Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Besmelenin Fazileti

Besmele-i Şerifenin fazileti


قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ
إِنَّهُ مِنْ سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
أَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُونِي مُسْلِمِينَ
Meali: (Süleyman'ın mektubunu alan Sebe melikesi): "Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı" dedi. "Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla (başlamakta)dır. " "Bana karşı baş kaldırmayın, teslimiyet göstererek bana gelin diye (yazmaktadır)." (Elmalılı meali; neml 29-30-31)

v Süleyman as hüd hüd kuşuna; “al şu mektubumu götür de onlara ver, sonra kendilerinden ayrıl da bak; neye varacaklar, ne karar verecekler.” Dedi. Hüdhüd mektubu götürdü. Belkıs kapıları kapatmış uyuyordu. Yanına mektubu bırakıp bir kenarda beklemeye başladı.
Belkıs Hüdhüd’ün bıraktığı mektubu alınca 12000 kişi olan idare heyetini topladı ve:
“ Ey topluluğun ileri gelenleri!
Bana bir name (mektup) bırakıldı ki çok mühim. Süleyman’dan geliyor ve şöyle diyor; Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismi ile! Doğrusu bana karşı koymayınca Müslüman olarak gelin.!” Diye mahiyetini açıkladı. Kraliçe Belkıs mektubu açıklamış ve istişareye açmıştı.
Dediler ki; biz bir kuvvet sahibiyiz ve şiddetli harp ehliyiz. Mamafih emir sana aittir. Bak, ne ferman buyurursun.
Böylelikle harbe hazır olduklarını bildirip başka münasip bir yol bulunursa memnun olacaklarını söylediler ve kararı devlet başkanı olan Belkıs’a bıraktılar.
İşte cenab-ı Hakkın ayeti kerimede haber verdiği hadise budur.

v Kur’an-ı Kerimde 114 sure vardır. 114 adette besmele vardır. Bu besmelelerden 113 tanesi surelerin evvelindedir. Sonuncusu ise biraz önce zikrettiğimiz neml suresinin içerisinde geçer. Tevbe suresinin başında (muhtelif rivayetlerle birlikte harp ve kıtalden bahsettiği için ) besmele olmamakla Kur’an-ı Kerimde 114 besmele vardır.

v Hanefi mezhebi âlimlerine göre besmele Kur’an-ı Kerimden bir ayettir ve teberrüken surelerin arasını ayırmak için yazılır. Diğer bazı âlimlere göre ise besmele bir ayet değildir.
besmelenin kur’n-ı Kerimden tam bir ayet olmamasının sebebi ise; cünüp adet gören ve doğum yapan kadınların da okuyabilmeleri içindir.8(TT)

v Peygamber efendimiz ebu Davud’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki;
كُلُّ اَمْرٍ ذِى بَالٍ لَمْ يُبْدَأْ بِبِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ فَهُوَ اَقْطَعُ

“Kendisine besmele ile başlanılmayan her işin sonu ziyade kesiktir.” Buyurmaktadır.” (TT)

v Besmele surelerden bir cüz değildir. Besmele surelerin arasını ayırmak ve teberrüken kendisi ile başlanması için inmiştir. Çünki her hayırlı işe onunla başlanır. Besmele Kur’an-ı Kerimin anahtarıdır. Levhi mahfuzda kalemin ilk yazdığı şey ve Adem as’a ilk inen Besmele-i Şerife’dir. (RB) besmele levhi mahfuza 700 senede yazılmıştır (TT)
az önce okumuş olduğumuz hadis-i şerife binaen hayır ve bereket olması için şerefli her işe başlarken Allah’ın ismini anmaya dili alıştırmak lazımdır. Çünki onun manası; evvelinde besmele çekilmeyen her şerefli iş hakikatte noksan, fayda ve bereketi azdır. Bu hadis-i şerifte meşru olan her işin evvelinde besmele çekmenin sünnet olduğuna işaret vardır. Mesela; abdest gibi. Abdestin başında besmele çekmeyi unutursa hatırladığında çeker ancak sünnet yerine gelmiş olmaz. Zira başka bir hadis-i şerifte peygamber efendimiz “Allah’ın ismini anmayanın abdesti yoktur” yani o abdestin fazilet ve kemali yoktur buyurmaktadır. (TT)

v Kafirler kendi ilahlarının adı ile işe başlarlar ve “bismillati vel uzzeti” derlerdi. Bundan dolayı tevhid ehline Allah’ı bir bilen mü’minlere, Cenab-ı Hakk’a mahsus olan bir isimle başlamaları vacip oldu. Buda fiilin hazif ve te’hiri ile Bismillahi oldu. Zira bunun manası “Rahman ve rahim olan Allah’ın adı ile” demektir. Fiil olmadığından dolayı hangi işe başlanacaksa ona işaret ederek, Allah’ın adı ile okuyorum, yazıyorum, konuşuyorum, yiyorum… gibi her fiili ifade eder. (RB)

v Besmele-i şerif ب harfi ile başlar. İlk harf olan elif değilde B harfinin kullanılmasında pek çok sebep ve hikmet vardır. Bunlardan bazısını ifade etmek gerekirse
* ا te yükseklik, kibir ve uzunluk vardır. ب de düşüklük tevazu ve inkisar (kısalık) vardır. Kimde Allah rızası için tevazu olursa Allah onu yüceltir.
*ب şefevi yani dudakların açılması ile çıkan bir harfdir. ب nin teleffuz edilmesi için dudaklar açılır. Kendisinden başka şefevi olan harflere açılmadığı şekilde onun için açılır. Bu insan zürriyetinin ağzının ilk önce ب harfi ile açldığındandır. مْكُبِّرَبِ تُلَسْأَ Ben sizin Rabbiniz değil miyim ? ahdinin cevabında biz ب harfi ile بلى evet, sen bizim rabbimizsin! Dedik. İşte bundan dolayı ب harfi insanlar tarafından ilk konuşulan harftir. ب harfiyle insanoğlunun dudağı açıldı.
İşte bu ve bunlar gibi pek çok diğer hikmetlerden dolayı İlahi hikmet ب harfini diğer harfler üzerine tercih etti. Onun değerini yükseltti burhanını izhar etti. Onu kitabının anahtarı kelamının ve hitabının başlangıcı kıldı. (RB)

