Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

11 Eylül 2014 Perşembe

Risale-I Nur'da Tefsir Usülü Ile İlgili Bazı Meselelere Yaklaşımlar






     Kur’ân, her şeyden önce bir dini dâvet ve tebliğ kitabı olduğundan Kur’ân kıssaları, bu dâveti duyurma, tebliği benimsetme vesilesidir.

   Kıssalar Kur’ân’da geniş bir yer tutmaktadır. Kıssalardan maksat hissedir; hisse neredeyse kıssanın o halkası anlatılır. Risale-i Nur’da, kıssanın muhataplara bakan yönü ele alınarak, ondan alınması gereken hisseler tespit edilip dikkatlere sunulmaktadır. Buna, Hz. Yunus (as)’ın kıssasından alınacak hisseleri tespitini örnek olarak sunmakla yetineceğiz. Birinci Lemâ’da, önce bu kıssayı şöyle özetlemektedir.

   Hz. Yunus (as), denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı, gece dağdağalı, karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette,
لَا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ “Ya Rabbî! Sensin İlah, Senden başka yoktur ilah. Sübhansın, bütün noksanlardan münezzehsin, Yücesin. Doğrusu kendime zulmettim. Affını bekliyorum Rabbim!” (Enbiya, 21/87) münâcâtı, ona süratli bir şekilde kurtuluş vasıtası olmuştur.

   Kıssayı özetledikten sonra, alınacak hissenin alt yapısını hazırlayarak işin arka planını dikkatlere sunar. Böylece, muhatabı olayı adeta yaşıyormuş gibi sahneyi canlı bir hale getirir: 

    Şu münâcâtın büyük sırrı şudur: O vaziyette sebepler tamamen ortadan kalktı. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lazım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem semâ boşluğuna geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve balık ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine âmade eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı. Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbap’tan başka bir melce olmadığını yaşayarak gördüğünden, ehadiyet sırrı, tevhid nuru içinde inkişaf ettiği için, şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve balığı boyun eğdirmiştir. O, tevhid nuru ile balığın karnını bir denizaltı gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağ gibi dalgalar dehşeti içinde denizi, o tevhid nuru ile emniyetli bir sahra, bir gezi meydanı ve tenezzüh yeri olarak o nur ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lamba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlûkat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Böylece sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o Rabbânî lütfu müşahede etti.

   Sonra, bizim durumumuzu kıssaya uyarlayarak esas maksat olan hisseye geçer:

   İşte, biz, Hz. Yunus (a.s)’ın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu başı dönen yer küremizdir. Bu denizin her dalgasında binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim nefsimizin istek ve arzusu, balığımızdır; ebedî hayatımızı sıkıp mahvına çalışıyor. Bu balık, onun balığından bin derece daha zararlıdır. Çünkü onun balığı yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim balığımız ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.

   Daha sonra en can alıcı noktaya gelir: 
Madem hakiki vaziyetimiz budur. Biz de, Hz. Yunus (a.s)’a uyarak, umum sebeplerden yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü’l-Esbab olan Rabbimize iltica edip,
لَا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ (Enbiya: 21/87) demeliyiz ve kesinlikle anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve nefsimizin istek ve arzusunun zararlarını def edecek yalnız o Zat olabilir ki, istikbal emrinin altında, dünya hükmünün altında, nefsimiz idaresinin altındadır. Acaba göklerin ve yerin Yaratıcısından başka kalbimize gelen en ince ve en gizli hatıraları kim bilebilir? Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu dalgalarından kurtaracak-hâşâ-Zât-ı Vâcibü’l-Vücud’dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette, Onun izin ve iradesi olmadan imdat edemez ve kurtarıcı olamaz. 

   Madem gerçek durum böyledir. Nasıl ki Hz. Yunus (a.s)’a o münâcâtın neticesinde balığı ona bir binek, bir denizaltı ve denizi bir güzel sahrâ ve gece mehtaplı bir latif suret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırrıyla, لَا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz.

