Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

16 Nisan 2014 Çarşamba

SAKIN TERK-İ EDEPTEN




Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-ı Hudâ'dır bu

Nazargâh-ı İlâhîdir Makâm-ı Mustafâ'dır bu

                                                       Nâbî

(Sakın saygıyı elden bırakma¸ burası Allah'ın Habîbi'nin mahallesidir. Burası Hakk'ın tecellî ettiği yer ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in makamının bulunduğu mekândır.)

Şair Nâbî¸ hacca niyet eder ve içinde önemli devlet erkânının da bulunduğu bir kervanla yola koyulur. Medine'ye yaklaştıkça heyecanı artar şairin… Bu arada kervandaki paşalardan birinin deve üzerindeki tahtırevan içinde ayaklarını Medine'ye doğru uzatarak oturduğunu görür. Bunun üzerine irticalen söylediği bir na'tla paşayı uyarır. Paşa¸ bu durum karşısında sinirlenir.

Şiir¸ o anda söylendiği için kervandakilerden başka bir kimsenin bu şiirden haberi yoktur. Medine'ye yaklaştıkları sırada sabah namazı vaktidir ve minarelerin birinden Türkçe bir kaside okunmaktadır. Bu¸ Nâbî'nin yazdığı na'tin ta kendisidir. Kervan doğruca o camiye yönelir. Müezzin minareden inince Nâbî¸ müezzine: "Bu Türkçe kasideyi nereden öğrendin?" diye sorar. Nâbî'nin kim olduğunu bilmeyen müezzin: "Bu gece rüyamda Peygamber Efendimiz bana ‘Ümmetimden Nâbî adlı bir büyük şair vardır ki benim hakkımda bir kaside yazmış¸ onu bu gece minareden okumanı arzu ediyorum.' buyurarak¸ bu beyitleri bana öğretti." deyince Nâbî sevincinden¸ heyecanından bayılıp düşer. Kendisini uyardığı için Nâbî'ye sinirlenen paşanın sinirleri geçmiş; kendisine bir ders verildiğini anlamıştır.

Biz¸ Medine için aydınlık şehir demişiz¸ kutsal topraklar demişiz. Buranın Müslümanlar için değeri hiçbir şeyle ölçülemez.

Nâbî¸  Medine'ye doğru ayaklarını uzatan kişinin şahsında bütün insanlara bir edep dersi vermek ister. Allah'ın Habîbi Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in mahalli ve Allah'ın nazargâhı olan bir yerde insan her hâli ile pür dikkat ve pür edep olmalıdır. Medine¸ mukaddes bir mekândır; çünkü burada Peygamberimizin kabri "Ravza-i Mutahhara" bulunmaktadır. Hacca giden Müslümanlar¸ bu mübarek şehirde bulunan yerleri ziyaret etmeyi vazife bilirler.

Medine seçilmiş beldedir; çünkü Peygamberimiz: "Beni ziyaret için gelip¸ başka bir iş yapmayarak¸ yalnız ziyaret edene¸ kıyamette şefaat etmek¸ bende hakkı olur.""Bana selâm verene¸ ben de selâm veririm." demiştir.

Medine mübarek beldedir; çünkü Mescid-i Nebi buradadır. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Medine'ye varır varmaz¸ temelini takva üzere bina ettiği mescit burada bulunmaktadır. Efendimizin¸ yapımında bizzat çalıştığı ve ömrünün geri kalan kısmını geçirdiği¸ hayatının sonuna kadar imamlığını yaptığı¸ pek çok dinî¸ içtimaî¸ siyasî hadiseye sahne olan¸ çok sayıda dinî şahsiyetin öğrenim gördüğü mübarek mekân… Suffa ashabının sığınağı¸ ilmin beşiği¸ İslâm'ın ilk üniversitesi burasıdır. Bu yer hakkında Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ "Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim de Havz üzerindedir." buyurmuştur.

Bu topraklar bir mü'min için son derece önemlidir; çünkü Efendimiz: "Mescidimde kılınan bir namaz¸ Mescid-i Haram hariç¸ başka mescitlerde kılınan bin namazdan hayırlıdır. Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz da sair mescitlerde kılınan yüz bin namazdan efdaldir." buyurmuştur.

Nâbî'nin hassasiyeti milletimizin geneline şâmil yüce bir histir. Nitekim Osmanlı mühendisleri¸ Medine'de yatan Peygamber Efendimizi rahatsız etmemesi için büyük bir saygı örneği göstererek demiryoluna keçe döşemiş ve titretişimi engellemişlerdi.

Nâbî'nin şiiri baştan sona bir bütünlük arz etmektedir. Gazelin diğer beyitlerini kısa açıklamalarla paylaşalım:

Felekdemâh-ı nev Bâbü's-selâm'ınsîne-çâkidir

Anun kandilidir hûr matla-i nûr u ziyâdır bu

(Gökyüzündeki hilâl¸ Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "Bâbü's-selâm" adındaki kapısının göründüğü yerdir. Bunun kandili güneştir; burası ışık ve nûrun kaynağıdır.)

