Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

2 Mayıs 2009 Cumartesi

e-kitaplar
Ümmet Birliği, Âlimler ve Mezhep
9. Vahdetin yaranmasında âlimlerin vazifesi nelerdir?
Ümmet'in birliğinin temini konusunda âlimlere şüphesiz çok önemli görevler düşmektedir. Bunların başında, birlik-beraberlik meselesinin Ümmet için hava kadar, su kadar önemli olduğu gerçeğini seslerinin ulaşabildiği her noktaya ulaştırmak ve hür mü'mine bu zarureti kavratmak gelmektedir.
Ancak birlik-beraberliğin gerçekçi bir zemin üzerine kurulması gereği de bir başka gerçek olarak karşımızda duruyor. Yusuf el-Karadâvî, Dünya Müslüman Alimler Birliği'nin başkan yardımcılığına bir şiiyi getirerek, Şiilerle birlikte çalışma iradesini en üst seviyede izhar etti ve bunu yıllarca devam ettirdi. Ancak gelinen noktada iyi niyet izharının çok da işe yaramadığı açıkça görülüyor.
Bu noktada şii âlimler üzerine düşen en öncelikli görev kanaatimce şudur: Nasıl sünnî âlimler Şiiler arasında Sünniliğin yayılması için özel bir gayret göstermiyorsa, şii âlimler de Şiiliğin Sünni coğrafyada yayılması için gayret göstermekten vaz geçilmesini kabul ve kendi çevrelerine telkin etmelidir.
İkinci olarak devrimle birlikte önemli ölçüde revizyona tabi tutulan, daha doğrusu devrime, revizyona tabi tutulmuş haliyle imkân veren "takiyye" inancı, Ümmet'in birlik-beraberliği için de benzer şekilde revize edilmeli, hatta mümkünse tamamen ortadan kaldırılmalıdır.
Üçüncü olarak Şiiler, –başta ilk üç halife ve Hz. Aişe validemiz (Allah Sahabe'nin hepsinden razı olsun) olmak üzere– Sahabe aleyhinde kendi kaynaklarında yer alan rivayet ve hükümleri gözden geçirmeli, kaynaklarını bu türlü rivayet ve hükümlerden temizlemelidir.
Daha önce de yazdığım gibi bizzat Şii oluşumlar içinde bunun zemini vardır ve Şiiler samimi bir niyetle bunu gerçekleştirmek üzere adım attığında, kendi geçmişlerinde bu alanda daha fazla veri bulacaklardır.
10. Mezhebden İslam'a açılmak için ne yapmak gerekir?
Bu, yanlış kurgulanmış bir sorudur. Burada kastedilenin "itikadî mezhepler/fırkalar" olduğunu belirterek söyleyelim ki, her din anlayışının, meşruiyetini aldığı bir zemin vardır. Bu zemin, yapısı icabı sübjektiviteden olabildiğince uzak olmalıdır. Hemen bütün itikadî fırkalar Kur'an ve Sünnet'e dayandıklarını söylediklerine göre, ortada şöyle bir durum var demektir: Ya Kur'an ve Sünnet bu çoklu yapıya izin veren izafîliktedir, ya da bu fırkaların, bu iki kaynak hakkındaki görüşlerinin doğruluğu kanaatini aldıkları üçüncü bir hiyerarşik unsur olmalıdır.
Bu ihtimallerden ilki (ki fırkaların –birbirine zıt olanlar dâhil– bütün itikadî kabullerinin Kur'an ve Sünnet tarafından onaylandığı anlamına gelmektedir) herhangi bir fırka tarafından onaylanmadığına göre, geriye ikinci seçenek kalmaktadır. Buna göre her itikadî fırka, kendi Kur'an ve Sünnet anlayışının doğruluğunu üçüncü bir unsura dayanarak temin etmektedir. Bu unsur hiyerarşik olarak Kur'an ve Sünnet'in altında olmakla birlikte, onlar üzerinde izafî yorumlar yapılması imkânını ortadan kaldırması, onların murat ve maksadını netleştirmesi bakımından son derece önemlidir.
Şia'ya göre bu unsur Ehl-i Beyt ve ona bağlı olarak "masum imam" inancıdır. Ehl-i Sünnet ise, bu unsuru (Ehl-i Beyt'i) da içine alacak ölçüde daha geniş ve gerçekçi bir unsura yaslanmaktadır: Sahabe. Şia, azınlık bir grup dışında Sahabe'nin geneli hakkında olumsuz kanaat sahibi olduğu için, Din'in gerçekçi biçimde yaşanması bakımından bu alanda oluşan boşluğu başka unsurlarla kapatma ihtiyacından dolayı "masum imam" inancını geliştirmiştir.
Pek çok şii metinde, Sahabe'nin adaletine inanmanın bir "iman unsuru" olmadığı vurgulanırken, aynı şeyin "masum imam" inancı için de geçerli olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir.
Mezhepsiz bir İslam mümkün müdür?
Soru sahibinin ifadesiyle "mezhepten İslam'a açılmak" mümkün müdür? Bu soruyu şöyle sormak da mümkün: Mezhepsiz bir İslam mümkün müdür?
Buradaki "mezhep" tabiriyle "itikadî mezheb"in kastedildiğini belirtelim ve şöyle bir genel tesbitte bulunalım: Mezhep meselesini hafife alanlar, mezhebi "İslam'ı sınırlayan" bir unsur olarak görenler ya da mezhebin gereksizliğini düşünenler aslında eşyanın tabiatına aykırı hareket ediyor. Şöyle:
"İtikad"ı, Din'de inanılması ve reddedilmesi gerekenler olarak tarif ettiğimizde şunu söylemiş oluyoruz: Din'in sahibi olan Allah Teala ve bu dini O'ndan aldığı yetki ve sorumluluk çerçevesinde insanlara tebliğ ve beyan eden Hz. Peygamber, neye nasıl inanmamız gerektiğini bize kesin bir şekilde bildirmiştir. Temel inanç unsurlarında herhangi bir belirsizlik, kapalılık, ihtimallilik söz konusu değildir. "Amentü esasları" dediğimiz bu inanç umdeleri, kendisini "mü'min" olarak tarif eden herkes tarafından kesin bir şekilde bilinmesi ve inanılması gereken hususlardır. Bunlardan bir tekinin bile inkârı ya da tereddütle karşılanması, kişiyi imanından eder. Ehl-i Sünnet'iyle Şia'sıyla bütün İslam fırkaları bu esaslara inanır ve inanılmasını zaruri görür.
Bir de bunlardan teferri eden hususlar vardır. Allah Teala'nın ahirette Mü'minler tarafından görülmesi meselesi buna örnek olarak zikredilebilir. Kabir azabı, Sırat, Mizan vb. hususların varlığına inanmak da böyledir. Bunlara inanan bir kimse, aslında bunların varlığını bize bildiren Kitap ve Sünnet nasslarına inancının bir göstergesi ve gereği olarak inanmaktadır. Bir başka ifadeyle bizler, bu ve benzeri hususlara, "Amentü esasları"ndan "Allah'a, Peygamber'e ve Kitab'a iman"ın tabii bir gereği, göstergesi ve açılımı olarak inanırız.
Bunlardan herhangi birinin inkârı iki durumda söz konusu olur:
1. Bunların varlığını bize haber veren bilgi kaynaklarının şayan-ı itimat olmadığına inanmakla.
2. Bu ve benzeri hususlarda söz konusu bilgi kaynaklarında yer alan bilgi ve haberlerin açık ve kesin olmadığına inanmakla.
İşte "mezhep" olgusu bu noktada karşımıza çıkmaktadır.
Bu gibi hususlar, "aslî iman umdeleri"ne taalluk ettiği, onlar hakkındaki kanaat ve inancı ele verdiği için önemlidir.
Bunların varlığını haber veren bilgi kaynaklarının şayan-ı itimat olmadığını söylemek, hadis ravilerinden başlayıp Sahabe'ye kadar uzanan bir dizi arızalı tutumu beraberinde getirir. Mu'tezilisiyle, şiisiyle, haricisi ve modernistiyle bid'at mezheplerin tamamı bu noktada ana gövdeden ayrılmış ve farklı mülahazalar ileri sürmüştür. Aynı sıralama içinde ele alacak olursak:
1. Bu noktada, bunların mezhebî mülahazalar olduğunu ve aşılması gerektiğini söylemek son derece boş ve anlamsızdır. Zira bir kısmını zikrettiğim bu meseleler ya vardır veya yoktur. Kur'an ve Hz. Peygamber (s.a.v) bunların varlığını ya haber vermiş veya vermemiştir. Ehl-i Sünnet, bu meseleler hakkındaki Kur'an beyanlarını, Kur'an-Sünnet bütünlüğü içinde ele almakta ve bunların varlığına inanmaktadır. Bir diğer ifadeyle bunlar, Ehl-i Sünnet var olduğunu söylediği için var değildir; aksine, var oldukları için Ehl-i Sünnet onların varlığını kabul ve ikrar etmektedir.
Daha önce de birçok vesileyle ifade etmeye çalıştığım gibi, bunları inkâr tutumu son derece tehlikelidir ve ucu, Kur'an'ın nakli meselesine kadar gider. Çünkü Kur'an da sonuçta bize kadar o nesiller tarafından aktarılarak gelmiştir.
2. Kur'an'ın bu konulardaki ayetlerinin açık delaletli olmaması durumunda yapılacak iş, Sünnet'e müracaat etmektir. Sünnet'te de böyle bir durum söz konusu olursa, Sahabe'nin tutumuna bakılır. Dolayısıyla ilgili Kur'an ayetlerindeki kapalı ya da ihtimalli delalet durumu, Sünnet tarafından netleştirilmekte, şayet Sünnet'te de böyle bir durum varsa, Sahabe'nin tutumu bu noktadaki fluluğu ortadan kaldırıcı bir unsur olarak işlev üstlenmektedir.
Bu şu demektir: Kur'an hakkında söz konusu olabilecek "göreceli" durum ve tutumları ortadan kaldıracak olan en tabii, önemli ve öncelikli unsur Sünnet'tir ve şayet Sünnet hakkında da böyle bir durum ve tutum var ise, bunu ortadan kaldıracak olan en tabii, önemli ve öncelikli unsur da Sahabe'dir.
Şu veya bu mülahazayla burada Sahabe unsuru devre dışı tutulduğu zaman yerine kaçınılmaz olarak başka unsur(lar) ikame edilecektir. Şia burada Ehl-i Beyt unsurunu devreye sokmaktadır. Ehl-i Sünnet Sahabe'yi masum/yanılmaz saymadığı, Sahabe'den gelen haber, rivayet ve içtihadları Kur'an ve Sünnet ile Şer'î prensipler doğrultusunda değerlendirdiği için, "şazz" kategorisindeki Sahabe akval ve ef'alini (söz ve fiillerini) inanç, amel ve itibar dışı tutmuştur. İbn Abbâs (r.a)'ın, Efendimiz (s.a.v)'in Medine'de, düşman korkusu veya yağmur (bir başka rivayette "sefer durumu") söz konusu olmadığı halde öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı cem ederek kıl(dır)dığı şeklindeki rivayeti, yahut Efendimiz (s.a.v) erkeğe altın ve ipeği yasakladığı halde altın yüzük takan bazı sahabîlerin bu tutumu, esas ittihaz edilmemiş sahabî tavırlarına örnek olarak zikredilebilir.
Ehl-i Sünnet böyle durumlarda "Sahabe'nin tavrı Efendimiz (s.a.v)'in tavrıdır. O da vahiy dışında hareket etmez. Dolayısıyla Sahabe'nin tavrı vahye dayanır" gibi bir mantık yürütmemiştir. Ancak Şia'daki masum imam akidesi için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Şii telakkisinde bütün masum imamların bilgisi ve içtihadı vahye dayanır, dolayısıyla kesin ve bağlayıcıdır.
Meseleyi daha başka veçhelerini gündeme getirerek tartışmak da mümkündür. Ancak zikrettiğim örneklerin şu hususun tebellür etmesi için yeterli olduğu söylenebilir: Bid'at fırkalarda itikadı mezhep belirlediği halde, Ehl-i Sünnet'te esas olan, itikadın mezhebi belirlemesidir.
11- Mezhep taassubu caiz mi?
Bu sorunun cevabı yukarıda zımnen verilmiş oldu. Şayet itikadî kabuller mezhep tarafından belirlenmişse, başkaları tarafından "mezhep taassubu" olarak ifade edilen husus, böyle bir mezhebe bağlı kimse/kesim için "İslam'ın/imanın gereği" olmaktadır. Dolayısıyla bir mü'min için "dinine taassupla bağlı" ifadesini kullanmak ne kadar abes ve anlamsız ise, bu durumdaki bir mezhep müntesibi için de "mezhep mutaassıbı" tabirini kullanmak o kadar abes ve anlamsız olacaktır. Bu durumda "mezhep taassubu caiz değildir" demenin çok fazla bir anlam ifade etmeyeceği açıktır.
Bu sarmaldan çıkmanın yolu –tabii bunu bir "sarmal" olarak kabul edip, kurtulmak için samimi bir irade gösterenler için–, bu yazı serisinin başlarında dikkatlere arz ettiğim tesbittir: Sahabe bu Ümmet için hem epistemolojik olarak, hem de reel durum itibariyle (Kur'an ve Sünnet gereği) vaz geçilmezdir. Sahabe'nin bize naklettiği Kur'an'ı nasıl Kur'an olarak kabul ediyorsak, bu noktada Sahabe'ye itimadı nasıl tartışma konusu yapmıyorsak, Sünnet'in ve genel İslamî tutumun bize nakli konusunda da aynı şeyin bahis mevzuu olduğunu kabul etmek durumundayız. Ancak Kur'an'ın nakli konusunda mevcut gerçeğe aykırı kabuller söz konusu olursa, o zaman bahsin mecrası değişir ve meselenin daha farklı bir kulvarda ele alınması zarureti doğar.
Yine daha önce de belirttiğim gibi, Şia içinde –her ne kadar çoğunluğu teşkil edenler tarafından benimsenmemiş ise de–, ana gövdeye yakın duran akımlar vardır ve onlar –mesela– Sahabe konusunda daha makul bir çizgi benimsemiştir. Fazilet sıralamasında önceliği Hz. Ali (r.a)'a vermekle birlikte, ilk üç halifenin (Allah hepsinden razı olsun) hilafetini de meşru kabul eden bu kabul, ana gövde ile Şia arasında bir ortak zemin teşkil edebilir.
Bu noktada altı çizilmesi gereken en önemli husus, teorisi ve pratiği Ayetullah Humeyni tarafından ortaya konulan "velayet-i fakih" müessesesidir. Bu müessesenin Sünni-Şii ihtilafının asgariye indirilmesinde hayatî bir fonksiyon icra edebileceğini söylemek yanlış olmaz.
Ayetullah Humeyni'nin ofis müdürlüğü ve İçişleri bakanlığı yapmış olan ve halen Yusuf el-Karadâvî'nin başkanlığını yaptığı Kudüs Müessesesi'nde başkan yardımcılığı görevini yürüten Ali Ekber Muhteşemî'nin bir tesbiti de üzerinde durduğumuz nokta bakımından önemlidir: Muhteşemi'nin naklettiğine göre İran'da şu anda en büyük taklit mercii durumundaki Ayetullah Hamaney, baskın Şii tutuma aykırı olarak Hz. Aişe (r.anha) validemizden, "Müslümanlar'ın Annesi" diye söz etmiş, gelen tepkilere rağmen geri adım da atmamıştır.
Keza Lübnan'lı Şii merci Muhammed Hüseyin Fadlullah'ın, Sahabe'ye sövmenin haram olduğunu deklare etmesi ve yine Hz. Aişe (r.anha) validemizden "Mü'minlerin Annesi" diye bahsetmesi de bu noktada dikkate alınması gereken bir tavırdır.
Bu, önemsenmesi gereken bir gelişmedir ve Sünni-Şii ihtilafı ancak bu tarz adımların atılmasıyla asgariye indirilebilecektir. Yoksa "Ümmet'in vahdeti", "küresel hegemonyanın dayatmaları", "Amerika/İsrail karşıtlığı"… gibi, retorikten öteye geçmeyen, alt yapıdan yoksun ve gerçekçi bir zemine otur-tula-mamış söylemlerin Sünni-Şii ihtilaflarını ortadan kaldırıcı bir fonksiyon ifa etmediği artık anlaşılmış olmalıdır.
Aslu'ş-Şî'a ve Usûluhâ isimli eserinde Âlu Kâşifi'l-Gıtâ'nın ortaya koyduğu tutum üzerinde de iyi düşünülmelidir. O, eserinde münhasıran Sünni dünyada "ıslahçı" edasıyla ortaya çıkmış bulunan kesimi muhatap alarak birtakım tavsiye ve temennilerde bulunmaktadır. Bunun bir metot olarak Sünni dünyada gerçekçi bir karşılık bulamayacağı açıktır. Zira reformist/modernist kesimin ne Sünnilik –hatta Şiilik– gibi bir derdi vardır, ne de Sünniler arasında itibarı! Dolayısıyla onlarla temin edilecek herhangi bir birliktelik, sonuç itibariyle İslam'ın modernizasyonu projelerine hizmetten başka bir işe yaramayacaktır.
12. Vahdetçi gençlere tavsiyeniz nelerdir?
Ümmet'in vahdetini samimi olarak arzulayan –sadece gençlere değil– herkese tavsiyem, mezhepler ve fırkalar tarihini iyi okumalarıdır. Tarihten ders almak, tarihe istediklerimizi söyletmekle değil, tarihin olanı söylemesine izin vermekle mümkün olabilir. Aşağıdaki 2 nolu dipnotta belirttiğim yerde Ayetullah Fadlullah da bu önemli problemin altını çizmektedir. Bu tutumlardan ilki "tarihin tanzimi", ikincisi ise "tarihin tesbiti"dir. Sünnî tarih ve tabakat kitapları, başta İmam Ebû Hanîfe olmak üzere Sünni mezhep imamlarının Ehl-i Beyt imamlarıyla nasıl örnek bir irtibat ve ilişki içinde bulunduğunun anlatımıyla doludur. Yapılması gereken, tarihi tanzim etmeye çalışmak yerine, aynı örnek tutumu bugün de devam ettirmenin yollarını bulmaktır.
Erken dönemlere ait Sünnî Kelam kitaplarında, söz gelimi İmam Ebû Hanîfe'nin yahut İmam el-Eş'arî ve çağdaşlarına kadar daha sonraki ulemanın eserlerinde Ehl-i Kıble hakkında keskin hükümlere rastlamak –haydi "imkânsız" demeyelim–, zordur. Ancak ne zaman ki Şii teori teşekkül dönemini tamamlamış, Şiilik müesses bir fırka olarak tarihteki yerini almaya başlamıştır, o zaman el-İsferâynî, Abdülkahir el-Bağdâdî ve daha muahhar âlimlere ait Ehl-i Sünnet Kelam kitaplarında "Bizi tekfir edeni biz de tekfir ederiz" türünden ifadelere rastlanır olmuştur. Bu elbette sebepsiz değildir. Bu durum hakkında iyi düşünmek gerekir.