لَا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ cümlesiyle istikbalimize, سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza, إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ fıkrasıyla nefsimize merhamet nazarını celb etmeliyiz. Tâ ki, iman nuru ile ve Kur’ân’ın mehtabıyla istikbalimiz aydınlansın ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe dönüşsün. Ve mütemadiyen ölüm ve hayatın değişmesiyle seneler ve asırlar dalgası üstünde hadsiz cenazeler binip yokluğa atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’ân-ı Hakîmin tezgahında yapılan mânevi bir gemi hükmüne geçen İslâmiyet’in hakikati içine girip, güvenle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi gezinin manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, ibret nazarı ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o Kur’ân sırrıyla, o Furkan terbiyesi ile, nefsimiz bize binmeyecek, bineğimiz olup, bizi ona bindirip, ebedi hayatımızı kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.

    Hülâsa, madem insan, mahiyetinin camiiyeti itibarıyla, sıtmadan acı duyduğu gibi, arzın zelzele ve sarsıntılarından ve kâinatın kıyamet hengâmında büyük zelzelesinden acı duyuyor. Ve nasıl ki küçücük bir mikroptan korkar, ulvî cisimlerden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de, hadsiz ebedî Cenneti dahi iştiyakla sever. Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, sığınağı, kurtarıcısı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki, umum kainat O’nun tasarruf elinde, zerreler ve gezegenler dahi emrinin altındadır. Elbette öyle bir insan daima Yunus gibi, 
لَا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ der.22 

Bediüzzaman’ın bu kıssadan çıkardığı hisseler, tamamen orijinal tespitler olarak Tefsir alanına yaptığı katkılar cümlesindendir.


Sûreden Çıkarılan Evrensel Prensipler

Kur'ân, dünya ve ahiret saadetinin anahtarıdır. Ona muhatap olan her fert, onun emirlerine uyma ve yasakladıklarından kaçınma suretiyle seyri sülûkunu tamamlamış olur. Yûsuf kıssası da başta iman olmak üzere, fıkhî, ahlâkî ilkeler barındıran, ferdî ve sosyal hayatın hemen hemen her alanıyla irtibatlı hikmet ve hakikat deryasıdır. Vahyin indiği dönem itibariyle başta Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabesi olmak üzere ona muhatap olan her asır ve coğrafyada gönüllere tesellîbahş olmuş ve ortaya koyduğu küllî kaidelerle kendisine inananların ihtiyaçlarını karşılamıştır. Her insan, onda kendisinden bir şey bulur. Mukayese ve izdüşümle gününü aydınlatabilir.

Sûrede çok önemli hakikatler yer almaktadır. Bu hakikatler kıssada cereyan eden hâdiselerin seyri içinde muhatabı eğitme maksatlı dikte edilen âdeta nokta vuruş prensiplerdir. Bunlar her asır için geçerlidir. Bunları başlıklar altında sıralayacak olursak: 

İnsan için en büyük düşman şeytandır: (إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلإِنسَانِ عَدُوٌّ مُّبِينٌ) (Kesinlikle) Şeytan insan için apaçık bir düşmandır.3

Allah her şeyi en iyi bilen ve hikmet sahibidir: (إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ) Şüphesiz ki Rabbin en iyi bilen ve hikmet sahibidir. 4

Yardım sadece Allah'tan istenir: (وَاللهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ ) Sizin anlattıklarınıza karşı yardım dilenecek olan (sadece) Allah'tır. 5

Allah yapılanları en iyi bilendir: (وَاللهُ عَلِيمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ ) Allah onların ne yaptıklarını çok iyi bilendir. 6 (إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ) Kuşkusuz O, her şeyi işiten ve bilendir. 7

Allah mutlak galiptir: (وَاللهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ) Allah Teâlâ iradesini yerine getirmekte her zaman mutlak galiptir. 8

Allah iyilik yapanların mükâfaatını verir: (وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ) Biz iyilik yapanlara işte böyle karşılık veririz.9 (وَلاَ نُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ) İyilik yapanların mükâfatlarını zayi etmeyiz.10 

(فَإِنَّ اللهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ إِنَّهُ مَن يَتَّقِ وَيِصْبِرْ) Kim takvalı olur ve sabrederse Allah iyilik yapanların karşılığını kesinlikle zayi etmez. 11

Zalimler felâha eremez: (إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ) Kuşkusuz zalimler asla kurtulamazlar. 12

Hüküm sadece Allah'a aittir: (إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ) Hüküm ancak Allah'a aittir.13

Allah hainlerin tuzaklarını bozar: (أَنَّ اللهَ لاَ يَهْدِي كَيْدَ الْخَائِنِينَ) Allah kesinlikle hainlerin tuzaklarını başarıya ulaştırmayacaktır. 14

