Dinlemekte olduğunuz ses Nasa'nın kaydettiği dünyanın dönüşte çıkardığı sestir.Ve bu sesin neden bize işittirilmediğini gelince insan kulağının işitebildiği, algılayabildiği ses 20 hz ile
20 khz aralığındadır.
‘Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı tesbih
ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların
tesbihlerini iyi anlamazsınız. Şüphesiz O, halimdir çok bağışlayandır.' İsra /44
Peki algıları oluşturan nedir?
Genetik kültür ve öğrendiklerimiz algı filtrelerini
oluşturur ve biz buna göre bir varlık okuması belirleriz. (kişilik) Her
canlının duyabileceği minimum ve maksimum ferakansları vardır. Frekans, bir
saniye içinde geçen dalga tepesi sayısıdır. Bazı duyum eşikleri:
İnsan: 20 hz – 20 khz
kedi:100 hz – 60 khz
köpek: 50 khz’e kadar
fare: 1 – 100 khz
kuş: 100-29.000 hz
balık: 200-800 hz
fil: 1 hz – 20 khz
Tayin olunan eşiğin altındaki ve üstündeki sesler duyulmaz.
Bu insan için de geçerlidir. İnsan belli sınırdaki sesleri duyabilir. Bunun
fiziksel tespiti budur.
Tespit olunan ve şu an için deneyimlediğimiz bu sınır
fiziğin tespit edebildiğinden mi ibaret?
Sınırları biraz zorlayalım. Aslında insan sınırlı duyuları
ile fark edemediği varoluş düzleminde, her şeyle irtibat halinde ve bu sürekli
olmakta. Şu anda belki algıları ile tanımlayamıyor. Ancak bu etkileşime engel
değil. Kaynaklarda bunlar çok farklı isimlerle temsil edilmiş. (melekler,radyo yayınları,televizyon yayınları,cep telefonu sinyalleri,kızıl ötesi,bluetooth dalgaları,wifi yayınları, hüddamlar, kelimeler, sayılar, harfler, cinler ve şeytanlarla temsil edilen
boyutlar ve kokular, elektromanyetik alanlar, renkler, vs.) Belki biz de
bunların her an telkinleri ile karşı karşıyayız. Seçimlerimizi farkında olmadan
algı filtrelerimize göre yapıyoruz. Belki de görüyoruz farkında değiliz,
tanımlayamıyoruz ama etkileniyoruz.Tıbki bu yayınları alan bir alıcı gibi. Hz İsa’nın (ruhullah) dediği gibi:
“Gördükçe göreceksiniz ama seçemeyeceksiniz. İşittikçe işiteceksiniz ama
anlamayacaksınız. Çünkü bu kavmin yüreği kalınlaştı.”
Menfi ve müspet boyutlara ait sesler bizi nasıl etkiliyor?
Herkes etkileniyor mu?
İnsanın etkilenmediği hiçbir şey yok. Çünkü kâinatın
fihristi ve bu holografik yapıda en kuşatıcı tanımlayıcılarla donatılmış
(halifeyi ruy-i zemin). Kâinatta ne varsa insanda var. Dışarıda ne varsa
içeride ona ait alıcılar tanımlayanlar var. Kuşatıcı kanalımızı temsil eden ve
bilinçaltı diye ifade edilen yapı, her veriyi algılama ve tanımlama üzere
programlanmıştır. Fakat bilince yani farkındalığa (bize ait nesnel dünyaya)
yansıması tamamıyla öğrendiklerimizle alakalı. Bilinçaltına gelen veriler,
farkındalık düzeyine yansıdığında deneyim, tecrübe ve çıkarımlar ile
bilinçaltına yeniden kodlanır, formatlanır ve artık farkındalık bu kodlamaya
göre belirlenmiş olur. Bilinçaltının en önemli özelliği kodladığı veriyi
genele yansıtmasıdır. Dışarıdaki verilerin sınırlarını tayin eden önceki
farkındalık düzeyinde edindiğimiz tecrübe ve deneyimlerdir. Artık bu bizim için
genel geçer bir kuraldır. (Kulum beni nasıl bilirse ben ona öyle muamele
ederim.)
Genetik biliminin paradigmalarını sorgulatan bir olay
Hindistan’da gerçekleşmiş. Bir çocuk o kadar çok kertenkelelerle hem hal ki.
ömrü hep onlarla geçiyor. ve kuyruğu kopunca tekrardan çıktığına defalarca
şahit oluyor. Bilinçaltına işlenen veri bu noktadan sonra şu: kopan kuyruğun
yerine yenisi gelir. Bu veri defalarca
gerçekliğe yansıyor ve çocuk her kuyruk kopmasında buna şahit oluyor. Bilgi
gözlemle daha da kesinlik kazanıyor. Evet, bu böyle kopan şeylerin yerine
yenisi gelir. Başka ne olabilir ki? Bilim adamları şimdi bu çocuğun DNA’sını
inceliyor. neden mi? Bir kazadan dolayı ayağı kopmuş fakat iki sene sonra kopan
ayak yerine yenisi gelmiş.