Dr. Ebubekir Sifil

Ümmet ve Vahdet Bilinci

Tüm İslam Ümmeti ile birlikte hepimiz duruşumuz, tavır ve yaklaşımlarımız noktasında kritik bir sınavın eşiğinde bulunmaktayız. Bir taraftan sevinç ile hüznü, diğer taraftan da ümit ile kaygıyı aynı anda iç içe yaşamakta iken, tarihten beri sürgelen tecrübeler ışığında kendimize sahih bir zemin ve istikamet tesbit etme sorumluluğuyla karşı karşıyayız.
İslami kimliğimizin değişmez altyapısın oluşturan ümmet ve vahdet bilinci bir taraftan emperyalist saldırganlık, ideolojik ve psikolojik savaş yöntemleriyle örselenirken, diğer yandan ne yazık ki ümmet içi bir takım akım, eğilim ve saplantılar sebebiyle ciddi anlamda yaralanmakta ve yıpratılmaktadır.
İslam Ümmetinin düşmanları karşısında uğradığı ve uğrayacağı asıl kayıp, maddi ve zahiri anlamda bir takım imkan ve nimetlerden mahrum bırakılma değil, içsel anlamda algı ve perspektiflerimizde oluşan ve oluşturulan kırılmalar olmaktadır.
Bizler İslam Ümmeti olarak itiraf etmeliyiz ki; nesiller boyu süregeldiği üzere tarihimizden çok ağır ve sorunlu bir mirası tevarüs etme durumundayız. Şu veya bu şekilde bize intikal eden miras, sonuçta bizlerin idam fermanı gibi boynumuzda asılı durmakta, içine düşebileceğimiz bir gaflet ya da düşmanlarımızın kuracağı bir tuzak ile bu fermanın infazıyla karşı karşıya kalma riskini taşımaktayız.
Günümüzde bu tehlikenin en önemli veçhesini müslümanlar arası mezhep kavgaları oluşturmaktadır. Bu tür kavgalar tarihimizde çokça yaşanmış ve ortaya çıkan her bir kavga ümmetimizin birliği ve esenliğine ölümcül darbeler vurmuş, sonuçta müslümanların zelil ve esir düşmesinin yolunu açmıştır.
Ümmet ve vahdet bilinci biz müslümanlar için tevhid akidesinin bir tecellisidir. Tevhid, Allah`ı birleme değildir sadece. Rabbimizin Kur`an`da sizin ümmetiniz tek bir ümmettir; ben de sizin Rabbinizim o halde bana ibadet edin şeklindeki buyruğu gereği, tevhid akidesi ümmeti birleme sorumluluğunu da beraberinde getirir doğal olarak. Allah`ı birleyip de kavmi, mezhebi, içtihadi, kelami cihetlerden ümmeti çoklayanlar, sonuçta sahih bir tevhid anlayışı üzere olamazlar.
Ne gariptir ki; geçmiştete de örneği görüldüğü üzere, ümmetin çoklanması, diğer bir ifadeyle ayrıştırılıp birbirine zıt kesimler haline dönüştürülmesi ne yazık ki yine tevhid inancı adına olabilmekte, tevhid birleştiriciliğin değil, ayrıştırıclığın illeti kılınmaktadır.
Doğal süreçler içinde İslam Ümmeti arasında değişik mezhepler, fıkhi-itikadi ekoller ortaya çıkmış ve şer`i nasslar ışığında islam toplumlarına bir müslüman kimliği kazandırmaya çalışmıştır. Ancak adı ve ekseni her ne olursa olsun herhangi bir mezhebin ve eğilimin, ya da bunlara nisbet kişi ve kesimlerin kendisine mezhebi/içtihadi bir gerekçe göstererek, müslümanların ayrışmasına, kamplaşmasına, aralarında husumet ve adavetin oluşmasına sebep olması hiç bir zaman meşru gösterilemez ve kabul edilemez.
Gününüzde Ehl-i Sünnet ve Şia olarak genelde iki ana kola ayrılan İslam mezhepleri arasında meydana getirilmek istenen ayrılık sadece azılı düşmanlarımızın şeytani komplolarının bir sonucu değil, tarihimizden günümüze sarkan sorunlu din mirasının bir neticesidir aynı zamanda. İster Ehl-i Sünnet adına olsun, ister Şia adına olsun müslümanlar arasına öylesine ayrıştırıcı faktörler ortaya konulmuştur ki, bu faktörler Ümmet binasını dinamitleyen tahrib bombaları olarak varlığını sürekli korumuştur.
Kimden kaynaklanırsa kaynaklasın sünnisi ile şiisi ile müslümanların arasındaki sevgi, beraberlik, kardeşlik duygularını örseleyen, onların aralarındaki bağı gevşeten, ümmetin birliğini, bütünlüğünü ve zindeliğini zedeleyen her faktör başlı başına bir ifsaddır ve buna sebep olanlar Allah katında büyük bir vebal altına girmişlerdir.
Ehl-i Sünnet kimliğini taşıyan müslümanlar kendilerini Hz. peygamber ve ashabının izinde gitmekle tanımlamaktadırlar. Ehl-i Sünnet müslümanların kendi aralarındaki çeşitli farklılıkları bir kenara bırakacak olursak, her bir sünni müslüman kendisini bu minval üzere tanımlar öncelikle.
Bizler tarih ve siyer kitaplarından nasıl bir ashab profili öğrenmekteyiz? Nasıl bir ashab modeli sözkonusudur ki; onların izinden gidiyor olmak, müslümanların birbiriyle zıtlaşmasına, birbirinden ayrışmasına ve hatta birbirlerine düşman olmasına referans olabilsin? Eğer bir ashab modeli müslümanların bölünüp parçalanmasının illeti olacaksa, o zaman, ashabın izinden gitmek cemaat olmayı nasıl beraberinde getirsin?
Ehl-i Sünnet olmak, ümmet olmanın gereğidir; ümmetin bir kısmını bir tarafta diğer kısmını diğer tarafta tutup aralarında mesafe koymakla ehl-i sünnet olunamaz. Bu olsa olsa ehl-i tefrika olur. Ümmet bilinci taşıyan hiç bir Ehl-i Sünnet müslüman, islam ümmetini mezhebi ayrışmaların içine itmez, bilakis onun asli misyonu cemaatleşmektir; bu da ümmetin birliğidir temelde.
Ehl-i Sünnet imamları, -Allah hepsine rahmet etsin- ümmet arasında birlik ve zindelik zaafa uğramasın diye alabildiğince hassasiyet göstermişken onları izleme iddiasında olanlar bu hassasiyeti gözardı edebilirler mi? Mezhep imamlarının fetvalarını, siyasi tavırlarını bir kez daha okuyalım; orada ümmet arasında fesad çıkmasın, müslümanlar birbirine düşmesin diye nasıl bir gayret gösterildiğini açıklıkla göreceğiz.
Diğer yandan Peygamberinizin Ehl-i Beytini izlemekle islami kimliklerini oluşturmak isteyen şii müslümanlardan, islam ümmeti içerisinde ayrışma ve parçalanmaya sebebiyet verenler kendilerini ne hakla imamet misyonuna bağlılıkla tanımlayabilirler? Ehl-i beyte bağlılık ile ümmetin ayrılığı iki zıt kutbu ifade etmiştir her zaman. İmamet asli fonsiyon itibariyle, ümmetin birliğinin teminatı olmuşken, imamet adına hareket edenler bu birliği nasıl parçalayibilrler?
Ehl-i Beyt imamları ümmetin birliği ve esenliği adına her türlü fedakarlığı göze almışken, nice zulüm ve haksızlıkları vahdet adına sinesine çekmişken, şimdi onlar adına hareket edip de bu vahdeti zedeleyecek söz ve tavırlar içine girmek, aynı zamanda Ehl-i Beyt imamlarının asli misyonunu ezip geçmek değil midir?
Şu gerçeği altını çizerek itiraf vurgulamalıyız ki, emperyalist ve siyonist saldırganlığın alabildiğince azgınlaştığı, müslümanların hak ve onurlarının pervasızca ayaklar altına alındığı, namus ve ırzlarının bile kirletildiği bir dönemde, her kim olursa olsun sözleri ve tavırlarıyla müslümanlar arasında irili ya da ufaklı ayrışmaya ve zıtlaşmaya sebebiyet veriyorsa, tek olan İslam Ümmetinin kamplaşmasına yol açıp onların birbirlerine düşman hale gelmesine neden oluyorsa, ister şii olsun ister sünni, onlar Amerika`nın ve İsrail`in değirmenine su taşımaktadırlar.
Bizler İslam Ümmeti olarak Amerika ve İsrail`i iç dünyamızda öldürelim öncelikle. Bunun yolu da, ümmet ve vahdet bilincini ihya etmekten geçer; tahrib etmekten değil. Ehl-i Sünnet`in de Şia`nn da yolu kardeşlikten geçer; dövüşmekten, didişmekten ve sövüşmekten değil. Hiç kimse kendini nisbet ettiği mezhebin ve imamların yolunu çiğnemesin; sözüm ona, onlar adına müslümanları ifsada sürüklemesin.
Bugünlerde Amerikan emperyalizmi şeytani oklarını İslami İran`ın üzerine doğrultmuş hazırlık yapıyor. Pentagon`un savaş planlayıcıları, İran`a karşı nüklüer silah kullanma seçeneğini bile masalarının üzerine koymuş durumda. İsrail ise siyonist azgınlığının ivmesini yükseltmiş sürekli Filistinli katletmekte. Ama bizler hala müslümanlar arasında ihtilaf sebebi olan konuların tartışmasında boğulup gidebiliyoruz? Amerika`nın bomba atmasına, İsrail`in kurşun sıkmasına ne gerek var; zaten bizler birbirimizi bombalamaktan ve birbirimizi vurmaktan geri durmuyoruz.
Eğer bizler bu gafleti üzerimizden atıp mezhebi ihtilaflar ve farklılıklar üzerinden siyaset yapma ve söylem geliştirme aymazlığından kendimizi kurtaramazsak, yarın Allah`ın huzurunda ümmetin onurunu ve zindeliğini Amerika ve İsrail`e peşkeş çeken mücrimler olarak çıkmaktan da kendimi koruyamayacağız. Tercihimiz kendi elimizde; ya ümmet ve vahdet bilincini güçlendirip müslümanlar arasında kardeşlik ve birlik rüzgarları estireceğiz, ya da ümmetimizi ve mukaddesatımızı düşmanlarımızın önünde yem edeceğiz.


Nureddin ŞİRİN
Padişahlar







imamı azamdan ögütler


1) Ancak ilmi bir ihtiyaçtan dolayi devlet baskani ile yakin iliski içinde ol. Onun yaninda ates içerisinde imis gibi ol. Çünkü sultan kendisi için istedigini baska hiç kimse için istemez.

2) Devlet baskani sana bir mesele arzettiginde, söylediklerini kabul edecegine kani olmadikça, o meseleyi çözmeyi kabul etme.

3) Avamin (siradan seviyesiz ve bilgisiz insanlarin) arasinda, sorulmadan rastgele konusma.

4) Avamin ve tacirlerin yaninda ilme ve dine ait olmayan sözlerden kaçin ki, mala ragbet ve sevgin üzerinde durulmasin.

5) Avam arasinda ne gül, ne de tebessüm et, yilisIk olma.

6) Gereksiz yere çarsiya - pazara sIkça çikma.

7) Olgunluga erismemis yeni yetismelerle çok konusma, senli benli olma. Sokaklarda, mescidlerde yeyip içme.

8)Yol kenarlarindaki çesme ve sulardan su içme.

9) Yol ortasinda oturma. Yok illâ da oturacaksan hiç olmazsa mescidlerde otur.


10) Dükkanlarda oturma.

11) Ipek ve ipek karisimi elbiseleri giyme, ahmakliga yol açar.


12) Evlilik hayatinin tüm ihtiyaçlarini karsilayabilecek duruma gelmedikçe evlenme. Önce ilim taleb et, sonra helâl mal kazan, sonra da evlen.


13) Gençliginde hep ilimle ugras. Çünkü gençlik, gönlün ve zihnin bos ve temiz oldugu andir.


14) Her daim Allah'tan kork, emaneti edâ et, seviyeli seviyesiz tüm insanlara nasihat et.


15) Hiç kimseyi küçük görme. Kendi vakarini tanidigin gibi baskalarinin vakar ve haysiyetini de tani.


16) Bilgisiz kisilerle özellikle dini konularda tartismaya girme.

17) Tartisma kurallarina uymayanlar ve çikar elde etmek için tartisanlarla tartisma.

18) Her kim sana soru sorarsa, sadece sorusuna cevab ver. Meseleyi fazla dagitma.

19) Kazançsiz ve aziksiz on yil da kalsan ilimden yüz çevirme. Çünkü ilimden yüz çevirdiginde maiset derdi, geçim sIkIntisi sana musallat olur.

20) Talebelerine, sanki onlar senin çocuklarinmis gibi egil ki, onlarin ilme arzulari artsin.

21) Hakki söyleme konusunda sultan dahil hiç kimseden korkma.

22) Insanlarin hatalarinin ardina düsme, aksine onlarin güzelliklerini gör. Ancak dini konularda hatalarini gördüklerini diger insanlara bildir ki ondan sakinsinlar ve ona uymasinlar. Bu konuda hiç kimsenin makam ve mevkisinden çekinme ki, hiç kimse dini bozmaya, bidatleri hortlatmaya cesaret edemesin. Çünkü Allah bu konuda senin ve dinin yardimcisidir.

23) Senden baskalarinin yaptigindan daha çok ibadet ve taatte bulunmaya çalis ki, ilmin meyveleri üzerinde görülsün.

24) Alimleri bulunan bir yere vardiginda orada sadece sen varmis havasina bürünme. Halki etrafina toplayip çekip çevirmeye kalkisma. Onlarin hocalarina dil uzatma. Lüzumsuz ve yersiz tartismalara girme. Delilsiz, kaynaksiz konusma. Onlardan biri imis gibi ol. Yoksa sana hased ederler.

25) Allah için, hep göründügün gibi ol. Nasilsan öyle görün.

26) Tartisma aninda korkak olma. Yoksa bildiklerini karistirirsin, dilin tutulur kalir.

27) Çok gülmekten sakin, çünkü o kalbi öldürür.

28) Ancak agir basli bir sekilde yürü. Hoppa ve kaypak olma.

29) Islerinde aceleci olma.

30) Biri arkandan çagirinca ona kulak verme. Çünkü arkalarindan ancak hayvanlar çagirilir.

31) Konusurken bagirip çagirma. Lüzumsuz yere sesini yükseltme. Sakin ve agirbasli ol.

32) Yalniz kaldiginda oldugu gibi insanlarin yaninda da Allah'i zikret.

33) Namazlardan sonra kendine ait bir virdin (Allah'i zikir, sükür, Kur'ân tilaveti ve duâ) olsun.

34) Her ay oruç tutacagin belirli günlerin bulunsun. Bu konuda baskalari seni örnek alsin.

35) Mecbur kalmadikça alis-veris isleri ile ugrasma. Bu islerini güvendigin kisilere gördür.

36) Kendini kontrol et, baskalarini gözet ki, ilmin ile hem dünyan hem de ahiretinden yararlanilsin.