Nefisler kötülük emreder: (إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ) Nefis, Rabbimin acıması olmasa, sürekli kötülüğü emreder. 15

Allah bağışlayıcı ve affedicidir: (إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ) Kuşkusuz Rabbim çok bağışlayıcı, çok merhamet edendir. 16 (إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ) Kuşkusuz O, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. 17

İnanan ve salih amel işleyenler için Ahiret sevabı daha hayırlıdır:(وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ) Ahiretteki karşılık ise, inananlar ve Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakınanlar için daha iyidir. 18 (وَلَدَارُ الآخِرَةِ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ اتَّقَواْ) Âhiret yurdu takva sahipleri için kesinlikle daha iyidir. 19

Allah en iyi koruyucudur: (فَاللهُ خَيْرٌ حَافِظاً) Allah en iyi koruyucudur. 20

Allah çok merhametlidir: (وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ) O merhametlilerin en merhametlisidir. 21 (وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ) O, merhametlilerin en merhametlisidir'. 22

Hüküm yalnız Allah'a aittir: (لِلّهِ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ) Hüküm yalnız Allah'ındır. 23

Yalnız Allah'a güvenilir: (وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ) Yalnız O'na güvendim, güvenenler de yalnız O'na güvensinler. 24

Allah dilediğinin derecesini yükseltir: (نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَّن نَّشَاء) Biz dilediklerimizin derecelerini böyle yükseltiriz. 25

Her ilim sahibinin üzerinde bilen vardır: (وَفَوْقَ كُلِّ ذِي عِلْمٍ عَلِيمٌ ) Her ilim sahibinin üstünde ondan daha iyi bilen biri vardır. 26

Allah en iyi hüküm vericidir: (وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ) O en iyi hüküm vericidir. 27

Allah her şeyi bilir, her işi hikmetlidir: (إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ) O (her şeyi) en iyi bilir ve her işinde hikmet vardır. 28 (إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ) Şüphesiz O alîmdir, hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilen, tam hikmet sahibidir. 29

Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez: (إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ) Kuşkusuz Allah'ın rahmetinden inkâr edenlerden başkası ümit kesmez.30

Allah tasadduk edenleri fazlasıyla mükâfatlandırır: (إِنَّ اللهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّقِينَ) Kuşkusuz Allah tasadduk edenleri fazlasıyla mükâfatlandırır. 31

Allah lâtiftir: (إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ لِّمَا يَشَاءُ) Gerçekten Rabbim dilediği kimse hakkında lâtiftir (dilediği hususları çok güzel, pek ince bir tarzda gerçekleştirir. 32

Kur'ân, inananlar için hidayet, rehber ve rahmettir: (مَا كَانَ حَدِيثاً يُفْتَرَى وَلَـكِنْ تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ) İyi bilin ki, bu Kur'ân uydurulmuş bir söz değildir. Sadece daha önceki kitapları tasdik eden, dine ait her şeyi açıklayan, iman edecek kimseler için hidâyet, rehber ve rahmettir. 33 

Prof. Dr. Muhammed Çelik

Sakın emegini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartisma




Hindistan da cok unlu bir ressam varmis...
Herkes bu ressamin yaptilarini kusursuz kabul edecek
kadar begenirmis...

Ve onu "Renklerin Ustasi" anlamina gelen Ranga
Celeri olarak tanisa da;kisaca Ranga Guru derlermis...

Onun yetistirdigi bir ressam olan Racici ise artik
egitimini tamamlamis ve
son resmini yaparak Ranga Guru'ya goturmus ve ondan
resmini degerlendirmesini istemis...

Ranga Guru ise;

- Sen artik ressam sayilirsiin Racaci.. Artik senin
resmini halk degerlendirecek.

diyerek resmi sehrin en kalabalik meydanina
goturmesini ve en gorunen yerine koymasini istemis.

Yanina da kirmizi bir kalem koyarak halktan
begenmedikleri yerlere carpi
koymalarini rica eden bir yazi birakmasini istemis.
Racici denileni yapmis
Ve birkac gun sonra resme bakmaya gittiginde gormus
ki, tum resim carpilar icinde ve neredeyse gorunmuyor... Cok uzulmus
tabii.Emegini ve yuregini koyarak yaptgi tablo kirmizidan bir duvar sanki..