Gerçekten inanırsanız üstün olan sizsiniz. Gerçekten
inanarak dua ederseniz dağlar yerinden parçalanır manasındaki hadisi şerifi
yeniden tefekkür edelim. İnandıklarınızı bir kere deneyimlerseniz artık sizin
sınırınızda ve normaldir. Fakat varlık sıradanlığa izin vermeyecek ölçüde
sınırsız ve çeşitlidir. Bu bağlamda bilginin kemali, dönüşümü
deneyim iledir. Her şey dönüşebilir. En kötü olan bile dönüşebilir. Gübrenin
güle, toprağın insana dönüşmesi gibi. Bu dönüştürücü güç İnsan sırrına
aittir. Fakat bu tür bir kudrete sahip olmasına rağmen kulluktaki marifeti ile
bunu gerçekleştirmez. Böyle bir halden istiğnadadır. Kader yani programa tesir
etmez. Olanla uyum içindedir. Tecelliye tabidir. Bu tabiyettir ki rızayı celb
ettirir ve rıza merkez bilincinin tohumudur. O bir tür simyacıdır. Zehir ve
panzehir bilgisi ondadır. Celal ve Cemal
Peki Kuran-ı Kerim’deki seslerin nasıl bir etki alanı var ?
Pakistanlı müslüman bir doktor deney yapıyor. Amacı şu:
Kuran ayetlerinin biyolojik noktada insana etkisi nedir? 800 deneğe birbirinden
farklı müzikler, sesler, tınılar dinletmiş. Bu arada denekler en üst düzeyde
hassas alıcılara bağlı. Kandaki ph oranından beyindeki dalga boylarına, kalp
atış ritminden aura fotoğraflarına kadar. Müzikler etnik, rock, new age, vs
belli aralıklarla kısa kısa dinletiliyor. Aralarda Kuran’a çok yakın nağmeler
dinletilmesine rağmen istisnasız hepsinde sıra Kuran’a geldiğinde biyoloji ve
psişik veriler alıcılar tarafından optimum düzeyde tanımlanıyor. Olması gereken
değerlere geliyor.
ALLAH ismini hastalarına tekrarlatan Müslüman olmayan fakat
İslam üzerine yaptığı çeşitli araştırmaları ile tanınan bir psikolog var: Van
der Hoven. "Allah" kelimesindeki her harfin hastalıklar için nasıl
tedavi vesilesi olduğunu anlatıyor. Birkaç örnek verecek olursak: "Allah
kelimesinin ilk harfi olan (A) harfi, solunum sisteminden direkt çıkıyor ve
nefes almayı düzenliyor. Damaktan söylenen (L) harfi ise, dil hafifçe damağın
üst kısmına dokunuyor, çene kısa bir duraklamayla birlikte aynı işlemi
tekrarlıyor. İki (L) harfi olduğu için bu işlem nefes alıp vermeyi
rahatlatıyor. (H) harfi çıkartılırken, akciğer ve kalp arasında bir ilişki
oluşuyor ve işlem sonucunda kalp atışları düzeliyor.‘Kuran kalplere şifa,
insanlara bir rahmettir,’ manasını tefekkür edelim.
Ses terapisinin kökeni titreşim yasasına dayanır. En yüksek
yani insan ile en uyumlu frekans Kuran’dır. Fıtratın kendisi.Bio rezonans
terapide kulaklık hoparlör ya da titreşim ileteçleri kullanılır. Belli dalga
boyları amaca göre kanallara ki 12 ye kadar programlanır ve hiçbir operasyona
gerek kalmadan vücuda akapunktur noktalarından da verilebilir. Çok yüksek etki
alanına sahiptir.Bu dalga biçimleri minarelleri, amino asitleri, vitaminleri,
zararlı maddelerle bağlantılı frekansların zehirli etkilerini tersine
çevrilebilir. Her bakterinin, virüsün ferakansı tespit edilebiliyor ve onu yok
eden anti frekanslar oluşturulabiliyor.
Kuran’daki her bir harf, her bir sure bu anlamda çok derin
etkilere sahip. Hurufu mukkatalardan ha, mim, ayn, sin, kaf esmaları direk
insanda tepe çakrasını aktive eder, yeni yaratımlara ve yeni ağların kurulum
niteliğine sahiptir. Elif lam mim ra direk ön kortekste üçüncü gözde çekim
alanı oluşturur. Celcelutiye denilen bir kitabı var Hz. Ali efendimizin. Burada
bu huruflarla ilgili semboller ve hangi noktalara baktığı ile ilgili çok ciddi
bilgiler var. Detaylarına burada girmek mümkün değil. Kaynak isteyenlere ibn
Arabi’nin, Harflerin İlmi eserinitavsiye edebiliriz.
Doğadaki seslerin terapide ne gibi etkileri var?
Su sesi direk şifadır. Zaten şırıl şırıl akan suda ya şafi
ya şafi esmasının zikrini duyabilirsiniz. Tıkanık enerjilerin açılmasında ve
varlığa yansımamış soyut hakikatlerin somutlaştırılmasında su sesi çok
etkilidir. Bu anlamı ile ‘Her şeyi sudan yarattık,’ ayeti çok tefekkür
edilmeli. Yaratım su ile gerçekleşiyor sembol ilminde. Su, ilimi ve iletişimi
temsil eder. İletişim sorunu olanlar su sesi dinlemeli. Hücreler arası iletişim
ve maddi manevi detoks onunla olur.
