir İlâh’a duâ etme (ibâdet etme). O’ndan başka İLâH yoktur. O’nun Zât’ı hariç herşey helâk olucudur. Hüküm O’nundur. Ve O’na döndürüleceksiniz..” (Kasas 28/88)

Acbü’z- zenebin çürüyüp yok olacağını kabul edenlerin, doğruluğunda şüphe bulunmayan ilgili hadislerin zâhirî mânâsını kabul etmemek için geçerli bir delil gösteremedikleri dikkate alınırsa, çoğunluğun benimsediği birinci görüşün daha isabetli olduğu ortaya çıkar. Esasen konuyla ilgili hadislerde anlatılmak istenen husus, toprağa karışan insan cesedinin tekrar yaratılmasına esas teşkil edecek maddî bir unsurun toprakta veya cesedin çürüyüp yok olduğu herhangi bir mekânda varlığını koruyabilmesidir. Acbü’z- zenebin gözle görülebilen küçük bir kemik parçası olarak anlaşılması uygun olmayabilir. Nitekim insanın tekrar yaratılışına esas teşkil edecek maddeden bahseden hadislerde acbü’z- zeneb yerine, acmü’z-zeneb (kuyruk sokumu civarında nokta gibi pek küçük bir şey, nüve) ifadesinin yer aldığı da nakledilmektedir. (bk. Zemahşerî, el-Fâik, “acb” md.; Kurtubî, XV, 58).

    Buna göre insanın acmü’z-zenebden, yani kendisinin fizyolojik özelliklerini taşıyan ve duyularla idrak edilemeyen noktaya benzer çok küçük bir parçadan yaratılacağı anlaşılmaktadır. “Hani rabbin insanların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp onları kendilerine şahit tutmuştu” (el-A‘râf 7/172) âyetindeki “çıkarılan zürriyetler”e, “gözle görülemeyecek zerreler” mânasının verilmesi (bk. M. Reşîd Rızâ, VIII, 473), bu açıklamayı teyit etmektedir..

     Biyolojinin çağımızda gelişen genetik kısmına ait verileri, adı ister acbü’z- zeneb olsun ister acmü’z-zeneb olsun, insanın maddî varlığının kaynağını teşkil eden unsurların (moleküllerin) toprakta veya başka bir mekânda varlığını devam ettirdiğini bildiren haberleri doğrular mahiyettedir. Zaten acbü’z- zeneble ilgili hadislerin tasvir ettiği ikinci yaratılış, hem oluşum hem de mekân bakımından insanın ana rahmindeki oluşumuna fazlasıyla benzemektedir. Embriyolojinin verilerine göre sperm ana rahmine düştüğü zaman, orada çekirdeğin toprakta çimlenişi gibi çimlenir ve biter. Bu bitme esnasında ana rahmi ile insan embriyonu arasında birleştirici bir sap bulunur. Bu sap insan embriyonunun kuyruk sokumuna tekabül eden bölgesi ile irtibatlıdır. Başlangıçta insan bu sap üzerinde büyür. Ana rahmindeki döllenme anı yumurtanın öldüğü andır. İnsanın ölümü de bulunduğu toprağın döllenmesi şeklinde düşünülebilir. Bu, ALLAH TeÂLÂ’nın ölüden diri, diriden ölü çıkarmak (bk. el-En‘âm 6/95) şeklindeki kudret tecellîsine de uygundur. Esasen Kur’ân-ı Kerîm’deki “fenâ” ve “helâk” kavramlarını “mutlak yok oluş” (adem) anlamında değil, canlının ölümünden önceki formunun bozularak çeşitli varlık şekillerine dönüşmesi, bunun yanında ölümden önceki varlığına ait bazı özellikleri de koruması şeklinde anlamak İslâmî Akîdeye ters düşmez. Dolayısıyla hadislerde “acbü’z- zeneb” veya “acmü’z-zeneb” diye ifade edilen şeyin ölümsüzlüğünü ve yeniden dirilişin nüvesini teşkil edeceğini düşünmek, ALLAH’tan başka her şeyin fâni olacağı inancıyla çelişmez..

    Günümüz tıp bilimlerinde acbü’z- zeneble ilgili bilgi bulunmamakla birlikte, kuyruk sokumu bölgesinde bitkilerin tohumuna benzeyen, noktacık halinde bir teşekkülün veya hücrenin bulunabileceğini söylemek mümkündür. İnsanın ikinci defa yaratılışı, Îsâ aleyhisselâm’ın ana rahminde muhtemelen tek hücre ile oluşması gibi, bir tek hücrenin hücre kültüründe çoğalması yoluyla olabilir ve hücre genlerindeki genetik şifre bu yaratılış olayını düzenleyebilir..

“KUL”un->“ELESt”te > ÂHiDi.:

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
---"Ikra’bismi rabbikellezî halak (halaka) : Yaratan RABB-inin İSMiyle oku!” (Alak 96/1)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
---"Ve iz ehaze rabbüke mim beni âdeme min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim elestü bi RABBiküm kâlû belâ şehidnâ en tekulu yevme’l- kiyameti innâ künnâ an hazâ ğafilin : Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye RABBin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki: BEN sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhid olduk, dediler.”(A’râf 7/172)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
---"Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı BİZ yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)

 Kendinden de kendine Yakîn ve AKREB OLan RABBını MuhaMMedî GönüLLe görenler kendinen fen olur RABBına bekâ BULup ALLAHta fÂNi Olup kaybolur AKLen-nAKLen!.


“YÜReği => Kur'ÂN OLÂN”-ın
Kur'ÂN’dır =>MAHŞeR ŞÂHiDi!.:

--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kur’ân şefâat edicidir, şefâati kabul edilendir, şereflidir, tasdik edicidir. Kim O’nu önder edinirse O’nu cennete götürür. Kim de O’nu arkasına atacak olursa, cehenneme gönderir!.”buyurmuştur.
(Süyûtî, el-İtkan fî ulûmi'l- Kur'ân; Keşfü'l- Hâfâ, II, 94)


Kaynaklar:
https://www.muhammedinur.com/forum/viewtopic.php?p=97176
https://tr.pinterest.com/pin/815151601292948245/
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...