Alip resmi goturmus Ranga Guru'ya ve ne kadar uzgun
oldugunu belirtmis.

Ranga Guru uzulmemesini ve yeniden resme devam
etmesini onermis.

Racici yeniden yapmis resmi ve gene Ranga Guru'ya
goturmus.



Tekrar sehrin en kalabalik meydanina birakmasini
istemis Ranga Guru...

Ama bu defa yanina bir palet dolusu cesitli
renklerde yagli boya, birkac
firca ile birlikte...

Ve yanina insanlardan begenmedikleri yerleri
duzeltmesini rica eden bir yazi
ile birlikte birakmasini istemis.

Racici denileni yapmis...

Birkac gun sonra gittigi meydanda gormus ki resmine
hic dokunulmamis,
fircalar da, boyalar da kullanilmamis..

Cok sevinmis ve kosarak Ranga Guru'ya gitmis ve
resme dokunulmadigini
anlatmis..

Ranga Guru ise;

Sevgili Racici, sen birinci konumda insanlara firsat
verildiginde ne kadar acimasiz bir elestiri saganagi ile
karsilasilabilecegini gordun...

Hayatinda resim yapmamis insanlar dahi gelip senin
resmini karaladi..

Oysa ikinci konumda onlardan
hatalarini duzeltmelerini istedin, yapici olmalarini istedin...

Yapici olmak egitim gerektirir... Hic kimse bilmedigi bir konuyu duzeltmeye
kalkmadi, cesaret edemedi...

Sevgili Racici Mesleginde usta olman yetmez, bilge de olmalisin...

Emegininin karsiligini, ne yaptigindan haberi
olmayan insanlardan alamazsin...

Onlara gore senin emeginin hic bir degeri yoktur...

Sakın emegini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle
tartisma... demis...

Tövbe için henüz vakit var Umut var(Onun İzni olmadıkça bir yaprak bile düşmez)



Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokagının neredeyse tamamı
ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur bir tugla yıgınının
tepesinde iki kız arkadaşın stüdyoları bulunmaktaydı. Alt katlarında ise
yaşlı bir ressam otururdu.

Günlerden bir gün genç kızın arkadaşları zatürreye yakalandı. Genç kız
günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken o da yatagında
pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu...

Geriye dogru sayıyordu;''Oniki'' dedi, biraz sonra da ''on bir''; arkasından
''on'', sonra ''dokuz''; daha sonra, hemen birbiri ardına ''sekiz'' ve
''yedi''. Arkadaşı merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba?

Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki tugla
evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş, yaşlı mı yaşlı bir
asma, tugla duvarın yarı boyuna kadar tırmanmıştı.

Dönüp arkadaşına ''Neyin var?'' diye sordu. Hasta kız fısıltı halinde
''altı'' dedi. ''Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce nerdeyse yüz tane
vardı. Saymaktan başım agrıyordu. Ama şimdi kolaylaştı. İşte biri daha
gitti. Topu topu beş tane kaldı şimdi.'' ''Beş tane ne?'' diye sordu
arkadaşı. ''Yapraklar, asmanın yaprakları. Sonuncusu da düşünce, bende
mutlaka gidecegim. Hissediyorum bunu.''

Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü. Fakat o;
''İşte bir tane daha gidiyor. Hayır, çorba falan istemiyorum. Bununla geriye
dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştügünü görmek
istiyorum.. Ondan sonra bende gidecegim.'' diyerek cevap verdi.

Genç kız uykuya daldıgında arkadaşı da alt kattaki yaşlı ressama ziyarete
gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı ressama. Yukarı çıktıgında
arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah hasta kız hemen arkadaşına perdeyi açmasını
söyledi. Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen upuzun gece boyunca
aralıksız yagan yagmur ve şiddetli esen rüzgardan sonra, bir asma yapragı
hala yerinde duruyordu.

Sapına yakın tarafları hala koyu yeşil kalmakla birlikte, testere agzı gibi
tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş olan yaprak,
yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yigitçe asılmış duruyordu.

''Bu sonuncusu'' dedi hasta kız. ''Geceleyim mutlaka düşer diye düşünmüştüm.
Rüzgarı duydum. Bu gün düşecektir, o düştügü an ben de ölecegim.'' Agır agır
geçen gün sona erdiginde onlar, alacakaranlıkta bile, asma yapragının
duvarın önünde sapına tutunmakta oldugunu görebiliyordu.