v Yine ب harfinin devamında الله lafzai celali ile cenab-ı hakkın ismini zikrederiz. Bunun gibi el kuddus (tertemiz) el alim (herşeyi hakkıyla bilen) yada el halık(yaratıcı) isimleri ile de besmeleye başlamak mümkündür. Fakat الله lafzai celali muhtar olan görüşe göre ism-i azamdır. Ve cenab-ı hakkın bütün isim ve sıfatlarına şamil olan bir isimdir. Yani elkuddus (tertemiz) kimdir Allah, el alim (herşeyi hakkıyla bilen) kimdir Allah, yada el halık(yaratıcı) kimdir Allah diye bütün esma ve sıfatı ilahiyeye şamildir. Bu nedenle besmelede cenabı hakkın Allah ismi celali zikredilmiştir.

v الرحمن lugatta kalbin inceliği ve şefkat manasına gelir. Burada rahmandan maksat; ihsan ve fazlü keremdir. Rahman; mahlukata şefkat ederek onlara rızık veren, onlar üzerinden belaları uzaklaştıran, takva sebebiyle rızkı artırmyan, yahut facir yani günahkar olduğu için rızkını eksiltmeyen aksine herkese dilediği şekilde rızık veren demektir.

v Bu rahmet ile alakalı olarak peygamber efendimiz riyazüssalihinde geçen bir hadisi şerifinde buyuruyor ki;
“Allah rahmetini 100 parçaya ayırdı. 99 parçasını kendi katında tuttu, bir parçasını da yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmetten hissedar olması sebebi ile mahlukat birbirine acır. Hatta at, yavrusuna dokunmasından korktuğu için (onu emzirirken) ayağının bir tırnağını yukarıya kaldırır.” Hadisi işte cenab-ı Hakkın dünyada kullarına göstermiş olduğu merhamete işarettir.

v الرحيم rahmetten gelir. Mesela içinde bulunan cenine şefkat ve merhamet beslediği için ana rahmine rahim denilmiştir. Rahim ismi ahirete işaret eder, Cenab-ı Hakkın ahirette adaletle muamele edeceğini gösterir. Mü’min olanlara mükafat ile, kafir olanlara ise adaletli bir şekilde azap edeceğini haber verir.

v Yani kişi besmele çekerken “dünyada rahman (merhametli) ahirette rahim (adaletli) olan Allahın ismi ile” diyerek işine başlamış olur. (RB)

v Mü’min olan kulun her işinin evvelinde besmele çekmesi lazımdır. Ancak bu işlerin meşru yani dinin haram yada günah saymadığı işler olması gerekir. Zira hırsızlık gibi zina gibi katil gibi işlere başlarken besmele çekmek dini hafife almak alay etmek manasına gelir ki, Muhafazan Allah imanı kaybetmeye sebep olur. Fakat hayır olan her işe besmele ile başlamakta da elbette kat kat mükafat vardır.

v Aişe validemizden şu şekilde rivayet olunmuştur. Peygamber efendimiz ile ashaptan altı kişi beraber yemek yiyorlardı. Bir arabi geldi, iki lokmada yemeği bitirdi. Efendimiz; “eğer besmele çekseydi, yemek hepinize yeterdi” buyurdular. Demekki yemeğe besmele ile başlamak yemeğin bereketinin artmasına vesile oluyor.

v Öyle ise yemeye içmeye başlamadan evvel mutlaka besmele çekmek lazım. Eğer besmele çekmeyi unuttu ise, nasıl olsa unuttum diyerek devam etmemeli hemen besmeleyi çekmelidir.

v Yine aişe validemizden rivayet olunan bir hadisi şerifte; “sizden biriniz yemek yiyeceği zaman Allah’ın ismini ansın, evvelinde unutursa; “bismillahi evvelühü ve ahiruhü” desin” buyurmaktadır. Bu hadise isbat olarakta şu hadiseyi nakledelim.

v Bir arabi besmelesiz yemek yemeye başlıyor sonra hatırlayıp bemeleyi okuyor ve peygamber efendimiz tebessüm ediyorlar. Sebebi sorulunca “besmelesiz yemeğe başlayınca şeytanda onunla yemek yiyordu. besmeleyi okuyunca şeytan yediklerini istifra etti” buyurdular.

v Demek ki en basit ve en tabii işimiz dahi olsa başlarken evvelinde besmele çekmemiz icap etmektedir.

v Hadisi şerifte; kim said olarak yaşayıp şehit olarak ölmek isteyen her işe başlarken bismillahirrahmanirrahim desin.

v Hadisi şerif; bir yazı yazdığınızda başına ‘bismillahirrahmanirrahim’ yazınız ve yazıncada okuyunuz. Hz Allah izzet ve celaline yemin ederek isminin okunacağı her şeye şifa vereceğini ve isminin okunacağı her şeye şifa vereceğini ve ismi okunan her şeyi mübarek kılacağını beyan buyurdu.