37) Dünyaliklarina ve bulundugun haline güvenme. Çünkü Allah tüm bunlardan seni hesaba çekecektir.

38) Ölümü çokca hatirla.

39) Hocalarin için duâ ve istigfarda bulun.

40) Kabirleri, ilmi ile amel eden zatlari ve mübârek yerleri çokca ziyaret et.

41) Dine dâvetin disinda hevâ ve heves ehli ile düsüp kalkma. Oyun oynama. Sövüp sayma.

42) Ezan okundugunda hemen mescide kos.

43) Insanlarin sirlarini açiga vurma.

44) Seninle istisare edenle sen de istisare et, ancak rastgele insanlarla degil, seni Allah'a yaklastiracagini bildigin kisilerle.

45) Cimrilikten sakin. Aç gözlü ve yalanci olma. Saçmalama. Her isinde mürüvvetini, insanligini muhafaza et.

46) Her halukâda beyaz, açikrenkli elbise giy.

47) Dünyaya çokca haris olma, gönül zenginligi içinde ol. Fakir olsan bile kanaatkârligini, gönül zenginligini ortaya koy.

48) Esyalarini rastgele insanlara degil, güvendigin kisilere teslim et. Islerini de onlara gördür.

49) Su adinin bayagisi olan dünyayi hep hakir gör, geçici olduğunu aklindan çikarma. Allah katinda olanin daha hayirli ve daha kalici oldugunu unutma.

50) Bir toplum seni öne geçirmedikçe, ne namazda ne de baska islerde onlarin önüne geçme.

51) Ilim meclislerinde kizma, kendini bilgisizlerle ölçme.

52) Bu ögütlerime saril ki, Allah'in izni ile önünde sonunda ondan faydalanasin. Beni de duândan unutma. Ben ancak senin ve müslümanlarin maslahatlari, yararlanmalari için bu tavsiyeleri yaptim.

devam...
Peygamberimiz






























Peygamberimizin hayatı


1.bölüm indir


2.bölüm indir









Peygamberimizin hayatı diğer kitapları

kitap1 indir

kitap2 indir

Peygamberimizin mucize ve özellikleri kitap3 indir

kitap4 indir

Bir tavus tüyü ile Kur'an sevgisi

 Kur'ana Değişik bir yaklaşım

 Kur'anı Kerim de bize yönelen sorular: 

 Kim var, ALLAH'a karşı size yardım edecek? Sizi boş yere, oyun eğlence olsun diye mi yarattık? Sizi boş yere, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık,başıboş bırakılacağınızı ve hesaba çekilmeyeceğinizi mi sandınız? Neden az şükredersiniz? Şükretmez misiniz? Akl etmez misiniz? Neden düşünmüyorsunuz? Namaz kılan bir kula mani olanı gördün mü? Size Şeytana tapmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır demedim mi, ve bana kulluk edin, doğru yol budur demedim mi? Ey iman edenler! Yapmadığınızı neden söylersiniz? Nereye gidiyorsunuz? Bu da tapılacak şey mi? Kendi kendilerini bir sinekten bile koruyamayan şeylere tapınılır mı? Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? “Gökten suyu kim indirirdi O olmasa... Yerden bitkiyi kim bitirirdi? Size ateşi kim verdi?“Görmedin mi? Görmedin mi? Görmedin mi?” Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi? Siz Kitabı (Tevrat'ı) okuyup durduğunuz halde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz? İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi sustursunlar diye mi, Allah'ın (Tevrat'ta) size bildirdiklerini onlara söylüyorsunuz? (Bu kadarcık şeye) akıl erdiremiyor musunuz? Siz bunun için Allah'tan söz mü aldınız? -Eğer böyle ise, Allah verdiği sözden dönmez-. Yoksa siz Allah'a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? Meryemoğlu İsa'ya mucizeler verdik. Onu Ruhu'l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Size herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe, kibirlenip (onların) bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi? Biz herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah'ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin? Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Yoksa, daha önce Mûsâ'nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur. Yoksa siz, "İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler" mi diyorsunuz? De ki: "Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. Onlar (böyle davranmakla), bulut gölgeleri içinde Allah'ın (azabının) ve meleklerin kendilerine gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar? Halbuki bütün işler Allah'a döndürülür. Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Binlerce kişi oldukları halde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? Allah onlara "ölün" dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütuf ve ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler. Mûsâ'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, "Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. O, "Ya üzerinize savaş farz kılındığı halde, savaşmayacak olursanız?" demişti. Onlar, "Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda niye savaşmayalım" diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah zalimleri hakkıyla bilendir. Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, "Benim Rabbim diriltir, öldürür." demiş; o da, "Ben de diriltir, öldürürüm" demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir" deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. Yahut altı üstüne gelmiş (ıpıssız duran) bir şehre uğrayan kimseyi görmedin mi? O, "Allah, burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek (acaba)?" demişti. Bunun üzerine, Allah onu öldürüp yüzyıl ölü bıraktı, sonra diriltti ve ona sordu: "Ne kadar (ölü) kaldın?" O, "Bir gün veya bir günden daha az kaldım" diye cevap verdi. Allah şöyle dedi: "Hayır, yüz sene kaldın. Böyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış. Bir de eşeğine bak! (Böyle yapmamız) seni insanlara ibret belgesi kılmamız içindir. (Eşeğin) kemikler(in)e de bak, nasıl onları bir araya getiriyor, sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?" Kendisine bütün bunlar apaçık belli olunca, şöyle dedi: "Şimdi, biliyorum ki; şüphesiz Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter." Herhangi biriniz ister mi ki, içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun; himayeye muhtaç çocukları var iken ihtiyarlık gelip kendisine çatsın; derken bağı ateşli (yıldırımlı) bir kasırga vursun da orası yanıversin? 


Allah düşünesiniz diye size âyetlerini böyle açıklıyor. De ki: "Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır." Allah, kullarını hakkıyla görendir. Al-i İmran (20) 

Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah'a teslim ettim." Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere6 de ki: "Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi?" Eğer İslâm'a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah kullarını hakkıyla görendir. Al-i İmran (80) 

Onun size, "Melekleri ve peygamberleri ilahlar edinin." diye emretmesi de düşünülemez. Siz müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi? Al-i İmran 

 (81) Hani, Allah peygamberlerden, "Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye söz almış ve, "Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?" demişti. Onlar, "Kabul ettik" demişlerdi. Allah da, "Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım" demişti. Al-i İmran (106) 

O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, "İmanınızdan sonra inkar ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkar etmenize karşılık azabı tadın" denilir. Al-i İmran (124) 

Hani sen mü'minlere, "Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun. Al-i İmran (142) 

Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Al-i İmran (144) 

Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır. Al-i İmran (162) 

Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O ne kötü varılacak yerdir! Al-i İmran (165) 

Onların (müşriklerin) başına (Bedir'de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud'da) sizin başınıza geldiğinde, "Bu nereden başımıza geldi?" dediniz, öyle mi? De ki: "O (musibet), kendinizdendir." Şüphesiz Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter. Nisa (20) 

Eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, öbürüne (mehir olarak) yüklerle mal vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günaha girerek mi verdiğinizi geri alacaksınız? Nisa (49) 

Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar zulmedilmez. Nisa (77) 

Daha önce kendilerine, "(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin" denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve "Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!" derler. De ki: "Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez." Nisa (88) 

Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Allah onları yaptıkları işlerden dolayı başaşağı ederek eski konumlarına (küfre) döndürmüştür. Allah'ın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, sen onun için asla bir çıkış yolu bulamazsın. Nisa (97) 

Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: "Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)" Onlar da, "Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik" derler. Melekler, "Allah'ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!" derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir. Nisa (139) 

Onlar, mü'minleri bırakıp kafirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet ve şeref Allah'a aittir. Nisa (141) 

Onlar sizi gözetleyip duran kimselerdir. Eğer Allah tarafından size bir fetih (zafer) nasip olursa, "Biz sizinle beraber değil miydik?" derler. Şayet kâfirlerin (zaferden) bir payı olursa, "Size üstünlük sağlayıp sizi mü'minlerden korumadık mı?" derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü'minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir. Nisa (144) 

Ey iman edenler! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? Nisa (176) 

Senden fetva istiyorlar. De ki: "Allah size "kelâle" (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor: Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa bıraktığı malın yarısı onundur. Eğer kız kardeşi ölür ve çocuğu da bulunmazsa, erkek kardeş ona varis olur. Eğer kız kardeşler iki iseler, (erkek kardeşin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kardeşler erkekli kızlı iseler o zaman, (bir) erkeğe, iki kızın hissesi kadar (pay) vardır. Sapmayasınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Maide (22) 

Dediler ki: "Ey Mûsâ! O (dediğin) topraklarda gayet güçlü, zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de gireriz." Maide (23) 

Korkanların içinden Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti: "Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer mü'minler iseniz yalnızca Allah'a tevekkül edin." Maide (31) 

Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?" dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu. Maide (40) 

Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a aittir. O dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir. Maide (60) 

De ki: "Allah katında cezası bundan daha kötü olanları size haber vereyim mi? Onlar, Allah'ın lanetlediği ve gazabına uğrattığı, içlerinden maymunlar ve domuzlar çıkardığı kimseler ile şeytanlara tapan kimselerdir. İşte bunların yeri daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır." Maide (76) 

(Ey Muhammed!) De ki: "Allah'ı bırakıp da, sizin için ne bir zarara ne de bir yarara gücü yeten şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." Maide (77) 

De ki: "Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, bir çoklarını da saptırmış ve dümdüz yoldan da şaşmış bir milletin arzu ve keyiflerine uymayın." Maide (102) 

Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu. Maide (112) 

Hani havariler de, "Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. İsa da, "Eğer mü'minler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının" demişti. Maide (116) 

Allah kıyamet günü şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Allah'ı bırakarak beni ve anamı iki ilah edinin dedin?" İsa da şöyle diyecek: "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin." Enam (144) 

Yine (erkek ve dişi olarak) deveden iki, sığırdan da iki. De ki: "İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Yoksa Allah size bunları haram ettiğinde orada hazır mı idiniz!?" İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. Enam (143) 

O, (Hayvanlardan) sekiz eşi de yaratandır: (Erkek ve dişi olarak) koyundan iki, keçiden de iki. Ey Muhammed! De ki: "Allah iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Eğer doğru söyleyenler iseniz bana bilerek haber verin." Enam (130)

 (O gün Allah şöyle diyecektir:) "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?" Onlar şöyle diyecekler: "Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz." Dünya hayatı onları aldattı ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler. Enam (114) 

"Size Kitab'ı (Kur'an'ı) hak olarak indiren O iken ben Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım?" (de). Kendilerine kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O halde sakın şüphecilerden olma. Enam (71) 

De ki: "Allah'ı bırakıp da bize faydası olmayan, zararı da dokunmayan şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete kavuşturduktan sonra gerisin geri (şirke) mi döndürülelim? Arkadaşları ‘bize gel!' diye doğru yola çağırdıkları halde, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp şeytanların ayarttığı kimse gibi mi (olalım)?" De ki: "Hiç şüphesiz asıl doğru yol Allah'ın yoludur. Bize âlemlerin Rabbine boyun eğmek emrolundu." Araf (28)

 Çirkin bir iş işledikleri vakit, "Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: "Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah'ın üzerine mi atıyorsunuz?" Araf (22) 

Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri onlara, "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?" diye seslendi. Araf (184) 