Resûl-i Kibriyâ'nın hâbgâhıdır hakîkatde

Tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu

(Nâbî¸ Peygamber Efendimiz'in kabrinin bulunduğu yer için¸ Hz. Muhammed (s.a.v.)'in dinlendiği yer; fazîlette arş-ı a'lânın bile üstündedir diyerek burasının ne kadar şerefli bir mekân olduğuna işaret eder.)

Bu hâkin pertevinden oldı deycûr-ı adem zâil

 ‘Amâdan açdı mevcûdâtdü çeşme tûtiyâdır bu

(Bu toprağın parlaklığından yokluk karanlıkları ortadan kalktı. Yaratılmış olan her şey¸ körlükten bu mukaddes topraklardaki sürme sayesinde kurtulup gözlerini açtı.)

Burada Kâbe topraklarının insanlar için önemine dikkat çekiliyor. Hakîkatte buradaki göz¸ gönül gözüdür. Kâbe'ye gelen insanlar¸ buranın mânevî havasını teneffüs etmek suretiyle İlâhî bir vecd ile hakikatlere ulaşırlar; dolayısıyla hacıların gözleri açılır.

Müra'ât-i edebşartıyle gir Nâbî bu dergâha

Mataf-ı kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu

Nâbî¸ edep hususuna bir kez daha dikkat çeker. Çünkü burası son derece edepli olunması gereken bir yerdir. Nâbî son beyitte şöyle diyor: "Ey Nâbî¸ bu dergâha edebini gözetmek suretiyle gir¸ çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve peygamberlerin öptüğü yerdir." Şair burada kendisine hitap ediyor gibi¸ ancak mesajı bütün insanlaradır. Nâbî'ye göre Kâbe öyle bir mekândır ki¸ insanlarla birlikte melekler de orada tavaf yapmaktadır. Kâbe'nin duvarında bulunan ve Cennet'ten geldiğine inanılan Hâcerü'l-Esved¸ bugünkü bulunduğu yere Peygamber Efendimiz tarafından yerleştirilmiştir. Nâbî¸ Kâbe için burası kutsal bir mekândır ve bu binada Hz. Peygamber (s.a.v.)'in dahi öptüğü bir taş vardır diyerek onun kutsiyetinin sebeplerinden birini dile getiriyor.

Nâbî¸ edebiyatımızda hikemî tarzda yazdığı şiirleriyle tanınan bir şahsiyettir. Nitekim bu gazeli de asırlarca dillerden düşmemiş hikmet dolu bir şiirdir.

3 BOYUTLU KABE


3D 360 DERECE KABEYİ GEZEBİLİRSİNİZ

PEYGAMBERİMİZİN EVİ 3 BOYUTLU


Suudi Arabistan Krallığı, PEYGAMBERİMİZ (SAV) evini hadislerde söylendiği gibi gerçeğe yakın olarak tasarladı. Müze olarak da ziyarete açılan eve, üç boyutlu olarak internetten de bakabiliyorsunuz. 
PEYGAMBERİMİZ (SAV)’in hasır yatakta yatmayı sevdiği bilinirdi. Görüntülerde de hasır yatak göze çarpıyor. Yerde hasır kilimler ve duvara asılmış ok ve yay da dikkat çeken detaylardan.
Sevgilimizin evinde bir yatak ve 3-5 parça eşya. Ey insanoğlu nedir bu şatafat? Nedir bu israf? Hepsi kalacak bu dünyada. Efendimiz istese dünyalar önüne serilirdi. Allah sonumuzu hayır eylesin.
Görüntüyü detaylı görmek için isterseniz büyütüp, küçültebiliyorsunuz.

NURUNDANDIR TÜM NURLAR


Kur'ân ve sünnet¸ bizlere varlığın yaratılış seyri ve evreleri hakkında bilgiler vermiştir. Biz bu yazımızda Nur-ı Muhammedî hakkındaki rivayetler üzerinde duracağız. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Ben yaratılışta peygamberlerin ilki¸ gönderilişte sonuncusuyum."[1]


Varlığı Varlıkların Özü

İslâm âlimleri bu konuda şu açıklamaları yapmışlardır: Rasûlullah Efendimiz varlıkların özü¸ aslı ve çekirdeği olmuştur.[2] İlâhi nur ve feyz onun üzerinden diğer varlıklara intikal etmiştir.[3] Şerefli ruhu ve bedeniyle bütün âlemlere rahmet olmuştur.[4] Mübarek ismi Levh-i Mahfuz'da peygamberlerin ilki olarak yazılmıştır.