v Hadis-i şerifte buyuruluyor ki;
“semaya çıktığım miraç gecesinde, bana cennetlerin hepsi arzolundu. Orada dört nehir gördüm. Sudan bir nehir. Sütten bir nehir. Hamr’dan bir nehir ve baldan bir nehirdi. Ve dedim ki;
“ey Cebrail! Bu nehirler, nereden kaynayıp çıkıyor ve nereye akıyorlar?” Cebrail as
“bunların nereden kaynayıp nereye aktıklarını bende bilmiyorum. Kevser havuzunun başına git. Orada rabbine dua et. Onların kaynayıp aktığı yerleri sana göstersin sana öğretsin. Peygamberimiz Rabbimize dua etti. Bir melek geldik. Efendimiz hazretlerine selam verdi melek. “Muhammed Mustafa gözlerini yum” dedi. Efendimiz “gözlerimi yumdum” dedi. Sonra melek “gözlerini aç” dedi. Bende gözlerimi açtım. Birde baktım ki büyük bir ağacın yanındayım. Beyaz inciden bir kubbe gördüm. Kubbenin kırmızı altından büyük bir kapı ve kilidi vardı. Dünyada ki bütün insanlar ve cinler bu kubbenin üzerine konsalardı. Bir dağın üzerindeki kuş kadar yer kaplarlardı. Dört nehrin bu kubbenin altından aktıklarını gördüm. Dönmek istediğim sırada melek bana; “neden kubbenin içine girmiyorsun” dedi, ben ona; “nasıl gireyim ki, kapının üzerinde kilit var, anahtarı da bende yok” dedim. Melek, “onun anahtarı ‘bismillahirrahmanirrahim’dir dedi. Ben kapının kilidine yaklaştım ve ‘bismillahirrahmanirrahim’ dedim. Kilit kendiliğinden açılıverdi. kubbeye girdim bu dört nehrin kubbenin dört köşesinde aktığını gördüm. Kubenin dört köşesinde ‘bismillahirrahmanirrahim yazılıydı.
su nehri بِسْمِnin مden akıyordu.
süt nehri اللَّهِ ın ه sinden çıkıyordu.
şurup nehri الرَّحْمَٰنِ ın م den çıkıyordu.
bal nehri الرَّحِيمِin م den çıkıyordu.
ben bu dört nehrin aslının besmele-i şerife olduğunu anladım. Cenab-ı Allah bana şöyle buyurdu.
“ey habibim Ahmet ve rasülüm Ya Muhammet! Senin ümmetinden kim beni bu isimler ile riyadan halis kalp ile ‘bismillahirrahmanirrahim derse, ona bu nehirlerden içireceğim. (RB)

v Bir rivayette buyuruluyor ki; besmele arşı alaya genişliğine yazıldı. Bu dört nehir buradan doğar ve havzı kevsere dökülür. Havzı kevser cennettedir. Kıyamet günü mü’minlerin susuzluğunu gidermek için arasata götürülür, sonra tekrar cennete nalolunur.
mü’minler;
su nehrinden içince; ölümsüz bir hayat bulurlar.
Süt nehrinden içtiklerinde noksansız bir vücuda sahip olurlar.
bal nehrinden içince; kendisinden sonra hastalık olmayan bir şifa ve afiyet bulurlar.
şarap/şerbet nehrinden içince; bir dinçlik ve ferahlık hissederler ki; artık mahzun olmazlar. (TT)

v Yine besmelenin faziletlerinden bahsetmek icap ederse peygamber efendimizin hadis-i şerifleri ile bu kıymetli sözcüklerin faziletini haber verelim.

v Peygamber efendimiz buyuruyor ki; “Kim ki; Allah’ın kendisini kıyamet günü 19 zebaniden kurtarmasını isterse ‘bismillahirrahmanirrahim’i çokça okusun. Çünki besmelede ki her harf, zebanilerden her biri için bir kalkandır. Besmelenin 19 harfi vardır. Allah tealanın yardımı olmazsa hiç kimse kuvvet ve şecaati ile zebanilere galip gelemez.”
gündüz ve gece toplam 24 saattir. 5 saatte 5 vakit namaz farz kılındı. Geriye 19 saat kalır. Bu harfler bu 19 saatte işlenen günahlara keffaret olur. (TT)


v Yine hadis-i şerifte buyuruluyor ki;
“kim ki; tazim için ve kirlenmesin diye içinde ‘bismillahirrahmanirrahim’ yazılı bir kağıdı yerden kaldırırsa Allah katında Sıddıklardan yazılır. Anne ve babasının azabı hafifletilir.”

v Bişr-i hafi hazretleri yolda giderken içinde Allah ismi yazılan bir kağıt görür. İnsanlar onu çiğnemiştir. Hemen kaldırır. Bir misk satın alır, temizler, kokular ve bir duvara asar. Ruyasında şöyle denir. “Ya bişr! Sen benim isimimi temizleyip kokuladın. Bende dünya ve ahirette senin ismini güzel kılacağım.” Bişri hafi hz. Uyanınca hemen tevbe eder. Ve Alim abid bir zat olur.

v Hz aliden merfu olarak rivayet edildiki; “içinde besmele yazılı bir kağıt yere düştüğünde, hz Allah melekleri göndedir. (semaya kadar) kanatları ile onun etrafını kuşatırlar. Hz Allah dostlarından bir dostunu gönderir o kağıdı kaldırtır. Kim besmele yazılı kağıdı yerden kaldırırsa; hz Allah onun ismini yüceltir, besmele hürmetine onu anne ve babasını mağfiret eder.”

v Hoca küçük çocuğa ‘bismillahirrahmanirrahim’ demesini öğrettiğinde, besmele bereketi ile cehennemden bir berat çocuğa, bir berat anne ve babasına bir beratta hocasına verir.

v İsa as bir yolculukta mezarlıktan geçerken, azap meleklerinin bir mevtaya azap ettiklerini gördü. Seyahatinden dönüşte aynı kabirde, rahmet meleklerinin nurdan tabaklar ile o mü’minin yanında olduğunu görünce hayretler içinde kaldı. İki rekat namaz kılıp dua ederek işin sırrını öğrenmeyi niyaz etti.
hz Allah ona şöyle vahyetti; ya isa! Kulum dünyada ki isyanı sebebi ile kabir azabı çekiyordu; öldüğünde hanımı hamileydi. Çocuğu dünyaya geldi, büyüdü. Annesi onu okumaya gönderdi, hocası ‘bismillahirrahmanirrahim’ demeyi öğretti.
“çocuğu yeryüzünde benim ismimi zikrederken kabirde babasına azap etmekten haya ettim ve onu bağışladım” buyurdu.

v Allah teala besmelenin kerametini 4 kişiye vermiştir;
1- hz nuh as “bismillahi mecraha ve mürsaha” dedi ve gemi su üzerinde yürüdü. Nuh as besmelenin yarısı ile kurtuldu.