Onlar düşünmediler mi ki (çok iyi tanıdıkları, kendileriyle içiçe yaşamış olan) arkadaşlarında (Peygamber'de) delilikten eser yoktur. O ancak apaçık bir uyarıcıdır. Araf (195) Onların yürüyecek ayakları mı var? Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var, ya da işitecek kulakları mı var? De ki: "Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun da bana göz açtırmayın bakalım!" Tevbe (19) 

Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ın bakım ve onarımını, Allah'a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah zâlim topluluğu doğru yola erdirmez. Tevbe (63) 

Allah'a ve Resûlüne karşı gelen kimseye, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşinin olduğunu bilmediler mi? İşte bu, büyük bir rezilliktir. Tevbe (65) 

Şâyet kendilerine (niçin alay ettiklerini) sorsan, "Biz sadece lâfa dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk", derler. De ki: "Allah'la, onun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?" Tevbe (78) 

Allah'ın, içlerinde gizlediklerini ve fısıltılarını bildiğini ve Allah'ın gaybleri çok iyi bilen olduğunu bilmediler mi? Tevbe (104) 

Onlar, kullarının tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu; tövbeyi çok kabul edenin, çok merhametli olanın Allah olduğunu bilmediler mi? Tevbe (109) 

Binâsını takva (Allah'a karşı gelmekten sakınmak) ve onun rızasını kazanmak temeli üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yarın kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez. Tevbe (127) 

Bir sûre indirildi mi, "Sizi bir kimse görüyor mu?" diye birbirlerine göz ederler, sonra da sıvışıp giderler. Anlamayan bir toplum olmalarından dolayı, Allah onların kalplerini çevirmiştir. Yunus (91) Şimdi mi?! Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. Yunus (88

Mûsâ şöyle dedi: "Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun'a ve onun ileri gelenlerine dünya hayatında nice zinet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar diye mi? Ey Rabbimiz, sen onların mallarını silip süpür ve kalplerine darlık ver, çünkü onlar elem dolu azabı görünceye kadar iman etmezler." Yunus (77) 

Mûsâ: "Size hak gelince, onun hakkında böyle mi diyorsunuz? Bu bir sihir midir? Oysa sihirbazlar, iflah olmazlar!" dedi. Yunus (78) 

Dediler ki: "Bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan döndüresin de yeryüzünde hakimiyet (devlet) ikinizin eline geçsin diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmıyoruz." Yunus (68) 

"Allah bir çocuk edindi" dediler. O, bundan uzaktır. O her bakımdan sınırsız zengindir. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey onundur. Bu konuda elinizde hiçbir delil de yoktur. Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? Yunus (53) 

"O (azap) gerçek midir?" diye senden haber soruyorlar. De ki: "Evet, Rabbime andolsun ki o elbette gerçektir. Siz (bu konuda Allah'ı) âciz kılacak değilsiniz." Yunus (51) 

(Onlara) "Azap gerçekleştikten sonra mı ona iman ettiniz? Şimdi mi!? Oysa siz onu acele istiyordunuz" (denilecek). Yunus (49) 

De ki: "Allah dilemedikçe, ben kendime bile ne bir zarar, ne de fayda verme gücüne sahibim. Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler." Yunus (43)

 İçlerinden sana bakanlar da vardır. Fakat körlere, hele gerçeği görmüyorlarsa, sen mi doğru yolu göstereceksin? Yunus (42)

 Onlardan sana kulak verenler de vardır. Fakat sağırlara, hele akılları da ermiyorsa, sen mi işittireceksin? Yunus (35) 