İmam Rabbanî (k.s.)¸ Mektûbât isimli eserinde Allah Rasûlü (s.a.v.) hakkında çok güzel bilgiler vermiştir. Özetle der ki: "Allah Rasûlü (s.a.v.) kâinatta Yüce Allah'ın muhabbet tecellisidir. Âlemin yaratılış sebebi bu ilâhî sevgidir. Yüce Allah cemali ve celaliyle bilinmek istemiş ve bunun için mahlûkatı yaratmıştır. Varlıkların yaratılışında sadece sevgi vardır. Bu sevgiye ilk mazhar olan da en sevgilidir. Yüce Allah'a varlıklar içinde en sevgili olanı habibi Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir. O ilâhî takdirde ilk sırayı aldığı gibi¸ varlık âlemindeki tecellide de ilk sırayı almıştır. Onun nuru bütün varlıklardan önce yaratılmıştır. Ayrıca bu nur ve o yüce ruh¸ bütün peygamberlerin¸ velîlerin ve mü'minlerin; nur¸ marifet¸ ilim¸ sevgi ve feyz kaynağıdır. Onun aracılığı olmadan kimseye bir nur¸ marifet¸ ilim¸ sevgi ve feyz gelmez. Bütün peygamberler onun ümmeti olmaktan ve kendisine tabi olmaktan şeref duyarlar. Zaten ahirette hepsi onun sancağı altında toplanacaktır. Yüce Allah onu seçmiş ve kendisini bütün âlemlere rahmet olarak yaratmıştır. Allah büyük lütuf sahibidir; onu dilediğine verir."[5]


İlk Yaratılışın Sırrı

Molla Aliyyü'l-Kârî(k.s.)¸ peygamberler içinde ilk olarak Allah Rasûlü'nün  (s.a.v.) ruhunun yaratıldığını belirttikten sonra ayrıca şunları ekler: "Bu hadiste¸ Allah Rasûlü'nün zerreler âleminde ilk olarak yaratılması yahut ilâhî takdirle Levh-i Mahfuz'a ilk olarak yazılması veya meleklere ilk olarak gözükmesi de kastedilmiş olabilir."[6]
Diğer hadislerde şöyle buyurulmuştur: "Âdem henüz yaratılış çamuru içinde yoğrulmakta iken¸ ben Allah katında peygamberlerin sonuncusu olarak takdir edilmiştim."[7]
"Âdem ruhu ile cesedi arasında iken ben peygamber olarak yazılmıştım."[8]
Cafer-i Sadık (k.s.) demiştir ki: "Allahu Teâlâ her şeyden önce Hz. Muhammed (s.a.v.)'in nurunu yaratmıştır. Allahu Teâlâ'nın birliğini ilk ikrar eden onun nuru ve ruhudur. Allahu Teâlâ Kalem'e ilk olarak ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedü'r-Rasûlullah' yazdırmıştır."[9] Bu işin hakikatini ancak Yüce Yaratan ve ilâhî nur ve bilgi ile kendisini desteklediği kimseler bilir. Yüce Allah Rasûlullah (s.a.v.)'i bu sıfatıyla hazırlamış¸ onu lütuflarına gark etmiş¸ ismini Arş'a yazmış¸ kendisini bütün meleklere ve âleme tanıtmış ve böylece katındaki şeref ve kıymetini göstermiştir. Rasûlullah (s.a.v.)Efendimiz o zamanda bu sıfat ve hakikatiyle mevcuttu¸ şerefli bedeniyle daha sonra gelmesi buna mani değildir."[10]
Mustafa Takî Efendi'ye göre¸ Peygamberimizin mübarek ruhları binlerce perdelerde binlerce yıl kalarak olgunluğa erişmiş[11]¸ bu perdelerden sonra şu deryalara daldırılmıştır: Şefaat¸ Nasihat¸ Şükür¸ Sabır¸ Sehavet¸ Yakîn¸ Hâl¸ Kanaat ve Muhabbet. Muhabbet deryasında 700 makam vardır ve bu makamlardan bazıları şunlardır: Tevhid¸ marifet¸ iman¸ İslâm¸ havf¸ recâ şükür¸ sabır¸ hudû¸ inayet¸ haşyet¸ heybet¸ hürriyet¸ kanaat¸ tevfiz¸ irâdet ve muhabbet.[12] Peygamberin ruhunun bu serüveni ile ilgili olarak Aziz Mahmûd Hüdâyî de şunları söylemektedir: "Rivâyet edilir ki¸ Allah kendi nurundan bir parça aldı. Daha gökler¸ yer¸ arş¸ Kürsî¸ cennet ve cehennem yaratılmadan 324 bin sene önce; o nurdan Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in nurunu yarattı. Dünyada göründüğü gibi onun için ruhânî bir şekil var etti."[13]
Bu olaylardan sonra beyaz bir kuş şeklinde dört bin sene rahmet deryasına daldırılmış ve bu dalıştan sonra kendisinden yüz yirmi bin damla dökülmüştür ki bu damlalar nebi ve peygamberlerin zuhuruna sebep olmuştur.[14]
Daha sonra mahlukâtı yaratmak istediğinde Allahu Teâlâ Peygamberimizin nurunu dört parçaya ayırmış¸ ilk parçasından "Kalem"¸ ikincisinden "Levh"¸ üçüncüsünden "Arş" yaratılmış ve dördüncü parça tekrar dört parçaya ayrılarak ilkinden "Hamele-i Arş"¸ ikincisinden "Kürsî"¸ üçüncüsünden "Melekleri" yaratarak dördüncü kısmını yine dörde ayırmış ve ilkinden "Semâvât"¸ ikincisinden "Yerler"¸ üçüncüsünden "Cennet ve Cehennemi" yarattıktan sonra bu dördüncü parçayı da dörde ayırmış ve ilkinden "mü'minlerin gözlerinin nurunu"¸ ikincisinden "kalplerin nurunu-Marifetullah"¸ üçüncüsünden "lisanları" yaratmıştır.[15]Bütün bunlardan sonra Allahu Teâlâ Hazretleri: "Ya Muhammed! İzzet ve celalim hakkı için sen olmasa idin yerleri ve gökleri yaratmazdım" buyurmuştur.[16] Ve bütün ruhları yarattıktan sonra "Elestübi-rabbiküm"[17] hitabında bulunmuş önce bu hitaba Hazreti Peygamber (s.a.v.)'in ruhu "Belâ" şeklinde cevap vermiştir.[18]
Allame İbn Receb Hanbelî (k.s.)¸ Rasûlullah (s.a.v.)'in ruhu ile âlemi şereflendirmesi hakkında der ki: "Rasûlullah (s.a.v.)¸ Hz. Âdem yaratılmadan önce kendisine peygamberliğin verildiğini haber vermiştir.  Bu durum ilâhî ilimde olan bu hükmün Levh-i Mahfuz'a yazılmasından sonra üçüncü mertebede gerçekleşmiştir. Bu mertebe¸ saadetli ruhunun yaratılması ve varlık âlemine intikal etmesidir. Böylece onun peygamberliği kesinleşmiş ve başlamıştır. Hiç şüphesiz insanın yaratılmasındaki asıl maksat¸ Cenab-ı Allah'ın habibi Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir. O¸ insanlığın özü¸ çekirdeği¸ en seçkini ve varlık âlemine intikalinin en güzel vasıtasıdır."[19]
İmam Abdülgani Nablusî (k.s.) der ki: "Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) herkese fayda verir; bütün peygamberlerin ruhları¸ âriflerin ve salihlerin kalpleri¸ elde ettikleri ilimleri¸ ilâhî hikmetleri¸ rabbanî marifetleri ve Melekût Âlemi'nin sırlarını Rasûlullah(s.a.v.) Efendimiz'in ruhundan alırlar. Bunun için ona¸ ‘Ruhların Babası' denir. Yukarıda saydığımız bütün ilimler onun ilminden¸ hikmet ve marifetinden alınmadır. Yüce Allah Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'i zatı ile insanlar arasında bir geçit ve tecelli mahalli yapmıştır. Bunun için Hz. Âdem (a.s.) Rasûlullah Efendimiz'le Mirac'ta karşılaşınca ona; ‘Ey vücuduyla evladım¸ maneviyatıyla babam olan (varlık âlemine geliş sebebim olan) zat' demiştir."[20]