2- hz Süleyman as “innehü min süleymane ve innehü bismillahirrahmanirrahim” dedi. Dünya ve ahirete malik oldu.
“Süleyman’ın emrine de rüzgarı verdik. Sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü bir aylık yol idi. Erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Hem rabbinin izni ile elinin altında cinlerden de çalışan vardı. Onlardan kim emrimizden dışarı çıkarsa, ona ateş azabından tattırdık.” (Sebe’ 12)
-melek bir kırbaç vurur cinni yanardı.-

3- Hz Muhammed besmelenin bereketi ile miraca çıktı, kabe kavseyn makamına ulaştı.

4- Ümmeti Muhammed besmelenin bereketi ile sırat köprüsünden şimşek gibi geçecektir.

v Allah dostlarından bir zat: “ben vefat ettiğimde alın ve göğsüme ‘bismillahirrahmanirrahim’ yazın” diye vasiyet etti. Sonra onu rüyada görenler oldu. Haliniz nasıldır diye sorulunca dedi ki; “azap melekleri gelip besmeleyi görünce; sen azaptan emin oldun” dediler. Buyurdu.

v Risale-i bünni’den;
besmelenin ebced hesabı ile adedi 786 dır. Herhangi bir iş için bu sayıda okunursa o iş tamam olur.
kim uykudan önce 21 kere okursa; o gece ani ölüm ve hırsızlıktan emin olur.
bir zalimin yüzüne karşı 50 defa okunursa zelil olur ve Allah onun kalbine korku verir.
sara tutmuş hastaya 41 kere okunursa ayılır.
güneş doğarken 300 kere okuyup 100 defa salavat okuyan kişiye hz Allah ummadığı yerden rızık verir.
bir bardak suya okunup ahmak kişi içerse; ahmaklığı gider, duyduğunu aklında tutar.
beyaz bir cama 40 defa yazılıp su ile yazı giderilir ve bu su doğumda zorlanan kadına içirilirse doğum kolaylaşır.
bir kağıda 19 veya 21 defa yazılıp uykusunda korkan çocuğun başucuna asılırsa korkmaz.

v Şeyh Ahmet el bünni; be harfi 21 defa yazılıp üzerine 100 defa besmele okunur ve bu yazı bir mal içine konulursa; o mal bereketli olur ve çoğalır.

v Şeyhi ekber buyurdu ki; “fatiha okuyacağın besmele ile arasını ayırmadan bir nefeste oku” peygamberimiz Cebrail as’dan, O Mikail as’dan, O İsrafil as’dan yeminle Allah teala şöyle buyurdu; “ya İsrafil! İzzet ve celalim, cömertlik ve keremim hakkı için kim bir defa Fatiha’ya bitişik olarak ‘bismillahirrahmanirrahim’ okursa; şahit olun ki, ben onu bağışlarım, hasenatını kabul ederim, günahlarını (cezalandırmaktan) geçerim, dilini ateşte yakmam, kabir azabından, cehennem azabından, Kıyamet günü azabından ve büyük korkudan emin kılarım. Bana bütün evliyadan önce kavuşur.”

v Ariflerden biri; ‘bismillahirrahmanirrahim’i yazıp ‘bunu kefenimin içine koyarsınız’ diye vasiyet etti. ‘bunun faydası nedir?’ dediler. Arif;
“kıyamette derim ki; ya rab! Sen bir kitap gönderdin, başına dabesmeleyi koydun. Bana kitabın başındaki besmele ile muamele eyle!” (TT)

Gönül Örtüsü Hayâ



(Elvida Ünlü )


Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir.
İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde. Gün gelir, daha bir incelir de, görmek bir yana, işlemek bir yana, bir günahı düşünmek titretir, O’nu hakkıyla bilmemek titretir o nazenin gönlü.
Rabbi’ni düşünür de titrer. Taşta-toprakta, insanda, kendinde Rabbi’ni görür de, taştan-topraktan, insandan, kendinden hayâ eder.
Rabbim rahmetiyle esirgesin, akrabalardan bir Zehra teyzemiz vardı. Televizyonlu odada oturması gerektiğinde, her ne vakit televizyonda bir erkek çıksa başörtüsünü düzeltir, yüzünü örterdi. Gülerdik, “O seni görmüyor ki” diye. “Ben onu görüyorum ya” derdi.
Çocukluk yıllarımızdı. “O seni görmüyor ki” dediğimizde kalmışız. Duymamışız, anlamamışız onun ne dediğini…
Ben seni görüyorum ya…
Yıllar sonra okudum:
Hz. Aişe r.a. gözleri görmeyen İshak r.a. yanına her geldiğinde kendini sakınır, örtüsüne çeki-düzen verirmiş. Onun bu durumunu hisseden İshak r.a. bir gün sorar:
- Ey Müminlerin Annesi! Ben âmâ olduğum halde benden de sakınıyorsun. Halbuki ben sizi görmüyorum!
Hz. Aişe r.a. cevap verir:
- Evet, sen beni görmüyorsun fakat ben seni görüyorum.
. . .
Mü’minlerin emiri Hz. Ömer r.a.’ın canına kastedilmişti. Ağır yaralıydı. Anladı, hissetti ki bu yara onu götürecek, son anlarını yaşıyor. Bir dileği vardı, son bir dilek. Kızı Hafsa r.a.’ı Aişe r.a.’a gönderdi. Efendimiz s.a.v.’in ayak ucuna defnedilebilmek için Hz. Aişe’den izin istedi. Zira orası müminlerin annesine aitti ve Hz. Aişe r.a.’ ın babası Hz. Ebu Bekir r.a. da oradaydı. Hz. Aişe bu isteği şöyle karşıladı:
- Aslında o yeri kendim için düşünmüştüm. Fakat Ömer’i kendime tercih edeceğim.
Ve Hz. Ömer r.a. vefat edince Efendimiz s.a.v.’in ayak ucuna defnedildi.
Müminlerin annesi Hz. Aişe r.a ., Allah Rasulü s.a.v.’in ve babasının kabirlerini serbestçe ziyaret ederdi. Ancak Hz. Ömer de oraya defnedildikten sonra kabirleri daha bir dikkatli ve daha bir örtünerek ziyaret eder oldu.
. . .
Zehra teyzemiz, Hz. Aişe r.a.’ın hayâsındaki bu rikkati, inceliği bilir miydi?
Belki bilirdi, belki…
Her insan muhakkak hayâlı doğuyor.
Örtünmek hayâdan.
Rabbimiz setreden, örten.
Tüm sırlar bir bir açığa vurulduğunda mahcup olmayalım diye, Rabbim setretsin ayıplarımızı diye her mümin biraz mahcuptur bugün.
Ve örtülüdür.
Allah’tan hayâ edin
Allah Rasulü sav Miraç Gecesi dünya göğüne çıktığı zaman Hz. Osman r.a.’ın suretini gördü, ona sordu:
- Ey Osman! Bu mertebeye ne ile eriştin?
Hz. Osman r.a .:
- Gece namazı kılmakla, dedi.
Efendimiz s.a.v. ikinci göğe vardı. Yine Hz. Osman r.a.’ ın suretini gördü, sordu:
- Bu mertebeye ne ile eriştin?
Hz. Osman r.a .:
- Kur’an-ı Kerim okumakla, dedi.
Ve Efendimiz s.a.v. yükseldiği diğer göklerde de hep onun suretini gördü ve farklı güzel amellerle o derecelere eriştiğini öğrendi. Nihayet Efendimiz s.a.v. altıncı gök katına ulaştığında yine onu gördü ve sordu:
- Bu mertebeye nasıl, neyle ulaştın?
Hz. Osman r.a. şu cevabı verdi:
- Allah Tealâ’dan hayâ etmekle.
. . .
Allah Rasulü s.a.v. bir gün sahabilerine sordular:
- Hepiniz cennete girmek istersiniz değil mi?
Sahabiler :
- Evet Ey Allah’ın Rasulü ! Elbette isteriz, dediler.
Bu cevap üzerine Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:
- O zaman uzun yaşama ümidinizi biraz kısaltın. Ecellerinizi gözlerinizin önünde tutun ve Allah’tan hakkıyla hayâ edin.
Onlar:
- Biz hepimiz Allah’tan hayâ ediyoruz, dediler.
Efendimiz s.a.v. buyurdular:
- Öyle değil! Allah’tan hayâ etmek kabirleri ve kabirlerde sizi bekleyen imtihanları unutmamanızdır. Başınızı ve başınızda taşıdığınız dü ş ünceleri , midenizi ve midenize gireni, size nimet olarak verilen azalarınızı muhafaza etmenizdir. Kim ahireti dilerse dünya hayatının aldatıcı süsünü terk etmeli, ahiret hayatını dünya hayatına tercih etmelidir. İşte Allah’tan hakkıyla hayâ etmek böyle olur. İşte Allah’ın dostluk ve himayesine böyle ulaşılmış olur.
. . .
Dört büyük melekten biri olan İsrafil a.s. her gün günde yetmiş kere yüzünü kendi kanadıyla örter, “Ya İlahel Alemin ! Ne yapayım, sana layık bir secde ve rükû yapamadım.” der.
. . .
