Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

23 Şubat 2013 Cumartesi

İlimsiz Amel Edenin Sonu



Bersisa isminde bir zat, inzivaya çekilmiş, gece-gündüz vakti Allah’a (c.c.) ibadetle geçer ve hiçbir kötülükte bulunmazdı.
Bu zatı şeytan aleyhillane kandırmak için türlü hilelere başvurdu.
Fakat bir türlü kandıramadı.
En sonunda şeytan işin kolayını bulmuştu.
Çünkü Şeyh Bersisa, âmil, mütteld, züht ü takva sahibi bir zattı ama, alim değildi.
Yani ilm-i zahiri yoktu.
Ondan dolayı onu kandırmak kolay olacaktı.
Plânını şöyle tatbik etti:
Şeytan, sırtında cübbesi, elinde asası, başında sarığı, elinde tesbihi olduğu halde bembeyaz sakalıyla Şeyh Bersisa’nın ibadet ettiği yere varıp kapısını çaldı.
Şeyh Bersisa kapıyı açtıktan sonra, kim olup, nereden geldiğini ve niçin geldiğini sordu.
Şeytan Alleyhillane ona şu, cevabı verdi:
- Ben dünya nimetlerinden uzak, ömrünü Allah’a ibadetle geçirmek isteyen bir kimseyim. Bir Allah dostu bulup kendime arkadaş edinmek için çok yer dolaştım, fakat sizden başka bir kimseye rastlamadım. Memleketine yaklaştığımda, sizin isminizi duydum. Sizin de bütün gayretiniz Allah’ın rızasını kazanmak olduğuna göre, beni de kabul buyur da, beraber ibadete devam edelim, dedi.
Şeyh Bersisa, onun şeytan olduğunu ve kendisinin ayağını kaydırmak için geldiğini nereden bilecekti.
Arkadaşlığı kabul etti…
Beraber ibadete başladılar.
Aradan zaman geçiyor, Şeyh Bersisa ibadet ediyor, yiyor içiyor ve diğer insanlar gibi yaşıyor, lâkin Şeytan Allah’a öyle ibadet eder gözüküyor ki yemiyor – içmiyor, yatıp uyumuyor ve bütün zamanını ibadet ederek geçiriyordu.
Şeyh Bersisa, yeni dostuna hayran kalmıştı.
Aradan- çok zaman geçmeden dayanamayarak:
- Ey Allah’ın salih kulu, sen bu mertebeye nasıl yetiştin. Ben senelerden beri ibadet ederim, yeyip içmekten kurtulamadım. Sense bütün zamanını ibadete ayırabiliyorsun. Ne olur, bunun sırrını bana da öğret de, ben de senin gibi olayım, dedi.
Şeytanın istediği doğmuştu…
- Bunun kolayı var! Evvela bir büyük günah işleyecek, sonra da -ona samimiyetle tövbe edeceksin. Büyük bir günah işlemiş olduğundan Allah’tan daha fazla korkmaya başlayacak ve böylece de benim gibi, sen de her türlü insanî kötü hasletlerden kurtulmuş olacaksın, dedi.
Şeyh, meselâ ne gibi bir günah işlemesi lazım geldiğini sordu.
Şeytan, artık bayram ediyordu. Çünkü avını kandırmıştı.
- Zina edebilirsin, dedi.
Şeyh:
- Yapamam, dedi.
Bu sefer şeytan:
- Adam öldür! dedi.
Bersisa, yine:
- Onu da yapamam, dedi.
Şeytan:
- İçki içersin, dedi…
Bersisa, düşündü taşındı, onu biraz hafif görmüştü:
- O olur, yapabilirim, dedi.
Şeytan artık sevincinden havalarda uçuyordu.
Bersisa doğru kasabadaki meyhanelerden birine gidip bir miktar içki istedi, içkiyi sunan saki kadındı, içtikçe içti ve sonunda sarhoş olup kadına zina etmeyi düşünmeye başladı.
Şeytan tabiî ki boş durmuyor, adamın gözüne gözükmeden nefs yoluyla; ”Durma, böyle fırsat elegeçmez, hemen bu kadınla münâsebet kur,” diyordu.
Bersisa, tamamen sarhoş olduktan sonra, meyhaneci kadına orada zina etti.
Bu onun için çok kötü bir şeydi…
Duyulursa ne derlerdi.
En iyisi o kadını öldürüp gömmekti, ve öyle yaptı.
Kadını öldürüp meyhanenin arkasında bir yere gömdü.
Fakat hadise duyulmakta ve yayılmakta gecikmedi.
Bersisa’yı yakalayıp mahkemeye çıkardılar.
Katil olduğu için kısasa kısas Ölümüne hükmolundu.
Bersisa idam sehpasına çıkmış, artık ip boğazına geçirildikten sonra onu kurtaracak hiçbir kimse yoktu.
Şeytan karşıda görüldü.
- Bu hal nedir ey dostum? dedi.
Bersisa:
- Görüyorsun ey Allah’ın sevgili kulu beni kurtar, diye yalvarmaya başladı.
Şeytan:
- Bir şartla seni kurtarırım. O da bana secde edeceksin, dedi.
Bersisa:
- Görüyorsun ip boğazıma geçirilmiş nasıl secde edebilirim, deyince de:
- İşaretle secde edebilirsin, dedi.
Bersisa başıyla işaret ederek secde etti ve sandalye ayağının altından çekilince imansız olarak göçüp gitti.
Allah muhafaza buyursun.
İlimsiz amelin, insanı nereye kadar götüreceğine güzel bir misâl böylece vuku bulmuş oldu.
Eğer onda şeriata müteallik ilim olsaydı içki içmek, zina etmekle, adam öldürmekle evliya olunamayacağını bilir ve şeytana uymazdı.