Âlemlere Rahmet Nuru

"Allah nurunu âleme yaymıştır. Bu nuru alma yolu¸ âlemlere rahmet olan Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'dir. Kim kalbini ona çevirir ve onun kalp aynasında parlayan nura yönelirse¸ yöneliş derecesine göre o nurla kalbi aydınlanır. Bazıları ondan imanın suretini alır; dünyada küfürden¸ ahirette ateşten kurtulur. Bazı kalpler ondan farklı derecelerde imanın hakikatini alır¸ kâmil insan olur. Bazı insanlar da ondan hiç nur alamaz¸ küfür içinde kalır¸ sapıtır."[21]O nurdan bolca nasiplenen kâmiller¸ yeryüzünde nurun taşıyıcısı olurlar. Bu konuda Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın yeryüzündeki insanlar içinde feyz ve nur kapları vardır. Rabbinizin kapları salih kullarının kalpleridir. Bu kalplerin O'na en sevgili olanları da en yumuşak ve en ince olanlarıdır."[22]

İmam Büsurî Hazretleri¸ Kaside-i Bürde adlı meşhur eserinde¸ âlemlere rahmet olan Peygamber Efendimiz'i tanıtırken¸ şöyle der: Hz. Muhammed (s.a.v.) yaratılmış bir beşerdir; fakat Allah'ın yarattığı bütün varlıkların en hayırlısıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.) fazilette bir güneştir; diğer peygamberler ise onun yanında birer yıldız gibidir¸ ondan aldıkları ışığı karanlıklarda insanlara yansıtmaktadırlar."