De ki: "Allah'a koştuğunuz ortaklarınızdan hakka iletecek olan bir kimse var mı?" De ki: "Hakka Allah iletir." Öyle ise, hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa iletilmedikçe doğru yolu bulamayan kimse mi? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?" Yunus (27) Kötü işler yapmış olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir zillet kaplayacaktır. Onları Allah(ın azabın)dan koruyacak hiçbir kimse de yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalarla örtülmüştür. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Yunus (18) Allah'ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve "İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır" diyorlar. De ki: "Siz, Allah'a göklerde ve yerde onun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz!? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir." Yunus (2) İçlerinden bir adama, insanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki o kâfirler, "Bu elbette apaçık bir sihirbazdır" dediler? Yunus (99) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekün iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü'min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın? Yunus (102) Onlar sadece, kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen (azap dolu) günlerin benzerini mi bekliyorlar? De ki: "Bekleyin bakalım, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim." Hud (17) Rabbi katından açık bir delile dayanan kimse, yalnız dünyalık isteyen kimse gibi midir? Kaldı ki, bu delili Rabbinden bir şahit (Kur'an) ve bir de ondan (Kur'an'dan) önce bir önder ve bir rahmet olarak (indirilmiş olan) Mûsâ'nın kitabı (Tevrat) desteklemektedir. İşte bunlar ona (Kur'an'a) inanırlar. Gruplardan her kim onu inkar ederse, ateş onun varacağı yerdir. Ondan hiç şüphen olmasın. Şüphesiz o, Rabbin tarafından (bildirilmiş) gerçektir. Fakat insanların çoğu inanmazlar. Hud (24) Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz? Hud (73) Melekler, "Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O övülmeye layıktır, şanı yücedir." dediler. Hud (81) Konukları şöyle dedi: "Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamayacaklar. Geceleyin bir vakitte aileni al götür. İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın değil midir?!" Yusuf (37) Yûsuf dedi ki: "Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce onun ne olduğunu bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Ben, Allah'a inanmayan ve ahireti inkar eden bir milletin dinini bıraktım." Yusuf (47) Yûsuf dedi ki: "Yedi yıl âdetiniz üzere ekin ekeceksiniz. Yiyeceğiniz az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında bırakın." Yusuf (48) "Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelecek, saklayacağınız az bir miktar hariç bu yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek." Yusuf (59) Yûsuf onların yüklerini hazırlatınca dedi ki: "Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafir ağırlayanların en iyisiyim." Yusuf (96) Müjdeci gelip gömleği Yakub'un yüzüne koyunca gözleri açılıverdi. Yakup, "Ben size, Allah tarafından, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim demedim mi?" dedi. Yusuf (107) Yoksa Allah tarafından kendilerini kuşatacak bir azabın gelmeyeceğinden veya onlar farkında olmadan kıyametin ansızın gelip çatmayacağından emin mi oldular? Rad (5) Eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, "Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacakmışız?" demeleridir. İşte bunlar Rablerini inkar edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır ve işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Rad (11) İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah'ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı da yoktur. Rad (16) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" "Allah'tır" de. De ki, "O'nu bırakıp da kendilerine (bile) bir faydası ve zararı olmayan dostlar (mabutlar) mı edindiniz?" De ki, "Kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu? Yoksa Allah'a, O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma ile Allah'ın yaratması onlara göre birbirine mi benzedi?" De ki: "Her şeyin yaratıcısı Allah'tır. O, birdir, mutlak hakimiyet sahibidir." Rad (17) O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur. İşte Allah, hak ile batıla böyle misal getirir. Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı olan ise yerde kalır. İşte Allah böyle misaller verir. Rad (33) Herkesin kazandığını görüp gözeten Allah inkâr edilir mi? Halbuki onlar, Allah'a ortaklar koştular. De ki: "Onların isimlerini açıklayın. Yoksa siz (bununla) O'na yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber vermiş olacaksınız, yoksa boş söz mü etmiş olacaksınız?" Hayır inkâr edenlere hileleri güzel gösterildi ve onlar doğru yoldan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek yoktur. Rad (41) Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah hükmeder. Onun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir. Hicr (70) Onlar, "Biz seni insanlarla ilgilenmekten menetmemiş miydik" dediler. Hicr (68) Lût dedi ki: "Şüphesiz bunlar benim misafirlerimdir. Sakın beni rezil etmeyin." Hicr (58) Şöyle dediler: "Şüphesiz biz suçlu bir millete gönderildik. Hicr (54) İbrahim, "Bana yaşlılık gelip çatmış iken beni mi müjdeliyorsunuz? Bana neyi müjdeliyorsunuz?" dedi. Hicr (52) Hani misafirler İbrahim'in yanına girmiş ve "Selam" demişlerdi. O da, "Gerçekten biz sizden korkuyoruz" demişti. Hicr (51) Onlara İbrahim'in misafirlerinden de haber ver. Hicr (13) Önceki milletlerin (helakine dair Allah'ın) kanunu geçmiş iken onlar buna (Kur'an'a) inanmazlar. İbrahim (5) Andolsun, Mûsâ'yı da, "Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat" diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır. İbrahim (9) Sizden önceki Nûh, Âd, ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin –ki onları Allah'tan başkası bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ısırmak için) ellerini ağızlarına götürüp, "Biz sizinle gönderileni inkar ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz" dediler. İbrahim (10) Peygamberleri dedi ki: "Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? (Halbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırıyor. Onlar, "Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin" dediler. İbrahim (19) Allah'ın gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir. İbrahim (21) İnsanların hepsi Allah'ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki: "Şüphesiz bizler size uymuştuk, şimdi siz az bir şey olsun Allah'ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?" Onlar da, "Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur" derler. İbrahim (24) Görmedin mi Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. İbrahim (25) Bu ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. İbrahim (29) Allah'ın nimetini küfre değişenleri ve kavimlerini helak yurduna, yaslanacakları cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? O ne kötü duraktır! İbrahim (44) (Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün zalimler, "Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim" diyecekler. Onlara şöyle denilecek: "Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?" İbrahim (45) "Kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara ne yaptığımız ise size belli olmuştu. Size misaller de vermiştik." Nahl (17) Şu halde yaratan, yaratamayan gibi olur mu? Artık siz düşünmez misiniz? Nahl (45) Kötü işler yapmak için tuzak kuranlar, Allah'ın kendilerini yere geçirmesinden veya (ansızın) bilemeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi oldular? Nahl (46) Yahut onlar dönüp dolaşırken Allah'ın kendilerini yakalayıvermesinden emin mi oldular? Onlar Allah'ı aciz bırakacak değillerdir. Nahl (47) Yahut da, onları korku üzere iken yakalamayacağından güven içinde midirler? Şüphesiz Rabbiniz çok esirgeyicidir, çok merhametlidir. Nahl (71) Allah rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar rızıklarını ellerinin altındakilere vermezler ki rızıkta hep eşit olsunlar. Şimdi Allah'ın nimetini mi inkar ediyorlar? Nahl (75) Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah'a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler. Nahl (76) Allah (şöyle) iki adamı da misal verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine sadece bir yüktür. Nereye gönderse olumlu bir sonuç alamaz. Bu, adaletle emreden ve doğru yol üzere olan kimse ile eşit olur mu? Nahl (112) Allah şöyle bir memleketi misal verdi: Orası güven ve huzur içinde idi. Oraya her taraftan bolca rızık gelirdi. Fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden yaptıklarına karşılık Allah onlara şiddetli açlık ve korku ızdırabını tattırdı. Nahl (126) Eğer ceza verecekseniz size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır. İsra (49) Dediler ki: "Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduğumuz zaman mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi?" İsra (50) De ki: "(Şüphe mi var?) İster taş olun ister demir!" İsra (61) Hani meleklere, "Adem için saygı ile eğilin" demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, "Hiç ben, çamur halinde yarattığın kimse için saygı ile eğilir miyim?" demişti. İsra (62) Yine demişti ki: "Benden üstün tuttuğun kişi bu mu, söyler misin? Andolsun eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, (azdırarak) kontrolüm altına alacağım." İsra (68) Peki, karada sizi yere geçirmesinden, yahut üzerinize taşlar savuran kasırga göndermesinden, sonra da kendinize bir vekil bulamamaktan güvende misiniz? İsra (69) Yahut sizi tekrar denize döndürüp üstünüze, kasıp kavuran bir fırtına yollayarak nankörlüğünüz sebebiyle sizi boğmasından, sonra da bize karşı kendiniz için arka çıkacak bir yardımcı bulamama (durumun) dan güvende misiniz? İsra (89) Andolsun, biz bu Kur'an'da insanlara her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Yine de insanların çoğu ancak inkarda direttiler. İsra (94) İnsanlara hidayet (Kur'an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, "Allah bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi?" demeleri engel olmuştur. İsra (98) Bu, onların cezasıdır. Çünkü onlar âyetlerimizi inkar ettiler ve, "Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduktan sonra mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi?" dediler. İsra (99) Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah'ın kendileri gibilerini yaratmaya kadir olduğunu görmediler mi? Allah onlar için, hakkında hiçbir şüphe bulunmayan bir ecel belirlemiştir. Fakat zalimler ancak inkarda direttiler. Kehf (9) Yoksa sen, (sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakîm'i mi bizim ibret verici delillerimizden sandın? Kehf (54) Andolsun, biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür. Kehf (71) Derken yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi deldi. Mûsâ, "Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak bir iş yaptın." dedi. Kehf (72) Adam, "Sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin, demedim mi?" dedi. Kehf (74) Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında adam (hemen) onu öldürdü. Mûsâ, "Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Andolsun çok kötü bir iş yaptın!" dedi. Kehf (75) Adam, "Sana, benimle beraberliğe asla sabredemezsin demedim mi?" dedi. Kehf (94) Dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?" Kehf (102) İnkar edenler, beni