Melekler ve peygamberler: “Ya Rabbi! Seni tesbih , tenzih ederiz. Sana hakkıyla ibadet edemedik.” derler. Layıkıyla kulluk yapamadıkları için Allah’tan hayâ ederler, utanırlardı.
. . .
Hz. Musa a.s .:
- Ya Rabbi! Bana cennet lazım. Senden cennet isterim. Seni görmek de bana gerekli, onu da isterim. Fakat bana ekmek, tuz, koyunların yiyeceği gibi düşük şeyler gerekince bunları senden nasıl isterim, dedi. Rabbi’nden günlük maişetine dair bir şeyler istemekten hayâ etti. Hak Tealâ buyurdu:
- Ya Musa! Maksat budur, bunları isteyeceksin. Böylece her vakit bir ihtiyaç ile huzura gelinir, yalvarılır. Bu bahane ile kulluk vazifeleri yapılır, bana kavuşma yoluna girilmiş olur.
Rabbimiz de kullarından hayâ ediyor
Efendimiz s.a.v. buyurdu:
“Allah rahimdir, kerimdir. Hayâyı çok sever. Kulu tarafından kendisine kaldırılan elleri, içine bir şey koymadan geri çevirmekten hayâ eder.”
Biz, “Dua ediyorum, olmuyor, vermiyor…” demekten hayâ etmez miyiz?
Bilmiyoruz, görmüyoruz belki, ellerimize neler neler koyuyor, neler veriyor.
Rızasızlıktan hayâ etmez miyiz?
. . .
Allah Rasulü s.a.v. kudsî hadisleriyle bizlere nakletti:
“Allah Tealâ buyuruyor ki: Ey Ademoğlu ! Başınıza düşen aklık benim nurumdan bir nurdur. Ben nurumu nârımla azaplandırmaktan hayâ ederim. Öyleyse sen de benden hayâ et! Mahlukatımın bana olan ihtiyacı ve yüceliğim hakkı için müslüman olarak yaşlanmış kullarıma azap etmekten hayâ ederim.”
Sonra Efendimiz s.a.v. ağladı, ağladı. Gözyaşları dinince sahabiler (Allah onlardan razı olsun) sordular:
- Ey Allah’ın Rasulü! Seni ağlatan nedir?
Efendimiz s.a.v. buyurdu:
- O kişinin haline ağlıyorum ki, ondan Allah hayâ eder de, o Allah’tan hayâ etmeyip günah işler.
. . .
Kullardan utanırız. Ama gerektiği yerde, gerektiği şekilde değil. Haklarını hoyratça gasp ederiz, kendilerine verdiğimiz sözleri tutmayız. Olmadıkları yerde haklarını savunmaz, gıybetleri mi yapılıyor, bir cümle de biz ekleriz!
Sonra yüzlerine gülmekten hayâ etmeyiz de…
Evimize misafir geldiklerinde, Allah Tealâ’nın nimet olarak bahşettiklerini onlara ikram ederken utanır, sıkılırız:
“Kusura bakmayın, size layık değil ama ev de biraz dağınık!” deyiveririz.
Bir güler yüz, bir güzel söz, bir bardak su ne güzel ikramdır oysa.
Rabbimiz bizden hayâ eder. Biz sıkılmayız.
Gönüllerimiz bu dağınıklılığıyla onu kabul etmeye hazır mıdır?
O’na layık mıdır, secdelerimiz, rükûlarımız?
O’nu hakkıyla tesbih ve tenzih edebildik mi?
Allah ve Rasulü’nden utandıkları gibi…
Muhakkak ki sahabilerin hepsi birer hayâ timsali idi. Nitekim Allah Rasulü s.a.v .; “Hayâsı olmayanın dini de yoktur.” buyurmuşlardır.
Bir gün Efendimiz s.a.v. bir arkadaşına rastladı ki, o Ensar’dan bir sahabiye şöyle diyordu:
- Sen çok hayâ ettin. Sana hayâ zarar verdi!
Bu sözleri duyan Efendimiz s.a.v .:
- Onu bırak, zira hayâ imandandır ve hayâ ancak hayır getirir, buyurdu.
Hz. Osman r.a. ise hayâ ile vasıflanmış, hayâ cihetiyle diğer sahabilerden daha fazla öne çıkmıştı.
Bir gün Rasulullah s.a.v.’in huzurunda bir melek duruyordu.O sırada oradan Hz. Osman r.a. geçti. Melek:
- Bu geçen kimdir, diye sordu. Rasulullah s.a.v .:
- Affan oğlu Osman’dır. buyurdular . Melek Hz. Osman’ın ismini işitince ayağa kalktı ve şöyle dedi:
- Ya Rasulallah ! Bu zattan bütün melekler utanır, ona muhabbet ve hürmet ederler. Onun Hak Tealâ katında mertebesi çok yüksektir.
. . .
Hz. Osman r.a. güzelliği ile Yusuf a.s.’a benzerdi. Anlatıldığına göre Allah Rasulü s.a.v. onun yüzünün tamamını pek çok kez görmek istemiş, fakat görmesi mümkün olmamıştı. Bu halini bir gün Cebrail a.s.’a anlattı. Cebrail a.s. şöyle dedi:
- Ben de onun yüzünü iyice göremedim. Osman’ın hürmeti, büyüklüğü, haşmeti biz meleklerin kalbinde o kadar yer etmiştir ki, cemalini seyretmekten bizi alıkoymuştur. Her gece yarısı evinden mescide gelirken onun haşmet ve hayâsı yerdeki ve göklerdeki melekleri utandırır, mahcup eyler.
. . .
Bir gün Peygamberimiz s.a.v. Hz. Aişe r.a. ile oturuyordu. Hz. Ebu Bekir r.a. izin isteyerek yanlarına geldi. Daha sonra müsaade isteyerek Saad bin Malik r.a. içeriye girdi. Her ikisi de geldiğinde Rasulullah s.a.v.’ ın mübarek dizleri açıktı, onlarla o şekilde konuşuyordu. Sohbetleri devam ederken Hz. Osman r.a. geldi ve girmek için izin istedi. Allah Rasulü s.a.v. elbisesini dizlerinin üzerine çekti, Hz. Aişe Validemiz’e “Sen geri çekil” buyurdu. Bir süre sohbet ettiler ve izin isteyerek kalktılar.