İbn Hacer-i Heytemî (k.s.):"Bütün peygamberler ışıklarını Hz. Muhammed (s.a.v.)'den alırlar¸ çünkü o hepsinin en büyük sultanı¸ övülmeyi hak eden en şerefli reisi ve en yüce imamıdır."[23]
Takî Efendi¸ "Nûr-i Muhammedî" şeklinde adlandırdığı nûrun erkekler vâsıtasıyla nesilden nesile aktarıldığını¸ son olarak babası Abdullah ve nihâyet anneleri Âmine Hatun'da ortaya çıktığını ve doğum hâdisesi ile de bu nûrun şuhûd âlemine teşrif ettiğini ifade eder.

Beyaz bir kuş kanatlarını nûr-ı Muhammedînin üzerine eğmiş¸ üç gün meleklerin ziyaret etmesinden sonra insanların ziyaretine müsaade edilmiştir.[24]Doğum anında Âmine Hatun Şam'ın saraylarını¸ üç alemin doğu¸ batı ve Kâbe'nin damına dikildiğini görmüştür.  "Şifa Hatun" doğum esnasında şahit olduğu şu olayı anlatır: "Hazreti Peygamber (s.a.v.) aksırınca; "Elhamdülillâhi Kesîran" dedi. Bunun üzerinde gizli bir ses; "Yerhamüke Rabbüke" dedi ve evin içerisi nur ile doldu. Fatma bint Abdullah'ın nakli şu şekildedir: "O doğduğu vakit bütün ev nurla doldu¸ yıldızların yaklaştığını gördüm¸ neredeyse üzerime düşecekler sandım. Doğum sırasında Hazreti Âmine'den bütün evi aydınlatan bir nûr çıktı¸ o kadar ki o nurdan başka bir şey göremez oldum."[25]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in dünyaya gelir gelmez ilk işi¸ yaratıcı olan Allah'a ibadet ve ümmetlerinin affı için yalvarmak olmuştur. Allahu Teâlâ'ya "Celâlü Rabbî'-r-rafîı" cümlesini söylemiştir. Bir bulut zuhur etmiş ve Hazreti Peygamber (s.a.v.)'i semalara çıkarmış¸ gizli bir ses şöyle nida etmiştir: "Peygamberin ziyaretini insanlardan gizleyin."[26] Daha sonra Peygamber sırasıyla Âdem'in safveti¸ Nuh'un rif'ati¸ İbrahim'in hilleti¸ İsmail'in lisanı¸ Yusuf'un cemâli¸ Yakup'un beşâreti¸ Davut'un savtını¸ Eyüp'ün sabrını¸ Yahya'nın zühdünü¸ İsa'nın keremi ile ilgili makamların gezdirildiğini ve bunların hepsinin Peygamberimize verilmesinin emredildiğini söyler. Bu olaydan sonra kendisine "Nübüvvet¸ nusret ve izzet" anahtarlarının verildiğini belirtir.[27]

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) maneviyat âleminin güneşidir. Bu güneşin ışığı süreklidir; O¸ dünyada olduğu gibi ahirette de en parlak şekilde nur vermeye¸ ışık saçmaya devam edecektir. Çünkü o bütün âlemlere rahmet olarak yaratılmıştır. Bu rahmet¸ bizim için gönderilmiştir; şükür ki¸ bizler ümmet olarak onun payına düştük; buna razı olalım¸ sevinelim¸ bu rahmeti tanımaya ve ışığıyla aydınlanmaya bakalım…









[1]Taberî¸ Câmiu'l-Beyân¸ 19/23; Beyhakî¸ Delâilü'n-Nübüvve¸ 1/42.
[2]İbn Acibe¸ el-Bahru'l-Medîd fi Tefsiri'l-Kur'ani'l-Mecid¸ 6/34.
[3]Nebhânî¸ Cevâhirü'l-Bihâr fî Fedâili'n-Nebiyyi'l-Muhtâr¸ 3/376-377.
[4]Bursevî¸ Rûhu'l-Beyân¸ 5/630; Nebhânî¸ Cevâhiru'l-Bihâr¸ 3/34¸ 376¸ 377.
[5]İmam Rabbanî¸ Mektubat¸ 121. Mektup.
[6]Aliyyü'l-Kârî¸ Şehü'ş-Şif⸠1/109.
[7]Hakim¸ Müstedrek¸ 2/453; Ahmed bin Hambel¸ Müsned¸ 4/127¸ 128;
[8]İbnHıbban¸ Sahih¸ no: 6404; el-Muttakî¸ Kenzü'l-Ummâl¸ no: 32114.
[9]İbnu Acibe¸ el-Bahrü'l-Medid¸ 7/38.
[10]Şâmî¸ Sübülü'l-Hüd⸠181; Nebhânî¸ Hüccetullahiale'l-Âlemin¸ 1/41
[11] Mustafa Takî¸ "Tarih-i Nur-i Muhammedî¸ Tarih1"¸ s.12.
[12]Takî¸ "Târîh 1"¸ s.14.
[13]Aziz MahmudHüdâyî¸ "Hülâsatü'l-Ahbâr I"¸ Hazırlayan: Mustafa Özdemir¸ (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) İst.1994¸ s.45.
[14]Takî¸ "Târîh 1"¸ s.15.
[15]Takî¸ "Târîh 1"¸ s.116-17.
[16]Takî¸ "Târîh 1"¸ s.18.
[17]46/Ahkâf¸ 34.
[18]Takî¸ "Târîh 1"¸ s.21.
[19]İbnReceb¸ Letâifü'l-Meârif¸ 159-162.
[20]Abdülgani Nablusî¸ Şerhu's-Salati'l-Meşişiyye¸ (Ataullah İskenderî'nin¸ Unvânü't-Tevfik fi Âdabi't-Tarik kitabıyla birlikte) s. 70.
[21]SenâullahMazharî¸ Tefsirü'lMazharî¸ 6/411-412.
[22]EbûNuaym¸ Hilye¸ 6/97; Abdullah b. Ahmed¸ Zevaidü'z-Zühd¸ 153
[23]Heytemî¸ el-Umde fî Şerhi'l-Bürde¸ s. 281-292.
[24]Takî¸ "Târîh 8"¸ s.11.
[25]İbn Sad¸ "et-Tabakât"¸ Beyrut 1960¸ c.I¸ s.150; Taberi¸ "Tarih"¸ c.II¸ s.968.
[26]Takî¸ "Târîh 8"¸ s.20.
[27]Takî¸ "Târîh 8"¸ s.21¸22.