Bu Zamanda İlahi Lütuf Olurmu




İnsan, her şeye kâdir olan Cenab-ı Hakk’tan bir şeyi can-ı gönülden ister, içi gerçekten o ateşle yanarsa Mevlâ’nın karşılık vereceği muhakkaktır.
Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i rüyasında görmeyi arzu ederek bunun yolunu bir âlimden soran kişinin hikâyesi meşhurdur.
Şöyle ki;
Âlim, o şahsa:
“Gece yatarken tuzlu balık ye ve yat, ama sakın su içme!” der.
Adam da Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i rüyada görmekle tuzlu balığın ne alakası var diye düşünür.
Ancak dediğini yapar.
Tuzlu balıkları yediğinde çok susamasına rağmen su içmez ve yatar.
O gece sabaha kadar dereler, çeşme başları, pınarlar görür.
Uyandığında doğru hoca efendiye koşar:
- Hani ben Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i görecektim? Sudan başka bir şey göremedim, der.
Hoca efendi de:
- Eğer Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in aşkı, tuzun içini yakması gibi seni yakarsa; işte o zaman O’nu görebilirsin, diyerek cevap verir.
Demek ki; varılmak istenen güzelliklere götürecek sihirli iksir, aşk ateşi…
**
Böylesi bir aşkı gerçekten yaşamış olan bir hanımın, Cenâb-ı Hakk’ın lutfuna nasıl kavuştuğunu anlatmak istiyorum, sizlere:
Bir mahallede hanımlar, günlük meşgalelerin arasından ayrılıp mânevî hava teneffüs etmek, rûhlarını dinlendirmek amacıyla ziyâretlerde bulunurlarmış.
Yine böyle bir zaman da hanımlar, beldelerindeki mübarek bir zâtın türbesini ziyaret etmek üzere hazırlanıp, sabah erkenden, tutulan arabanın yanında toplanmışlar.
Hanımlar arasında 4 çocuklu ve eşi vefat etmiş bir hanım da bulunmaktaymış. O da hazırlıklarını yapıp çocuklarını akrabalarına emanet ettikten sonra içi aşkla ve şevkle dolu olarak, heyecanla diğer hanımların yanına gelmiş.
Ancak biraz geç kalınca o hanıma yer kalmamış.
Diğer hanımlar ona:
- Sen zaten Kur’ân falan da bilmiyorsun. Gelmesen de olur. Yerimiz de kalmadı. Sen gelme! demişler.
Hanım çaresiz ortada kalakalmış.
Halbuki Mevlâ’nın sevgili kullarını ziyaret etmeyi, duâ edip Mevlâ’nın rızasını kazanacak bir amel yapmayı nasıl da istemekteymiş.
Öylece susup, hiçbir şey söylememiş.
Hıçkırıklar boğazında düğümlenirken gözlerinden akan yaşlar yanaklarından aşağı süzülmüş.
Yüzü solgun, gönlü kırık, çaresizliği yudumlayarak evine dönmüş.
Hüznün içinde dağ gibi büyüdüğü o günün sonunda namazını kılıp duâsını ettikten sonra yatmış.
Gecenin hangi kısmı bilinmez.
Belki de meleklerin yeryüzünde en çok dolaştığı vakitlerden biri.
Rahmân’ın sır kapılarını araladığı rüya âlemi…
Ak sakallı, nur yüzlü, beyazlar giyinmiş bir pîr-i fânî, güller saçan tebessümüyle o hanıma yaklaşmış.
Yumuşak, su gibi berrak bir sesle:
- Kızım, neden böyle mahzun ve ağlamaklısın? Nedir derdin?” diye sormuş.
Allâh rızasından başka bir amacı olmayan temiz kalbli hanım:
- Efendim, Allâh dostu bir zâtın ziyaretine Kur’ân bilmediğim için götürülmedim, diyerek olanları anlatmış.
O mübarek zât da:
- Peki kızım, sen artık üzülme. Kalkınca aç, Kur’ân-ı Kerim’i oku, der.
Duâlarda bulunmuş ve geldiği gibi gitmiş.
Kadıncağız heyecandan kalbi yerinden fırlayacakmış gibi yatağından kalkmış, abdest almış ve namazını kılmış.
Dudaklarında kıpır kıpır okuduğu dualarla, evin en güzel köşesindeki Kur’ân-ı Kerîm’i titreyen elleriyle örtüsünden çıkarmış.
Bismillah diyerek rastgele bir yer açmış.
Ezber okur gibi net bir şekilde Kur’ân’ı okuduğunu hayretler içerisinde görmüş.
Nereyi açsa takılmadan okumaya devam etmiş; heyecan ve mutluluktan ne yapacağını bilemez.
Kendisine böyle eşsiz bir lütuf ve ikramda bulunan Yüceler Yücesi Rabb’ine şükür secdesine kapanmış…

Bediüzzaman’ın Sakal Bırakmamasının Dinimizdeki Yeri Nedir?


“Sakal meselesi ise: Bu bir sünnettir, hocalara mahsus değil. Bu millette yüzde doksan sakalsız olanların içinde küçükten beri sakalsız bulundum. Bu yirmi senedir bana resmi hücumlarda bazı arkadaşlarımın sakallarını kestirmeleriyle, benim sakal bırakmadığım, bir hikmet, bir inayet-i İlahiye olduğunu ispat etti. Eğer sakal olsaydı, tıraş edilseydi, Risale-i Nur’a büyük bir zarardı. Çünkü ölecektim, dayanamayacaktım.”
“Bazı alimler “Sakalı tıraş etmek caiz değildir” demişler. Muradları, sakalı bıraktıktan sonra tıraş etmek haramdır, demektir. Yoksa hiç bırakmayan, bir sünneti terk etmiş olur. Fakat bu zamanda, dehşetli pek çok günah-ı kebireden çekinmek için, bu terk-i sünnete mukabil, Risale-i Nur’un irşadıyla, yirmi sene haps-i münferit hükmünde işkenceli bir hayat geçirdik; inşaallah o sünnetin terkine bir kefarettir.