Hz. Aişe r.a. Efendimiz’in tavrına bir mana verememişti, sordu:
- Ey Allah’ın Rasulü , babam ve arkadaşı içeri girdiğinde elbiseni dizlerine çekmedin, beni de yanından uzaklaştırmadın. Osman içeriye girdiğinde ise farklı bir tavrın oldu. Rasul -i Ekrem s.a.v. buyurdu ki:
- Ey Aişe , meleklerin utandığı bir adamdan ben utanmayayım mı? Varlığımı kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, melekler Allah ve Rasulü’nden utandıkları gibi Osman’dan da utanıyorlar. Sen benim yanımda iken Osman içeri girseydi, yanımızda kaldığı müddetçe ne konuşur, ne de başını kaldırırdı.
Gönül incelir de kanatlanır
Hz. Osman r.a. hanımı Hz. Rukiye r.a. ile oturuyordu. Hanım yardımcılarından biri yemek getirdi. Hz. Osman r.a. yemek getiren hanıma baktı. Hanımı bu bakışı fark etti, üzüldü. Hz. Osman r.a. hanımının üzüldüğünü anladı. Durumu izah etti:
- Ey Rukiye! Onun yüzüne bir maksatla bakmadım. Hiçbir kastım olmadığını Allah Tealâ biliyor, dedi ve yemin de etti.
Hz. Rukiye r.a.’ ın içi rahatladı, teselli buldu. O bakış muhakkak ki gayri iradî, manasız bir bakıştı. Hz. Osman r.a. durumu anlatmış, eşinin gönlünü de almıştı. Fakat buna rağmen Allah Rasulü’nün kızı mahzun olmuştur diye kefaret vermek istedi ve yüz köle azat etti.
Allah Rasulü s.a.v.’i çok severdi ve O’nun kızı sevgili eşini bir an için istemeyerek de olsa incitmekten haya ederek bu kefareti ödemişti.
Elbet, bu kadar incelmiş bir gönle açılırdı semanın kapıları.
. . .
Enes bin Malik r.a. bir gün yolda bir kadın gördü. Göz ucu ile baktı, güzelliğine hayran oldu. Sonra Hz. Osman r.a.’ ın huzuruna girdi. Hz. Osman ona:
- Gözünde zina izi olduğu halde yanıma giriyorsun. Bilmiyor musun, gözün zinası bakmaktır. Ya tevbe edersin ya da seni kınar, azarlarım, buyurdu. Bunun üzerine Enes r.a .:
- Rasul -i Ekrem’den sonra sana vahiy mi geldi, diye sordu. Hz. Osman r.a. şu cevabı verdi:
- Hayır , vahiy değil. Basiret, delil ve sadık feraset sayesinde bildim.
. . .
Hayâ, ama nasıl?
Bir gün Nebi s.a.v. eşine sordu:
“Ey Aişe , hiç hayâsız söz söylediğimi gördün mü? ”
Ve bir gün buyurdular:
“ Ensar kadınları ne iyi kadınlardır! Hayâları onları dinlerini öğrenmekten alıkoymadı.”
Böylelikle Allah Rasulü s.a.v. hayâ ile ilgili düsturları vermişlerdir.
Kişinin ahlâkı dilindedir. Sözü hayâsız kişi, kat kat örtüler altında olsa nafile!
Ve hayâ, ne sorular sorup dinimizi öğrenmekten alıkoyar bizi, ne -incitecek olsa da muhatabımızı- hakkı ve doğruyu söylemekten!
Zor zamanlar
Her ibadet mutlaka zikirdir, zikirledir.
Namaz kılacak kişi daha abdeste yönelirken zikir halindedir.
Oruç tutacak kişi sahur hazırlığı yaparken zikir halindedir.
Hayâ ise zor zamanda zikirdir. Karşımıza çıkıveren bir günah karşısında Allah’ı hatırlayarak utanmak, günahtan el çekmektir.
Günahın cazibesine, albenisine rağmen durmaktır.
Hayâ, mütevazi bir iklimdir.
Ezelde ruhumuza nakşolunan aslî halimizdir.
Layık bir kul olamadık Rabbim, utanırız.
Taştan-topraktan, kullarından, kendimizden hayâ ederiz.
Kullarını utandırmaktan hayâ ederiz ki, bizi utandırma!
Müjde, bir kudsî hadisle gelir, yetişir: “Ey Kulum! Sen her ne kadar günahkâr isen de, bu günahlarından korkup hayâ ediyorsun. İzzetim ve celalim hakkı için senin günahlarını insanoğlunun gözünden, gönlünden gizlerim. Gözünün hıyanetlerini, gizli kabahatlerini meleklerin anlayışından saklarım. Hatalarını ve günahlarını Levh-i Mahfuz’da Kiramen Kâtibin’den gizlerim. Kıyamet günü muhasebe makamına geldiğinde hesabını kolay görürüm.”
Medeniyetimiz hayâ üzre kurulmuştur.
Bu topraklar nakış nakış hayâ ve edeple işlenmiştir.
Kur’an olan odada uyumaz, sabaha kadar uykusuz beklerdi,
Arapça yazılı bir kağıt parçasını Kur’an yazısıdır diye yerde bırakmazdı bu toprağın insanları.
“Burnunun ucunu göstermekten ar ederdi sütninem”
Ve, sevgilinin yüzünde yabancı bir bakış okunurdu:
“A benim bahtı yarim
Başımın tahtı yarim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yarim.”