EVLİYA RÜYÂLARINDA HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)

"Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ kendisi ile ilgili rüyâlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Sizden kim beni rüyâsında görse¸ bilsin ki o gerçekten beni görmüştür; çünkü şeytan benim sûretime giremez."

Son hastalığı sırasında¸ "Ümmetime nübüvvetten sonra sadece mübeşşirat kalmıştır." diyen Peygamberimiz (s.a.v.)¸ mübeşşiratı mü'minlerin göreceği sâdık rüyâlar olarak tanımlamıştır.[1] Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ kendisi ile ilgili rüyâlar hakkında ise şöyle buyurmuştur: "Sizden kim beni rüyâsında görse¸ bilsin ki o gerçekten beni görmüştür; çünkü şeytan benim sûretime giremez."[2] Demek oluyor ki şeytan¸ bazı hallerde başkalarının sûretine girerek¸ rüyâ sahiplerini aldatabilir. Ancak şeytan¸ Peygamberimiz (s.a.v.)'in sûretine giremeyeceği için¸ onunla (s.a.v.) ilgili rüyâlar¸ mutlak anlamda sâdık rüyâlardır. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)'i rüyâda görmek¸ hayır olması hasebiyle hakkı¸ hakîkati¸ gerçeği ve doğruyu görmek anlamına gelir.[3] Hayatlarını Peygamberimiz (s.a.v.)'in sünnetini ihyâ etmekle geçiren sûfîlerin hemen hepsi¸ ömürlerinde en az bir kez rüyâlarında Peygamberimiz (s.a.v.)'i görmüşlerdir. Peygamberimiz (s.a.v.)'le ilgili sâdık rüyâların bir kısmı ileriye dönük müjdeler-haberler¸ bir kısmı da doğru bilgiler veya uyarılar ihtivâ eder. Bazı örnekler vermek adına şimdi sûfîlerimizin gördükleri Peygamber rüyâlarına bir seyahât edelim.

Hz. Ebû Sâlih bin Abdullah'ın Peygamber Rüyâsı

Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin babası Hz. Ebû Sâlih bin Abdullah¸ 60 yaşında iken henüz oğlu doğmadan önce¸ rüyâsında bir yerde toplanmış olan Peygamberimiz (s.a.v.)'i¸ ashâb-ı kirâmı ve evliyâyı gördü. Peygamberimiz (s.a.v.) ona; "Ya Ebâ Sâlih! Allahu Teâlâ bu gece sana çok kâmil bir erkek evlâdı ihsân etti. O benim evlâdımdan¸ soyumdandır. Onun derecesi ve şânı başkalarından çok üstün ve yüksek olacak." buyurarak müjdeledi. Uykusundan heyecanla uyanan Hz. Ebû Sâlih¸ kalbinde sevinç duydu ve hicrî 470 yılının sabahında eşi¸ Abdülkâdir ismini koydukları bir erkek evlat dünyaya getirdi.[4]

Hz. Ebû Hâzım Mekkî'nin Peygamber Rüyâsı

Büyüklerden bir zât Hz. Ebû Hâzım ile yaşadığı bir hâtırasını şöyle nakletmiştir: "Hacca gitmek üzere yola çıkmıştım. Bağdat'a varınca tâbiînin büyüklerinden olan Hz. Ebû Hâzım'a gittim. Onu uyur halde bulunca uyanana kadar bekledim. Uyanınca bana dönerek şöyle dedi: ‘Şu anda rüyâmda Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördüm. Benimle sana şu haberi gönderdi. Peygamberimiz (s.a.v.)¸ ‘Annenin hakkını gözetmen¸ senin için hac yapmaktan daha iyidir. Geri dön ve onun rızâsını kazan.' buyurdu." Bu rüyâ üzerine o büyük zât¸ Mekke'ye gitmekten vazgeçmiş ve annesine bakmak üzere evine geri dönmüş.[5]