Derken şiddetli yagmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar aydınlanır
aydınlanmaz, genç kıza hemen perdenin açılmasını istedi. Asma yapragı hala
yerindeydi. Genç kız, yattıgı yerden uzun uzun yapragı seyretti. Sonra
arkadaşına seslendi; ''Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan
oldugumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yapragı orada tuttu.

Ölümü istemek günahtır. Şimdi bana biraz çorba verebilirsin'' dedi. Akşam
üstü gelen doktor ayrılırken; şimdi bir alt kattaki hastaya bakmam
gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürree.

Yaşlı adam çok agır bir durumda, kurtulma umudu yok ama daha rahat eder diye
bugün hastaneye kaldırılıyor'' dedi.

Ertesi gün doktor;''Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız'' dedi.

O gün ögleden sonra arkadaşı, iyice iyileşmiş olan arkadaşına alt kattaki
yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş.

Hastalandıgı günün sabahı kapıcı onu, odasında sancıdan kıvranırken bulmuş.
Papuçları, elbisesi baştan aşagı sırılsıklam, her yanı buz gibi bir
haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktıgına akıl sır erdirememişti
kimse. Sonra, hala yanık duran gemici feneri, yerinden sürüklene sürüklene
çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde birbirine karışmış sarı,
yeşil boyalarla bir palet ve saga sola saçılmış bir kaç fırça bulmuşlar. O
zaman o son yapragın sırrı da çözüldü. Rüzgar estigi zaman bile yerinden
oynamayan yaprak, yaşlı ressamın şahaseriydi. Yaşlı ressam, son yapragın
düştügü gece oraya bir yaprak resmi yapıp yapıştırmıştı...



Cennet ve Cehennem Kapısı




..."Yollari oldukca uzunmus, yokus yukari gidiyorlarmis, gunes yakiciymis,
ter icinde kalmislar, susamislar.

Bir donemecin ardinda harika bir mermer kapi gormusler; kapi, ortasinda bir
cesme bulunan altin doseli bir meydana aciliyormus, cesmeden berrak bir su
akiyormus.

Yolcu kapidaki bekciye donmus.

'Iyi gunler.'

'Iyi gunler,' diye yanit vermis bekci.

'Burasi harika bir yer, adi ne?'

'Burasi cennet.'

'Ne iyi, cennete gelmisiz, cunku cok susadik.'

'Iceri girip dilediginiz kadar su icebilirsiniz', demis bekci ve eliyle
cesmeyi gostermis.

'Atimla kopegim de susadilar.'

'Kusura bakmayin,' demis bekci.

'Buraya hayvanlar giremez.'

Yolcu cok uzulmus, cok susamismis, ama suyu tek basina icmek istemiyormus.
Bekciye tesekkur edip yoluna devam etmis. Epeyce bir sure yamac yukari
gittikten sonra eski gorunumlu kucuk bir kapiya varmislar, kapi iki yani
agaclikli toprak bir yola aciliyormus. Agaclardan birinin altinda, sapkasini
alnina indirmis, uyur gibi yatan bir adam varmis.

'Iyi gunler,' demis yolcu

Adam basini sallamis.

'Atim, kopegim ve ben cok susadik.'

'Surada taslarin arasinda bir pinar var,' diyen adam eliyle orayi isaret
etmis.'Istediginiz kadar su icebilirsiniz.'

Yolcu, ati ve kopegi pinara gidip susuzluklarini gidermisler.

Yolcu bekciye tesekkur etmis.

'Istediginiz zaman yine gelebilirsiniz,' demis bekci.

'Buranin adi ne?'

'Cennet.'

'Cennet mi? Ama mermer kapidaki bekci bana orasinin cennet oldugunu
soyledi.'

'Orasi cennet degil cehennemdi.'

Yolcunun akli karismis 'Sizin adinizi kullanmalarina niye izin veriyorsunuz?
Yanlis bilgi vermeleri buyuk karisikliga neden olur!'

'Hic de degil. Aslinda onlar bize buyuk bir iyilikte bulunuyorlar. En iyi
dostlarina sırt cevirenlerin hepsi orada kalıyor cunku
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...