Zeka, Hafızanın Gelişmesi İçin, Unutkanlıktan kurtulmak İçin Okunacak Dualar


Cevap 1:
Unutkanlıktan kurtulmak ve zekanın açılması için bu dua okunur.
“Bismillahirrahmanirrahim, Ferdün, Hayyün, Kayyumun, Hakemun, Adlün, Kuddüsün. İyyake na’büdü ve iyyakenesta’in. İnna fetehna leke fethen mubina.” Dokuz defa okunacak.
“Ya kebirü entellezi la tehdil ukulü livasfi azameti.” Bin defa okunacak.
Sonra; “Subhane rabbiyel a’la.” denecek. Sonra, “Sübhane minennaril eflaki, biezkaril emlaki kema tüskinül arza biezkarizzakirine, kale li ezkari himiletin lil mahmuline, ve meskenetin lil miskinine, ve muherriketin lil mutehharrikine, sübhane men hüve külle yevmin hüve fi şe’nin.” okunacak.
Bundan sonra ihtiyaç neyse o söylenecek ve şunlar okunacak.: “Ya ğıyasel müsteğisine vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.” (Mecmuatül Ahzab)
Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Hz. Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallâhu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek:
“Annem ve bâbam sana kurban olsun, şu Kur’an göğsümde durmayıp gidiyor. Kendimi onu ezberleyecek güçte göremiyorum.” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu cevabı verdi:
“Ey Ebû’l-Hüseyin! (Bu meselede) Allah’ın sana faydalı kılacağı, öğrettiğin takdirde öğrenen kimsenin de istifade edeceği, öğrendiklerini de göğsünde sabit kılacak kelimeleri öğreteyim mi?”
Hz. Ali (radıyallâhu anh): “Evet, ey Allah’n Rasûlü, öğret bana!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asv) şu tavsiyede bulundu:
“Cuma gecesi (perşembeyi cumaya bağlayan gece) olunca, gecenin son üçte birinde kalkabilirsen kalk. Çünkü o an (meleklerin de hazır bulunduğu) meşhûd bir andır. O anda yapılan dua müstecabtır. Kardeşim Ya’kub da evlatlarına şöyle söyledi: “Sizin için Rabbime istiğfâr edeceğim, hele cuma gecesi bir gelsin.” Eğer o vakitte kalkamazsan gecenin ortasında kalk. Bunda da muvaffak olamazsan gecenin evvelinde kalk. Dört rek’at namaz kıl. Birinci rek’atte, Fâtiha ile Yâsin sûresini oku, ikinci rek’atte Fâtiha ile Hâmim, ed-Duhân sûresini oku, üçüncü rek’atte Fâtiha ile Eliflâmmîm Tenzîlü’ssecde’yi oku, dördüncü rek’atte Fâtiha ile Tebâreke’l-Mufassal’ı oku. Teşehhüdden boşaldığın zaman Allah’a hamdet, Allah’a senayı da güzel yap, bana ve diğer peygamberlere salât oku, güzel yap. Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar ve senden önce gelip geçen mü’min kardeşlerin için istiğfat et. Sonra bütün bu okuduğun duaların sonunda şu duayı oku:
“Allah’ım, bana günahları, beni hayatta baki kıldığın müddetçe ebediyen terkettirerek merhamet eyle. Bana faydası olmayan şeylere teşebbüsüm sebebiyle bana acı. Seni benden râzı kılacak şeylere hüsn-i nazar etmemi bana nasîb et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı olan celâl, ikram ve dil uzatılamayan izzetin sâhibi olan Allah’ım. Ey Allah! ey Rahman! celâlin hakkı için, yüzün nuru hakkı için kitabını bana öğrettiğin gibi hıfzına da kalbimi icbâr et. Seni benden razı kılacak şekilde okumamı nasîb et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı, celâlin ve yüzün nuru hakkı için kitabınla gözlerimi nurlandırmanı, onunla dilimi açmanı, onunla kalbimi yarmanı, göğsümü ferahlatmanı, bedenimi yıkamanı istiyorum. Çünkü, hakkı bulmakta bana ancak sen yardım edersin, onu bana ancak sen nasib edersin. Herşeye ulaşmada güç ve kuvvet ancak büyük ve yüce olan Allah’tandır.”
“Ey Ebû’l-Hasan, bu söylediğimi üç veya yedi cuma yapacaksın. Allah’ın izniyle duana icâbet edilecektir. Beni hak üzere gönderen Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun bu duayı yapan hiçbir mü’min icâbetten mahrum kalmadı.”
İbnu Abbâs (radıyallâhu anhüma) der ki: “Allah’a yemin olsun, Ali (radıyallâhu anh) beş veya yedi cuma geçti ki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a aynı önceki mecliste tekrar gelerek:
“Ey Allah’ın Resûlü! Geçmişte dört beş âyet ancak öğrenebiliyordum. Kendi kendime okuyunca onlar da (aklımda durmayıp) gidiyorlardı. Bugün ise, artık 40 kadar âyet öğrenebiliyorum ve onları kendi kendime okuyunca Kitabullah sanki gözümün önünde duruyor gibi oluyor. Eskiden hadisi dinliyordum da arkadan bir tekrar etmek istediğimde aklımdan çıkıp gidiyordu. Bugün hadis dinleyip sonra onu bir başkasına istediğimde ondan tek bir harfi kaçırmadan anlatabiliyorum.” dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu söz üzerine Hz.Ali (radıyallâhu anh)’ye: “Ey Ebû’l-Hasan! Kâbenin Rabbine yemin olsun sen mü’ minsin!” dedi.” (Tirmizî, Daavât 125, (3565).
Cevap 2:
Zekanın açılması, hafızanın gelişmesi için dua okumanın yanında, maddi tedbirlere uymak ve yapılan işin gereklerini yerine getirmek gerekir. Dersine çalışması gereken bir öğrenci sadece diliyle değil haliyle ve bedeniyle de dua etmelidir. Buna fiili dua denilmektedir. Üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirdikten sonra diliyle dua etmek de kavli duadır. İki kanatlı bir kuş gibi, hem fiili hem de kavli duayı beraber yapmakla istediği yere uçabilecektir.
Ayrıca öğrendiklerini unutmamak ve onları korumak için de bazı tedbirler almalıdır. Çünkü unutkanlığa sebep olan konular vardır. Bunlardan sakınmak gerekir. Bazılarını kısaca söyleyelim:
1. Harama bakmak.
2. Haramla beslenmek.
3. Zihni çok yoracak olan gereksiz şeylerle doldurmak. Televizyon, bilgisayar gibi.
4. Aşırı derecede bedene zarar verecek kadar cinsel ilşkiye girmek. Özellikle kendi kendine tatmin olmak.
5. Zihnin sürekli çalışmasını engelleyecek kadar boş durmak. Unutkanlıktan kurtulmak için bu dua okunur.