Hz. Bişr-i Hafî'nin Peygamber Rüyâsı

Bir keresinde Hz. Bişr-i Hafî¸ rüyâsında gördüğü Rasûlullah (s.a.v.) kendisine şu suâli sormuş: "Hiç bilir misin ki¸ Hak Teâlâ akranın arasından niçin seni seçip dereceni yüceltmiştir?" Büyük bir mahçûbiyetle Hz. Bişr-i Hafî¸ "Hayır¸ bilmiyorum ya Rasûlallah!" diye cevap vermiş. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: "Çünkü sen sünnetime tâbi oldun¸ Sâlihlere saygı gösterdin¸ kardeşlere öğüt verdin ve ashâbımı ve ehl-i beytimi sevdin. Bu yüzden seni iyiler makâmına terfî ettirdim."[6]

Hz. Ebû Bekir Kettânî'nin Peygamber Rüyâsı

Kendi ifadesiyle elli bir kez Peygamberimiz (s.a.v.)'i rüyâsında gören Hz. Ebû Bekir Kettânî¸ Hz. Ali hakkında içinden şöyle düşünüyordu: "Keşke Hz. Ali¸ halifelik hakkından ferâgat etseydi de¸ bunca kan akmasaydı. Peygamberimiz (s.a.v.)¸ onun hakkında¸ "Hz. Ali'den başka yiğit yoktur." buyurmuşlardır. Gerçi¸ Hz. Ali hak¸ Hz. Muâviye bâtıl üzereydi¸ Esasen yiğitliğin gereği de işi Hz. Muâviye'ye bırakmaktı." Bundan dolayı Hz. Ali'ye karşı biraz soğukluk beslemişti. Şimdi ise Hz. Kettânî'yi dinleyelim: "Mekke'de Safâ ve Merve arasında bir evim vardı. Bir gece Hz. Muhammed (s.a.v.)'i rüyâmda gördüm. Ashâbıyla birlikte gelmişlerdi. Beni yanına çağırdı. Hz. Ebû Bekir'i işâret ederek¸ "Bu kimdir?" dedi. Ben ismini söyledim. Sonra Hz. Ömer'e ve Hz. Osman'a işaret ederek aynı soruyu sordu. Ben her defasında isimlerini söyledim. Sonra Hz. Ali'yi gösterdi ve "Bu kimdir?" dedi. Ona karşı kalbimdeki soğukluk ve kırgınlık sebebiyle utandım. Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ beni bunun üzerine Hz. Ali ile kardeş yaptı. Biz de bunun üzerine kucaklaştık. Sonra onlar gittiler¸ ben mü'minlerin emiri Hz. Ali ile baş başa kaldım. Ebû Kubeys Tepesi'ne çıktık ve oradan Kâbe'yi seyrettik. Uyandığımda Hz. Ali'ye karşı soğukluk ve kırgınlıktan bir zerre kalmamıştı."[7]

Hz. Ebû Abdullah Muhammed Bin Hafîf'in Peygamber Rüyâsı

Hz. Ebû Abdullah Muhammed¸ gördüğü bir olay üzerine gördüğü rüyâyı şöyle anlatmıştır: "Bir kere Rum diyârındaydım. Bir gün sahrâya çıktım¸ hayâlet gibi (ölmüş) bir rahip getirip yaktılar¸ külünü körlerin gözlerine koydular¸ Yüce Allah'ın kudretiyle hepsi de görür hâle geldi¸ külü yiyen hastalar da şifa buldular. ‘Bâtıl üzere olmalarına rağmen ne bu hâl?' diye şaşırmıştım. O akşam rüyâmda gördüğüm Hz. Muhammed (s.a.v.)'e¸ ‘Ya Rasûlallah! Bu ne hâl?' dedim. O (s.a.v.) da cevâben ‘Bu¸ bâtıl üzere olmasına rağmen sıdkın ve riyâzetin eseridir. Bir de Hak üzere bulunsaydı nasıl olurdu?' buyurdular."[8]