Kuş sesleri esmaları temsil eder sembol ilminde. Süleyman’ın
kuş dili bilmesi yani bütün esmalara cami olması ki ismi de zaten Besmele ile
Kuran’da. Süleyman silimden gelir, barıştırmaktır. Seher vaktindeki o kuş
sesleri bizde denge ve dönüşüme sebebiyet verir. Ölümden hayata geçişi anka
kuşu sembolize eder. Ki mürşitte ölmüş kalplere nefes verir. Eski atıl
enerjilerin bırakılmasında kuş sesleri çok etkilidir.
Rüzgâr keza öyle. En etkili seslerden biridir. Nefes sesi
başlı başına bir konu. Vahy kelimesi bilirsiniz rih kökünden gelir ki o da
rüzgâr esinti ile özdeştir. Rüzgâr sesi sizde yeni tohumlamalar yapar. Ruhun
üflenmesi ilham kanalını destekler, hu esması.
Yunus sesleri özellikle dengelemede kullanılır. Enerji
dengelemede anti strestir. Araştırma yapılmış kedilerin çıkardıkları sesler
insanda kalp krizi riskini ve stresi engelliyor. Hatta o mırlamalarda ya
rahman, ya rahim manalarını insanı kamiller bizzat duymuşlar. Onların zikirleri
sanki insanda sevgi ve şefkat duygularını ön plana çıkarır.
Denizdeki dalga seslerinin arındırıcı özelliği vardır.
Hayatınızı resetlemek istiyorsanız dalga sesi dinleyin. Geçmiş zararlı
yazılımların hayra dönüşümü için en etkili seslerdendir. Tabiî doğadaki bu
sesler tabiatullah’tan. Bir de doğayı var eden ruhullah’ın sesi var ki o
kamillerin sohbetidir. O ses önce abdest aldırır ki, imam O’dur. Onun ardında
kılınan namaz, sizi seslerin olmadığı ama tüm seslerin orası ile var olduğu
vahdet alemine geçirir. Bunun adı varlık ağacının meyvesi olmaktır.
Başka Bir Konuya geçelim
GÜNEŞ SİSTEMİ
Evrendeki düzenliliği en açık olarak gözlemlediğimiz
alanlardan biri de, Dünyamızın içinde bulunduğu Güneş Sistemi'dir. Güneş Sistemi'nde
9 ayrı gezegen ve bu gezegenlere bağlı 54 ayrı uydu yer alır. Bu gezegenler,
Güneş'e olan yakınlıklarına göre; Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn,
Neptün, Uranüs ve Pluton'dur. Bu gezegenlerin ve 54 uydularının içinde yaşama
uygun bir yüzey ve atmosfere sahip olan yegane gök cismi ise Dünya'dır.
Ne Güneş'in Ay'a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin
gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.
(Yasin Suresi, 40)
Güneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde, yine büyük bir
denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu soğukluktaki dış uzaya
savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in "çekim gücü" ile gezegenin
"merkez-kaç kuvveti" arasındaki dengedir. Güneş sahip olduğu büyük
çekim gücü nedeniyle tüm gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği
merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimden kurtulurlar. Ama eğer gezegenlerin
dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş'e
doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı.
Bunun tersi de mümkündür. Eğer gezegenler daha hızlı
dönseler, bu sefer de Güneş'in gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler dış
uzaya savrulacaklardı. Oysa çok hassas olan bu denge kurulmuştur ve sistem bu
dengeyi koruduğu için devam etmektedir.
Bu arada söz konusu dengenin her gezegen için ayrı ayrı
kurulmuş olduğuna da dikkat etmek gerekir. Çünkü gezegenlerin Güneş'e olan
uzaklıkları çok farklıdır. Dahası, kütleleri çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi
için ayrı dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş'e yapışmaktan ya da
Güneş'ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar.
Güneş Sistemi'ndeki olağanüstü hassas dengeyi keşfeden
Kepler, Galilei gibi astronomlar ise, bu sistemin çok açık bir tasarımı
gösterdiğini ve Allah'ın evrene olan hakimiyetinin ispatı olduğunu
belirtmişlerdir. Güneş Sistemi'nin yapısı hakkında önemli keşiflerde bulunan—ve
"yaşamış en büyük bilimadamı" sayılan—Isaac Newton ise şöyle
yazmıştır:
Güneş'ten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu
çok hassas sistem, sadece akıl ve güç sahibi bir Varlık'ın amacından ve
hakimiyetinden kaynaklanabilir... O, bunların hepsini yönetmektedir ve bu
egemenliği dolayısıyladır ki O'na, "Üstün Kuvvet Sahibi Rab" denir.
(Michael A. Corey, God and the New Cosmology: The Anthropic
Design Argument, Maryland: Rowman & Littlefield Publishers, Inc.,
1993, s. 259)