ÇOCUĞU BESMELE ÖĞRENİNCE AFFEDİLDİ

İsa (a.s) bir yolculukta mezarlıktan geçerken, azap meleklerinin bir mevtaya azap ettiklerini gördü. Seyahatinden dönüşte aynı kabirde, rahmet meleklerinin nurdan tabaklar ile o müminin yanında olduğunu görünce hayretler içinde kaldı. İki rekat namaz kılıp dua ederek işin sırrını öğrenmeyi niyaz etti.

Hz. Allah ona şöyle vahyetti: Ya İsa! Kulum dünyadaki isyanı sebebiyle kabir azabı çekiyordu; öldüğünde hanımı hamileydi. Çocuğu dünyaya geldi, büyüdü. Annesi onu okumaya gönderdi, hocası "Bismillâhirrahmanirrahim" demeyi öğretti.
"Çocuğu yeryüzünde benim ismimi zikrederken kabirde babasına azap etmekten haya ettim ve onu bağışladım." Buyurdu (Tefciru’t-Tensim Terc. S,35)

Hoca küçük çocuğa "Bismillâhirrahmanirrahim" demesini öğrettiğinde, besmele bereketi ile cehennemden bir berat çocuğa, bir berat anne ve babasına, bir beratta hocasına verilir. (Tefciru’t-Tensim Terc. S,26)
v Hadis-i şerifte buyuruluyor ki;
“semaya çıktığım miraç gecesinde, bana cennetlerin hepsi arzolundu. Orada dört nehir gördüm. Sudan bir nehir. Sütten bir nehir. Hamr’dan bir nehir ve baldan bir nehirdi. Ve dedim ki;
“ey Cebrail! Bu nehirler, nereden kaynayıp çıkıyor ve nereye akıyorlar?” Cebrail as
“bunların nereden kaynayıp nereye aktıklarını bende bilmiyorum. Kevser havuzunun başına git. Orada rabbine dua et. Onların kaynayıp aktığı yerleri sana göstersin sana öğretsin. Peygamberimiz Rabbimize dua etti. Bir melek geldik. Efendimiz hazretlerine selam verdi melek. “Muhammed Mustafa gözlerini yum” dedi. Efendimiz “gözlerimi yumdum” dedi. Sonra melek “gözlerini aç” dedi. Bende gözlerimi açtım. Birde baktım ki büyük bir ağacın yanındayım. Beyaz inciden bir kubbe gördüm. Kubbenin kırmızı altından büyük bir kapı ve kilidi vardı. Dünyada ki bütün insanlar ve cinler bu kubbenin üzerine konsalardı. Bir dağın üzerindeki kuş kadar yer kaplarlardı. Dört nehrin bu kubbenin altından aktıklarını gördüm. Dönmek istediğim sırada melek bana; “neden kubbenin içine girmiyorsun” dedi, ben ona; “nasıl gireyim ki, kapının üzerinde kilit var, anahtarı da bende yok” dedim. Melek, “onun anahtarı ‘bismillahirrahmanirrahim’dir dedi. Ben kapının kilidine yaklaştım ve ‘bismillahirrahmanirrahim’ dedim. Kilit kendiliğinden açılıverdi. kubbeye girdim bu dört nehrin kubbenin dört köşesinde aktığını gördüm. Kubenin dört köşesinde ‘bismillahirrahmanirrahim yazılıydı.
su nehri بِسْمِnin مden akıyordu.
süt nehri اللَّهِ ın ه sinden çıkıyordu.
şurup nehri الرَّحْمَٰنِ ın م den çıkıyordu.
bal nehri الرَّحِيمِin م den çıkıyordu.
ben bu dört nehrin aslının besmele-i şerife olduğunu anladım. Cenab-ı Allah bana şöyle buyurdu.
“ey habibim Ahmet ve rasülüm Ya Muhammet! Senin ümmetinden kim beni bu isimler ile riyadan halis kalp ile ‘bismillahirrahmanirrahim derse, ona bu nehirlerden içireceğim. (RB)
Bir rivayette buyuruluyor ki; besmele arşı alaya genişliğine yazıldı. Bu dört nehir buradan doğar ve havzı kevsere dökülür. Havzı kevser cennettedir. Kıyamet günü mü’minlerin susuzluğunu gidermek için arasata götürülür, sonra tekrar cennete nalolunur.
mü’minler;
su nehrinden içince; ölümsüz bir hayat bulurlar.
Süt nehrinden içtiklerinde noksansız bir vücuda sahip olurlar.
bal nehrinden içince; kendisinden sonra hastalık olmayan bir şifa ve afiyet bulurlar.
şarap/şerbet nehrinden içince; bir dinçlik ve ferahlık hissederler ki; artık mahzun olmazlar.

İbni Ömer radıyallâhu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, utangaç kardeşine bu huyunu terketmesini söyleyen Medine’li bir müslümanın yanından geçerken ona:
“Onu kendi haline bırak; zira hayâ imandandır” buyurdu.

* Utanma başın yere eğilmesi yüz kızarması gibi değişik şekillerde ortaya çıkan ahlaki bir vasıf olup imanlı olan kimselerde bulunur. İmanı olmayan veya zayıf olanlarda görülmez.

683. İmrân İbni Husayn radıyallâhu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hayâ ancak hayır kazandırır.”

Müslim’in bir rivayetine göre ise:
“Hayânın hepsi hayırdır”, buyurdu.

684. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İman yetmiş (veya altmış) kadar daldan ibarettir. Bunların en yükseği lâ ilâhe illallah demek, en aşağısı da insana zarar veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Utanmak da imanın dallarından biridir.”

* İman etmiş olmanın gerçeklerinden en aşağı derecede olanları sıralanan bu hadis-i şerif; utanmanın da imandan bir parça olduğunu belirterek İslam da imanla alakası olmayan hiçbir davranışın olmadığını ortaya koymaktadır.
Beyhaki ve bazı alimlerimizin “imanın şubeleri” ile alakalı kitaplarında sıraladıkları 77 bölümden 30 kadarı inançla alakalı olup 47 kadarı dil ve bedeni amelleri kapsamaktadır. Bunlar içerisinde devlet idaresinden ve ona itaatten cihada kadar hepsi mevcuttur. İmanla alakası olmayan hiçbir şey yoktur kişi iman etti mi hem dini hem de devleti, hem dünyayı hem de ahireti her şeyi kabul etmiş demektir. İman edenin hayatında laiklik veya şirk unsurları gibi din-dünya ikilemi veya dünya-ahiret ikilemi olamaz islam bir bütündür her şeyiyle beraber yaşanır.

685. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem örtünme çağına girmiş bir genç kızdan daha utangaçtı. Hoşlanmadığı bir şey gördüğünde bunu yüzüne bakınca anlardık.



“Günahkâr kullardan biri, kabul edilir ümîdiyle ellerini açar, duâ eder. Fakat Allah Teâlâ onun duâsını kabul etmez. O kul tekrar duâ eder, Allah yine kabul etmez. Kul üçüncü defâ ellerini açar, duâ edip yalvarmaya başlar. Bu sefer Cenâb-ı Hak buyu­rur ki:

«–Ey benim meleklerim! Kulumun ısrarla yaptığı duâyı kabul ettim ve istediğini verdim. Çünkü bir kulumun uzun uzadıya duâ edip inlemesinden utanır, hayâ ederim.»”

Şeyh Sâdî Hazretleri
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...