Kuran Sırları 2





Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)



D-N-A harflerinin (Arapça’da Dal-Nun-Elif harflerinin) Kuran’da nerelerde yan yana geldiği incelendiği zaman, en fazla Kehf Suresi’nin 65. ayetinde geçtiği görülecektir. Bu ayette benzersiz bir şekilde, D-N-A harfleri ardı ardına tam üç defa, yan yana yer almaktadır. Kuran’ın başka hiçbir ayetinde “DNA” harfleri bu şekilde ardarda ve çok sayıda geçmez.
DNA teriminin dikkat çekici bir şekilde yer aldığı bu istisna ayetin numarası ise 18:65′tir. Bu rakamlar genetik biliminin başlangıç yılı olan 1865 yılına dikkat çekmektedir. Bunu rastlantı olarak değerlendiremeyiz. Çünkü Kuran’da sadece 18:65 ayetinde “DNA” ardarda üç defa geçmektedir. Bu işaret mucizevi niteliktedir; çünkü DNA (Deoksiribo Nükleik Asit) ismini bilim dünyası çok yakın sayılabilecek bir tarihte koymuştur. 
DNA ve genetik tarihinin başlangıcı olan ve 1865 yılına işaret eden Kehf Suresi’nde, DNA toplam 7 defa tekrarlanırken, RNA da (Arapça’da Ra-Nun-Elif harfleri) 7 defa tekrar etmektedir. Bildiğiniz gibi RNA molekülü de DNA gibi genetik yapıyı oluşturan diğer bir moleküldür. Bu nedenle DNA-RNA’nın özellikle bu surede eşit sayıda geçmesi, gerçekten bu moleküllere yüzyıllar önce Kuran’da işaret edildiğinin ayrı bir kanıtıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...