bırakıp da kullarımı dost edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kâfirlere konak olarak hazırladık. Kehf (104) (Ey Muhammed!) De ki: "Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları halde dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?" Meryem (63) İşte bu, kullarımızdan Allah'a karşı gelmekten sakınanlara miras kılacağımız cennettir. Meryem (67) İnsan, daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi? Meryem (83) Kafirlerin başına, onları durmadan (günaha ve azgınlığa) tahrik eden şeytanları gönderdiğimizi görmedin mi? Ta Ha (40) "Hani kız kardeşin (Firavun ailesine) gidiyor ve "size onun bakımını üstlenecek kimseyi göstereyim mi?" diyordu. Derken, gözü aydın olsun, üzülmesin diye seni annene döndürdük. (Sana baktı, büyüdün) ve (kazara) bir cana kıydın da biz seni kederden kurtardık seni sıkı bir denemeden geçirdik (ve kaçıp Medyen'e gittin). Medyen halkı içinde yıllarca kaldın sonra (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tûr'a) geldin ey Mûsâ!" Ta Ha (57) Şöyle dedi: "Ey Mûsâ! Sihrin ile bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?" Ta Ha (86) Bunun üzerine Mûsâ öfke dolu ve üzgün bir halde halkına döndü. "Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? (Ayrılışımdan sonra) çok zaman mı geçti, yoksa üzerinize Rabbinizden bir gazap inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz söze uymadınız (ve buzağıya taptınız)?" dedi. Ta Ha (87) Şöyle dediler: "Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymış değiliz. Fakat biz Mısır halkının mücevheratından yüklü miktarlarda takınmıştık. İşte onları ateşe attık. Samirî de aynı şekilde attı." Ta Ha (89) Onlar bu heykelin, sözlerine karşılık vermediğini, kendilerinden hiçbir zararı uzaklaştıramayacağını ve onlara hiçbir fayda sağlayamayacağını görmezler mi? Ta Ha (120) Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: "Ey Adem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?" Ta Ha (128) Yurtlarında dolaşıp durdukları, kendilerinden önceki nice nesilleri helak etmiş olmamız, onları doğru yola iletmedi mi? Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler vardır. Ta Ha (133) İnanmayanlar, "Doğru söylediğine dair bize Rabbinden açık bir delil (bir mucize) getirse ya!" dediler. Önceki kitaplarda olanların apaçık delili (olan Kur'an) onlara gelmedi mi? Enbiya (3) Rab'lerinden kendilerine yeni bir öğüt (bir uyarı) gelmez ki, onlar mutlaka onu alaya alarak, kalpleri de gaflette olarak dinlemesinler. O zulmedenler gizlice şöyle konuştular: "Bu da ancak sizin gibi bir insan. Şimdi siz göz göre göre sihre mi kapılacaksınız?" Enbiya (30) İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? Enbiya (34) Biz senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar? Enbiya (55) "Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen bizimle eğleniyor musun?" dediler. Enbiya (62) (İbrahim gelince) "Sen mi yaptın bunu ilahlarımıza ey İbrahim" dediler. Enbiya (66) İbrahim şöyle dedi: "Öyle ise siz, (hâlâ) Allah'ı bırakıp da, size hiçbir fayda, hiçbir zarar veremeyecek şeylere mi tapacaksınız?" Enbiya (84) Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik. Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik. Hac (15) Her kim ona (Muhammed'e) Allah'ın dünyada ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa hemen tavana bir ip çeksin, sonra kendini assın da bir baksın; başvurduğu (bu yöntem), öfkelendiği şeyi giderecek mi? Hac (18) Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş ay, yıldızlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde etmektedir. Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz, Allah dilediğini yapar. Hac (25) İnkar edenler ile Allah'ın yolundan ve içinde, yerli, misafir bütün insanları eşit kıldığımız Mescid-i Haram'dan alıkoyanlar (azabı hak etmişlerdir.) Kim de orada zulmederek haktan sapmak isterse biz ona elem dolu bir azaptan tattıracağız. Hac (63) Allah'ın gökten yağmur indirdiği, böylece yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmedin mi? Şüphesiz, Allah çok lütufkârdır, hakkıyla haberdardır. Hac (70) Bilmez misin ki kuşkusuz Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir. Kuşkusuz bunların hepsi bir kitapta (Levh-i mahfuz'da)dır. Şüphesiz bu Allah'a göre çok kolaydır. Hac (72) Kendilerine âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman o kafirlerin yüz ifadelerinden inkarlarını anlarsın. Neredeyse, kendilerine âyetlerimizi okuyanlara hışımla saldıracaklar. De ki: "Şimdi size bu durumdan daha beterini haber vereyim mi: Ateş... Allah onu kafirlere vaad etti. Ne kötü varış yeridir orası!" Müminun (68) Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, önceki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? Müminun (69) Ya da onlar henüz kendi peygamberlerini tanımadılar da o yüzden mi onu inkar ediyorlar? Müminun (70) Yoksa "O cinnet getirmiş" mi diyorlar? Hayır o, onlara hakkı getirdi. Halbuki onların pek çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar. Müminun (72) Ey Muhammed! Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun (da inanmıyorlar)? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Müminun (94) De ki: "Ey Rabbim! Onlara yöneltilen tehditleri bana mutlaka göstereceksen, beni o zalim milletin içinde bulundurma." Müminun (105) Allah, "Âyetlerim size okunuyordu da siz onları yalanlıyordunuz, değil mi?" der. Müminun (115) "Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" Nur (22) İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Nur (34) Andolsun, biz size açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden bir misal ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için bir öğüt indirdik. Nur (35) Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile, neredeyse aydınlatacak (kadar berrak) tır. Nur üstüne nur. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Nur (41) Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların Allah'ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir. Nur (43) Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak. Nur (50) Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Resûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir. Furkan (15) De ki: "Bu mu daha hayırlıdır, yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanlara vadedilen ebedilik cenneti mi?" Orası onlar için bir mükafaat ve varılacak bir yerdir. Furkan (17) Rabbinin, onları ve Allah'ı bırakıp da taptıkları şeyleri bir araya getireceği ve (taptıklarına), "Siz mi saptırdınız benim şu kullarımı, yoksa onlar kendileri mi yoldan saptılar" diyeceği günü hatırla. Furkan (20) Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda gezerlerdi. (Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. (Bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin hakkıyla görendir. Furkan (33) Onlar sana hiçbir misal getirmezler ki (buna karşılık) sana gerçeği ve en güzel açıklamayı getirmiş olmayalım. Furkan (39) Bunların herbirine misaller getirdik, (öğüt almadıkları için) hepsini kırıp geçirdik. Furkan (43) Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilah edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? Furkan (45) Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu sabit kılardı. Sonra biz güneşi gölgeye delil kıldık. Furkan (60) Onlara, "Rahmân'a secdeye kapanın denildiğinde "Rahmân da nedir? Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz?" derler ve bu onların nefretini artırır. Şuara (1) Ta Sin mim. Şuara (18) Firavun şöyle dedi: "Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirdin." Şuara (25) Firavun, etrafındakilere (alaycı bir ifade ile) "dinlemez misiniz?" dedi. Şuara (59) İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık. Şuara (166) "Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz." Şuara (197) İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir? Şuara (203) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, "Bize mühlet verilmez mi?" demedikçe, ona inanmazlar. Şuara (221) Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Şuara (226) Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler. Neml (34) (Kraliçe Belkıs) şöyle dedi: "Krallar bir memlekete girdi mi, orayı harap ederler ve halkının ileri gelenlerini zelil hale getirirler. İşte onlar böyle yaparlar." Neml (36) (Elçilerin sözcüsü) Süleyman’ın huzuruna gelince, Süleyman ona şöyle dedi: "Siz beni mal ile desteklemek (ve böylece etkilemek) mi istiyorsunuz? Oysa Allah’ın bana verdiği size verdiğinden daha hayırlıdır. Fakat hediyenizle ancak siz sevinirsiniz." Neml (42) Belkıs gelince, "Senin tahtın böyle mi?" denildi. O da, "Sanki o! Fakat zaten daha önce bize bilgi verilmişti ve biz teslimiyet göstermiştik" dedi. Neml (54) Lût’u da (Peygamber olarak gönderdik.) Hani o kavmine şöyle demişti: "Göz göre göre o çirkin işi mi yapıyorsunuz?" Neml (55) "Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz? Doğrusu siz ne yaptığını bilmez bir toplumsunuz." Neml (60) Yahut gökleri ve yeri yaratan ve size gökten yağmur indirip, onunla, ağaçlarını sizin yetiştiremeyeceğiniz gönül alıcı güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah ile birlikte başka ilah mı var!? Hayır onlar (Allah’a) eş tutan bir kavimdir. Neml (63) Yahut karanın ve denizin karanlıklarında size yolunuzu gösteren ve rahmetinin önünden rüzgarları bir müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var!? Allah onların ortak koştuklarından yücedir. Neml (67) İnkar edenler dediler ki: "Biz ve babalarımız toprak olmuş iken mi, gerçekten bizler mi (diriltilip) çıkarılacağız?" Neml (84) Hesap yerine geldiklerinde Allah şöyle der: "Siz benim âyetlerimi, onları ilmen kavramamışken yalanladınız öyle mi? Yoksa ne yapıyordunuz ki?!" Kasas (12) Biz, daha önce onun, süt analarının sütünü emmemesini sağladık. Kız kardeşi, "Size onun bakımını, sizin adınıza üslenecek ve ona içtenlik ve şefkatle davranacak bir aile göstereyim mi?" dedi. Kasas (19) Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince adam, "Ey Mûsâ! Dün birini öldürdüğün gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun. Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun, arabuluculardan olmak istemiyorsun" dedi. Kasas (48) Onlara katımızdan gerçek gelince, "Mûsâ'ya verilen (mucize)lerin benzeri niçin buna da verilmedi" dediler. Onlar daha önce Mûsâ'ya verilen (mucize)leri inkar etmemişler miydi? Onlar, "İki sihirbaz birbirlerine destek oluyor" dediler. "Biz hepsini inkar ediyoruz" dediler. Kasas (57) Onlar, "Sizinle beraber doğru yolu tutarsak, kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız" dediler. Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak, her türlü meyve ve mahsullerin kendisinde toplandığı, saygın ve güvenlikli bir yere yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler. Kasas (61) Kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve o vaad edilen şeye kavuşacak olan kimse, dünya hayatının geçimliklerinden yararlandırdığımız, sonra da kıyamet günü (hesaba çekilmek için) huzura getirilecek kimse gibi midir? Kasas (72) De ki: "Ne dersiniz? Allah, üzerinize gündüzü kıyamete kadar sürekli kılsaydı, Allah'tan başka hangi ilah size içinde dinleneceğiniz bir gece getirebilir? Hâlâ görmeyecek misiniz?" Ankebut (10) İnsanlardan öyleleri vardır ki, "Allah'a inandık" derler. Ama Allah uğrunda bir ezaya uğratılınca insanlardan gördükleri baskı ve işkenceyi Allah'ın azabı gibi tutar. Andolsun, Rabbinden bir yardım gelecek olsa mutlaka, "Biz de sizinle beraberdik" derler. Allah, herkesin kalbinde olanı en iyi bilen değil midir? Ankebut (51) Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi?3 Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır. Ankebut (67) Çevrelerindeki insanlar kapılıp götürülürken, bizim, onların yurtlarını saygın ve güvenlikli bir yer kıldığımızı görmediler mi? Onlar hâlâ batıla inanıyorlar da Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar? Ankebut (68) Allah'a karşı yalan uyduran, yahut kendisine geldiğinde, gerçeği yalanlayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirler için bir yer mi yok? Rum (8) Onlar, kendi nefisleri(nin yaratılış incelikleri) hakkında hiç düşünmediler mi? Hem Allah gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz insanların birçoğu Rablerine kavuşacaklarını inkar ediyorlar. Rum (35) Yoksa biz kendilerine bir delil mi indirdik de o, Allah'a ortak koşmaları konusunda (isabetli olduklarını) söylüyor? Rum (37) Allah'ın, rızkı dilediğine bol verdiğini ve (dilediğine) kıstığını görmediler mi? Bunda inanan bir toplum için elbette ibretler vardır. Rum (42) De ki: "Yeryüzünde dolaşın da önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bakın." Onların çoğu Allah'a ortak koşan kimselerdi. Rum (58) Andolsun, biz bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik. Andolsun, eğer sen onlara bir âyet getirsen, inkâr edenler mutlaka, "Siz ancak asılsız şeyler uyduranlarsınız" derler. Lokman (31) Görmedin mi ki, gemiler Allah'ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir. Allah bunu âyetlerinden bir kısmını size göstermek için yapmaktadır. Şüphesiz ki bunda hakkıyla sabreden, hakkıyla şükreden herkes için ibretler vardır. Lokman (29) Görmedin mi ki Allah geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri (kendi yörüngesinde) belli bir zamana kadar akar gider. Şüphesiz Allah işlediklerinizden hakkıyla haberdardır. Lokman (20) Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah'ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? Yine de insanlar arasında, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıp duranlar vardır. Secde (10) (Kâfirler dediler ki:) "Biz toprakta yok olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacakmışız? Hayır, onlar Rablerine kavuşmayı inkar etmektedirler. Secde (27) Görmediler mi ki, biz yağmuru kupkuru yere gönderip onunla hayvanlarının ve kendilerinin yiyeceği ekinler çıkarırız. Hâlâ görmeyecekler mi? Sebe (7) Yine inkar edenler şöyle dediler: "Çürüyüp ufalandıktan sonra sizin yeniden diriltileceğinizi söyleyen bir adamı size gösterelim mi? Sebe (8) "Allah'a karşı yalan mı uydurdu, yoksa onda delilik mi var?" Hayır öyle değil! Ahirete inanmayanlar azap ve derin sapıklık içindedirler. Sebe (32) Büyüklük taslayanlar zayıf ve güçsüz görülenlere, "Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz" derler. Fatır (40) De ki: "Allah'ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır?" Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, zalimler birbirlerine aldatmadan başka hiçbir şey vaadetmezler. Fatır (32) Sonra biz o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed'in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur. Fatır (8) Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır? Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. (Ey Muhammed!) Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helak etme! Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla bilendir. Yasin (19) Elçiler de, "Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz?). Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz" dediler. Yasin (31) Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi; onların artık kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi? Yasin (35) Meyvelerinden yesinler diye biz orada hurmalıklar, üzüm bağları var ettik ve içlerinde pınarlar fışkırttık. Bunları onların elleri yapmış değildir. Hâlâ şükretmeyecekler mi? Yasin (47) Onlara, "Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın" denildiği zaman, inkar edenler iman edenlere, "Allah'ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz" derler. Yasin (54) O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir. Yasin (61) "Ey ademoğulları! Ben size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?" Yasin (68) Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz (gücünü azaltırız). Hâlâ düşünmeyecekler mi? Yasin (71) Görmediler mi ki biz onlar için, ellerimizin (kudretimizin) eseri olan hayvanlar yarattık da onlar bu hayvanlara sahip oluyorlar. Yasin (73) Onlar için bu hayvanlarda (daha pek çok) yararlar ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmeyecekler mi? Yasin (77) İnsan, bizim kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir. Yasin (81) Gökleri ve yeri yaratan Allah'ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir. Saffat (16) "Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi tekrar diriltileceğiz?" Saffat (52) "Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?" derdi. Saffat (53) "Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?" Saffat (59) "Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?" Saffat (91) İbrahim onların putlarının tarafına gizlice gitti ve şöyle dedi: "Yemez misiniz?" Saffat (126) "Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah'ı bırakarak "Ba'l'e mi tapıyorsunuz?" Saffat (138) Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz. Hâlâ düşünmeyecek misiniz? Saffat (150) Yoksa biz melekleri dişi olarak yaratmışız da onlar şahid mi bulunuyorlarmış? Saffat (153) Yoksa Allah kızları erkeklere tercih mi etti? Saffat (156) Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var? Saffat (176) Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar? Sad (21) Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi. Sad (28) Yoksa biz iman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkan arsızlar gibi mi tutacağız? Sad (63) "(Cehennemlik değillerdi de) biz onları alaya mı almış olduk, yoksa (buradalar da) gözlerimizden mi kaçtılar?" Sad (75) Allah, "Ey İblis! "Ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?" dedi. Zümer (64) De ki: "Ey cahiller! Siz bana Allah'tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz?" Zümer (60) Kıyamet günü Allah'a karşı yalan söyleyenleri görürsün, yüzleri kapkara kesilmiştir. Büyüklük taslayanlar için cehennemde bir yer mi yok!? Zümer (52) Bilmediler mi ki, Allah rızkı dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette ibretler vardır. Zümer (43) Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı?" Zümer (38) Andolsun, eğer onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette, "Allah", derler. De ki: "Peki söyleyin bakalım? Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah'ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar onun rahmetini engelleyebilirler mi?" De ki: "Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O'na tevekkül ederler." Zümer (37) Allah kimi de doğru yola iletirse artık onu saptıracak hiç kimse yoktur. Allah mutlak güç sahibi, intikam sahibi değil midir? Zümer (36) Allah kuluna yetmez mi? Seni O'ndan (Allah'tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar. Allah kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur. Zümer (32) Kim, Allah'a karşı yalan uyduran ve kendisine geldiğinde, doğruyu (Kur'an'ı) yalanlayandan daha zalimdir? Cehennemde kafirler için kalacak bir yer mi yok!? Zümer (27) Andolsun, öğüt alsınlar diye biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali verdik. Zümer (24) Kıyamet günü kötü azaba karşı yüzüyle korunan kimse, (o gün) azaptan emin olan kimse gibi midir? Zalimlere, "Kazandıklarınızı tadın" denir. Zümer (22) Allah'ın, göğsünü İslâm'a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah'ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay haline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler. Zümer (21) Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı. Sonra onunla renkleri çeşit çeşit ekinler çıkarıyor. Sonra ekinler kuruyor da onları sapsarı kesilmiş görüyorsun. Sonra da Allah onları kurumuş çer çöp haline getirir. Şüphesiz ki bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır. Zümer (19) Hakkında azap sözü (hükmü) gerçekleşenler, hiç onlar gibi olur mu? Cehennemlikleri sen mi kurtaracaksın? Zümer (9) (Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde halinde ve ayakta, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar. Zümer (71) İnkar edenler grup grup cehenneme sevk edilirler. Cehenneme vardıklarında oranın kapıları açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle derler: "Size içinizden, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?" Onlar da, "Evet geldi" derler. Fakat inkarcılar hakkında azap sözü gerçekleşmiştir. Mümin (28) Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü'min bir adam şöyle dedi: "Rabbim Allah'tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez." Mümin (47) Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, "Biz size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir misiniz?" derler. Mümin (50) (Cehennem bekçileri) derler ki: "Size peygamberleriniz açık mucizeler getirmemiş miydi?" Onlar, "Evet, getirmişti" derler. (Bekçiler), "Öyleyse kendiniz yalvarın" derler. Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır. Mümin (54) Andolsun, biz Mûsâ'ya hidayet verdik. İsrailoğulları'na da, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olarak o kitabı (Tevrat'ı) miras bıraktık. Mümin (69) Allah'ın âyetleri hakkında tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar? Fussilet (9) De ki: "Siz mi yeri iki günde (iki evrede) yaratanı inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir." Fussilet (15) Âd kavmi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamış, "Bizden daha güçlü kim var?" demişlerdi. Onlar, kendilerini yaratan Allah'ın onlardan daha güçlü olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı. Fussilet (40) Âyetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O halde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz o, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir. Fussilet (44) Eğer biz onu başka dilde bir Kur'an yapsaydık onlar mutlaka, "Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?" derlerdi. De ki: "O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar)." Fussilet (53) Varlığımızın delillerini, (kainattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur'an'ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi? Şura (14) Onlar, kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer (azabın) belli bir süreye kadar (ertelenmesi ile ilgili olarak) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra Kitab'a mirasçı kılınanlar da, onun hakkında derin bir şüphe içindedirler. Şura (17) Allah, hak olarak Kitab'ı ve mizanı3 indirendir. Sen nereden bileceksin belki de o saat (kıyamet) yakındır. Şura (24) Yoksa "Yalan uydurup Allah'a iftira etti" mi diyorlar. Eğer Allah dilerse senin kalbini mühürler. Allah bâtılı yok eder, hakkı sözleriyle gerçekleştirir. Şüphesiz O, göğüslerin özünü (kalplerde olanları) hakkıyla bilendir. Zuhruf (5) Haddi aşan bir topluluk oldunuz diye vazgeçip Zikir'le (Kur'an'la) sizi uyarmaktan geri mi duralım? Zuhruf (16) Yoksa, Allah, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de, oğulları size mi seçip ayırdı? Zuhruf (19) Onlar, Rahmân'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların (yalan) şahitlikleri yazılacak ve sorgulanacaklardır. Zuhruf (40) Sağırlara sen mi duyuracaksın; yahut körleri ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin? Zuhruf (45) Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor: Rahmân'dan başka kulluk edilecek ilahlar var etmiş miyiz? Zuhruf (51) Firavun kavmine seslenerek dedi ki: "Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?" Zuhruf (52) "Yoksa ben, şu zavallı, nerede ise maksadını anlatamayacak durumda olan bu adamdan daha hayırlı değil miyim?" Zuhruf (53) "(Eğer doğru söylüyorsa) ona altın bilezikler atılmalı, yahut onunla beraber bulunmak üzere melekler gelmeli değil miydi?" Duhan (28) İşte böyle! Onları başka bir topluma miras bıraktık. Duhan (37) Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba' kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları helâk ettik. Çünkü onlar suçlu kimselerdi. Casiye (31) İnkâr edenlere gelince onlara şöyle denir: "Âyetlerim size okunmuştu da sizler büyüklük taslamış ve günahkâr bir kavim olmuş değil miydiniz?" Ahkaf (22) Onlar ise, "Sen bizi ilahlarımızdan alıkoymak için mi geldin? Doğru söyleyenlerden isen bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir" dediler. Ahkaf (33) Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye gücünün yeteceğini görmediler mi? Evet şüphesiz O, her şeye hakkıyla gücü yetendir. Ahkaf (34) İnkâr edenlere ateşe sunuldukları gün, "Bu gerçek değil miymiş?" denir. Onlar, "Evet, Rabbimize andolsun ki gerçekmiş" derler. Allah, "Öyle ise inkâr etmekte olduğunuzdan dolayı azabı tadın!" der. Muhammed (14) Rabbinin katından açık bir belgesi olan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilen ve nefislerinin arzularına uyan kimseler gibi midir? Muhammed (22) Demek, yüz çevirdiğinizde2 yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız, öyle mi? Muhammed (24) Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var? Hucurat (16) (Ey Muhammed!) De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir." Kaf (15) İlk yaratmada acizlik mi gösterdik ki (yeniden yaratamayalım)? Doğrusu onlar, yeniden yaratılış konusunda şüphe içindedirler. Kaf (36) Biz onlardan önce, kendilerinden daha zorlu nice nesilleri helak ettik de ülke ülke dolaşıp kaçacak delik aradılar. Kaçacak bir yer mi var? Zariyat (24) (Ey Muhammed!) İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? Zariyat (27) Onu önlerine koydu. "Yemez misiniz?" dedi. Zariyat (53) Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur. Tur (15) "Bu Kur'an mı bir büyü imiş, yoksa siz mi (gerçeği) göremiyormuşsunuz?" Tur (33) Yoksa, "O Kur'an'ı kendisi uydurup söyledi" mi diyorlar? Hayır, (sırf inatlarından dolayı) iman etmiyorlar. Tur (35) Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Tur (37) Yoksa, Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her şeye hakim olan kendileri midir? Tur (38) Yoksa onların, kendisi vasıtasıyla (ilahi vahyi) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? (Eğer varsa) dinleyenleri, açık bir delil getirsin! Tur (39) Yoksa, kızlar O'na (Allah'a) da oğullar size mi? Necm (24) Yoksa insan (kayıtsız şartsız), her temenni ettiği şeye sahip mi olacaktır? Necm (35) Gayb'ın ilmi kendi yanında da o gerçeği mi görüyor? Necm (37) Yoksa, Mûsâ'nın ve Allah'ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim'in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi? Necm (61) Şimdi siz gaflet içinde eğlenerek bu söze mi (Kur'an'a mı) şaşıyorsunuz, gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz? Kamer (37) Andolsun, onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik. Vakıa (47) Diyorlardı ki: "Biz öldükten, toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?" Vakıa (57) Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz? Vakıa (59) Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz? Vakıa (64) Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? Vakıa (69) Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? Vakıa (72) Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? Hadıd (10) Size ne oluyor da, Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçinizden, fetihten (Mekke fethinden) önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı (cenneti) vadetmiştir. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Hadıd (14) (Münafıklar) mü'minlere şöyle seslenirler: "Biz de (dünyada) sizinle beraber değil miydik?" (Mü'minler de) derler ki: "Evet, fakat siz kendinizi yaktınız. Başımıza musibetler gelmesini gözlediniz, şüphe ettiniz. Allah'ın emri gelinceye kadar kuruntular sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında da sizi aldattı." Hadıd (16) İman edenlerin Allah'ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onlardan bir çoğu fasık kimselerdir. Hadıd (25) Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resüllerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. Mücadele (8) Gizlice konuşmaktan menedilip de, menedildikleri şeyi işleyen ve günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşanları görmedin mi? Sana geldiklerinde Allah'ın seni selamlamadığı selamla selamlıyorlar. İçlerinden de, "Söylediklerimizden dolayı Allah bize azap etse ya!" diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne kötü varış yeridir orası!2 Mücadele (13) Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Resülüne itaat edin. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Mücadele (14) Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmez misin? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler. Haşr (21) Eğer biz, bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz. Saf (10) Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size? Tegabun (5) Daha önce inkar edip de inkarlarının cezasını tadanların haberi size gelmedi mi? Onlar için elem dolu bir azap da vardır. Mülk (8) Neredeyse cehennem öfkeden çatlayacaktır! Oraya her bir topluluk atıldıkça oranın bekçileri onlara, "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" diye sorarlar. Mülk (14) Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır. Mülk (16) Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz? (O zaman) bir de bakarsınız yer yüzü şiddetle çalkalanıyor. Mülk (17) Yahut göktekinin, üzerinize taş yağdıran rüzgar göndermeyeceğinden mi emin oldunuz? O zaman, uyarım nasılmış bileceksiniz! Mülk (22) Şimdi, yüzüstü kapanarak düşe kalka yürüyen mi daha doğru gider, yoksa dosdoğru bir yolda dimdik yürüyen mi? Kalem (28) Onların en akl-ı selim sahibi olanı, "Ben size ‘Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?" dedi. Kalem (38) Onda, "Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizindir" (diye mi yazılı?) Kalem (39) Yahut bizden, her ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair Kıyamete kadar sürecek kesin sözler mi aldınız? Nuh (15) ‘Görmediniz mi Allah yedi göğü, tabaka tabaka nasıl yaratmıştır?' Cin (25) De ki: "Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi koyacaktır, bilemem." Kıyame (3) İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır? Kıyame (37) O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi? Kıyame (40) Şimdi, bunları yapan Allah'ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi? Mürselat (16) Biz öncekileri helak etmedik mi? Mürselat (27) Orada sabit yüce dağlar yaratmadık mı, size tatlı bir su içirmedik mi? Naziat (10) Şöyle derler: "Biz gerçekten gerisingeriye eski halimize mi döndürüleceğiz?" Naziat (15) (Ey Muhammed!) Mûsâ'nın haberi sana geldi mi? Naziat (18) "Ona de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin? Mutaffifın (26) Onun (içiminin) sonu bir misktir (ağızda misk gibi koku bırakır) İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar. Büruc (18) Orduların, Firavun ve Semûd'un haberi sana geldi mi? Gaşiye (1) Dehşeti her şeyi kaplayan felaketin haberi sana geldi mi? Fecr (10) (Ey Muhammed!) Rabbinin, (Hûd'un kavmi) Ad'e, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütunlarla dolu İrem'e, vadide kayaları oyan (Salih'in kavmi) Semûd'a, kazıklar sahibi Firavun'a ne yaptığını görmedin mi? Fecr (19) Haram helâl demeden mirası alabildiğine yiyorsunuz. Beled (10) Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi? Beled (7) Kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor? Beled (5) İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? Duha (7) Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi? Duha (8) Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi? İnşirah (1) (Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? İnşirah (4) Senin şânını yükseltmedik mi? Tin (8) Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir? Fil (1) Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? Rabbimiz defalarca bu soruyu soruyor. Demek görmüyor yada aciz(hatırlatılmasına ihtiyacımız var)insan. Kur'an daki Tekraratın Sebebi KUR'AN İNMELİ MÜ'MİNİN YÜREĞİNE Her şeye tekrar başlanmalı İmanlar tazelenmeli Tefekküre dalmalı Geçmiş hatırlanarak yeniden bir hamle başlatılmalı Nuh tufanı hatırlanmalı Musa(as) yeniden geçmeli Kızıldenizi Yusuf'un(as) kuyudan kurtulup hükümran oluşunu herkes görmeli… Ateşin İbrahim(as)’ı yakmadığı tekrar görülmeli… İbrahim(as) İsmaili(as) alıp Mekke’nin kızgın kumlarına hicret etmeli… Hacer validemizin telaşını hissetmeli…. İsmail(as)ın ayağının altından çıkan zemzemden içilmeli… İnsanların akın akın Mekkeye geldiği görülmeli…. Ebrehenin hikayesi yeniden ve baştan anlatılmalı… Fil ordusunun Ebabiller karşısında Allah’ın yardımıyla nasıl da biçilmiş ekine çevriliverildiği görülmeli… Bir çocuğun ağlama sesi duyulmalı…. Kisranın Ateşi sönmeli… Romanın sütunları çatlayıp devrilmeli… Kabenin ve meydanların putları kırılıp parçalanmalı… Hirayı hatırlamalı… Muhammed(sav) Hiraya yeniden tırmanmalı… Namus-u Ekber gelmeli ve oku demeli… Muhammed(sav) inmeli Hiradan ve yeniden okumalı Vahyi… Mekkenin zengin ve müstekbir Mele’leri duymalı bu sesi… İrkilmeli; hücrelerine kadar sarsılmalı… Fırlamalı can havliyle sıcak yatağından,huzuru bozulmalı… Konforuna, egosuna Allah’ın ayetleri ile müdahale edilmeli… Muhammedin(sav) sesi ve mesajı yankı bulmalı… Huzur verilmeli kölelerin ve cariyelerin kırılmış kalplerine… Bir kurtuluş müjdesi olmalı prangalı boyunlara… Karanlıklara alışmış gözlere Nur… Delalette olanlara Furkan… Hastalıklı zihinlere Şifa olmalı… Ebubekir’ler çıkmalı sahneye Ali’ler,Musab’lar,Sad’lar… Sümeyye’ler şehit olmalı tekrar kızgın topraklar üzerinde… Bilal’in inlemesini duymalı şu kaskatı kesilmis kalpler… Necaşi çizgi çizmeli asasıyla… Sizin ve bizim aramızdaki fark işte bu kadar… Hicret edilmeli Medineye… Ensarla kardeş olmalı… Evini,ekmeğini paylaşmalı muhacirlerle… Bedir"e gitmeli Allahın Yardımını görmeli hissetmeli hücrelerimizde… Uhud’daki Hamza’yı hatırlamalı… Ve Mekke"yi fethetmeli tekrar… Kahrolmalı Allahın düşmanları… Kahrolmalı şeytan ve dostları… Kahrolmalı Firavunlar, Hamanlar, Kisralar, Nemrutlar…. Kahrolmalı tekrar… Nefisle mücadele başlamalı tekrar.. Mala tapmamalı… Makama tapmamalı… Güce Tapmamalı… Yalnız Allaha ibadet etmeli…. Tağutu.. Firavun"u.. Haman"ı.. Meleyi… Zalimi… İyi tanımalı İyi beslenmiş atlar hazırlanmalı tekrar… Allah en yüce kabul edilinceye kadar yürümeli… İzzet Müslümanlara geri gelinceye kadar kalkmalı yumruklar İnsanlık Allahın nuruyla aydınlanıncaya kadar mücadele etmeli… İki gün birbirine denk olmamalı… Kuran hatırlanmalı… Kuran tekrar inmeli bugün müminin yüreğine… Tağutu reddetmeli… Allaha kul olmalı… Yani bi'şeyler yapmalı Abdullah BİNGAZİ Kuranda geçen şifalı besinler
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...