Hz. Ebû Muhammed Cerîrî'in Peygamber Rüyâsı

Bir kere dergâha yalınayak ve saçları uzamış bir derviş gelmiş¸ abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra başını yakasına sokmuş. O gece halîfe¸ dergâhtaki dervişleri davet etmiş. Hz. Ebû Muhammed Cerîrî¸ misafirin yanına vararak¸ "Dervişlere uyarak¸ davete katılmak ister misin?" demiş. Başını kaldıran misafir derviş ise şöyle cevap vermiş: "Halîfeye gitmeyi arzulamıyorum. Ama bir bulamaç aşı isterim. Eğer emrederseniz ne âl⸠yoksa sen bilirsin." Hz. Ebû Muhammed Cerîrî¸ dervişlere uymayıp şahsî bir arzu ileri sürdüğü için¸ misafire pek iltifat etmemiş. Hz. Ebû Muhammed Cerîrî¸ akşam gördüğü rüyâsını ise şöyle anlatır: "Uyuduğumda rüyâmda yanında iki yaşlı ve peşinde birçok kişi olduğu halde Rasûlullah (s.a.v.)'in geldiğini gördüm. ‘Şu iki ihtiyar kim?' diye sorunca¸ ‘Biri İbrahim Halil¸ öbürü Musa Kelim ve yüz binlerce nebî!' cevabını aldım. Hemen ileri atılarak selâm verdim. Ama o bana hiç yüz vermedi. ‘Ben ne yaptım ki mübârek yüzünü benden çeviriyorsun¸ ya Rasûlallah?' dedim. ‘Dostlarımdan biri bulamaç aşı istedi¸ sen ise cimrilik yaparak vermedin.' dedi. Derhal ağlayarak uykudan uyandım. Dergâhtan kulağıma bir ses geldi. Ola ki misafir derviş gider diye düşündüm. Sonra yanına vardım ve ‘Ey Aziz! O arzunu tatmin edebilmen için lütfen biraz bekle.' deyince tekrar başını önüne eğerek gülümsedi ve ‘Bir kimse bir arzusunun tatmin edebilmesini senden isteyecek¸ ama sen yüz yirmi bin nebî şefâat etmedikçe onun arzusunu tatmin etmeyeceksin.' dedi ve çıkıp gitti. Çok aradıysam da bir daha onu göremedim."[9]






[1] Buhârî; Tabir: 5. Müslim; Salât: 257-258. Tırmizî; Rü'yâ: 2. İbni Mâce; Rü'yâ: 1.

[2] Buhârî¸ Kitâbu't-Ta'bîr¸ 10; Müslim¸ Kitâbu'r-Ru'y⸠11-13; İbni Mâce¸ Kitâbu Ta'bîri'r-Ru'y⸠2; Tirmizî¸ Kitâbu'r-Ru'y⸠4; Dâremî¸ Kitâbu'r-Ru'yâ; 4.

[3] Müslim¸ Kitâbu'r-Ru'y⸠11; Bedruddîn Muhammed b. Ahmed el-Aynî¸ Umdetu'l-Kârî Şerhu Sahîhi'l-Buhârî¸ Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî¸ ts.¸ XXIV; s. 140-141.

[4] M. Yusuf Güven ve Osman Fatih Belbağı; Hakikat Penceresi mi? Hayal Perdesi mi? Rüyâ. Gül Yurdu Yayınları; İstanbul; 2006; s. 252.

[5] Ferîdüddîn-i Attâr; Evliya Tezkireleri; (Terc.: Süleyman Uludağ); Kabalcı Yayınevi; İstanbul; 2007; s. 95.

[6] Attâr; 2007; s. 150.

[7] Attâr; 2007; s. 512.

[8] Attâr; 2007; s. 518.

[9] Attâr; 2007; s. 523-524.

5 Nisan 2014 Cumartesi

Dünden Bugüne Edep Geleneğimiz



Osmanlı âile düzeninde sofra âdâbına çok dikkat edilirdi. Âilenin bir sofra düzeni vardı.Aynı zamanda bütün âile fertlerinin sofrada aynı anda bulunması şarttı.
Bugünkü gibi aklına gelen tabağı alıp televizyon karşısına geçip yiyemezdi.Herkesin sofrada bulunması şarttı.Yemeğe önce evin büyüğü başlardı.Yemekten önce mutlaka «besmele» çekilirdi.Bu sofralarda, yemekte fazla konuşulmazdı.Yüksek sesle gülünmez, yemeği beğenmeyen, sevmeyen biri varsa, bunu açıklamazdı.Sofrada su içmek isteyen olursa, gençlerden biri bardağına suyu koyar.O kimse suyunu bitirinceye kadar sofradakiler bekler, su içenin yemek hakkı böylece korunurdu.Herkes önünden yer, ekmek ve su bırakmazdı. Çünkü bu da bir yerde israfa gidiştir.”
.     Eski İstanbul’un hamam kitâbelerinden birinde, huy güzelliği ve temizliğinin ehemmiyetini ecdâdımız şu güzel ifadelerle vurgulamış:“Tıynetin nâ pâk ise, hayr umma sen germâbeden.
Önce tathîr-i kalb et, sonra tathîr-i beden.”

Günümüz diliyle:“Kötü huylu, pis karakterli bir kimse isen, hamamdan bir hayır umma.
Temizlenmek istiyorsan önce kalbini temizle, sonra bedenini.”

Hamamla dahi insanı irşâd edip rüşt sahibi yapmayı vazife bilen bir medeniyetin bugün için söyleyecekleri, eskimiş masal sözler değil, belki bizim anlayamayacağımız kadar yüksekte olduğundan kıvranıyoruzdur…
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...