Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

13 Eylül 2012 Perşembe

Allah İle Kul Arasına Kimse Giremez!! (miş)

Allah İle Kul Arasına Kimse Giremez!! (miş)
Çevremizdeki bazı insanların zaman zaman ‘Bir mürşide bağlanmak gerek, tövbe alıp tasavvuf terbiyesine girmek lazım!..’ diye söze başladıklarında, kendilerine nedense hep aynı karşılık verilir:

Allah ile kul arasına kimse giremez!..”

Çoğu kimseler bu sözle, tasavvuf yoluna girenlerin Allah ile aralarına Allah’ın razı olmadığı kimseleri koyduğunu, bir mürşide bağlanmakla şirk tehlikesine düştüklerini, kendilerinin ise böyle bir tehlikeden uzak olduklarını anlatmaya çalışırlar.

Acaba işin gerçeği böyle mi?

Bu sözün gerçek manası bilinmezse fitne kaçınılmaz olur; zarar verir. Bu zarar imana dokunur, dini zedeler, din kardeşliğini sarsar, kardeşlik ruhunu öldürür.

Allah ile kul arasına kimse giremez sözü, niyete göre farklı sonuçlar doğurur. Eğer bu söz:

“Ben Allah’a kullukta önümde kimseyi istemem, peygamber, kitap, alim, mürşit tanımam, istediğim gibi kulluk yaparım, keyfimce ibadet ederim.”

Anlamında söyleniyorsa insanı dinden çıkarır. Daha doğrusu böyle düşünen kimse küfür, isyan ve gaflet içinde kalmış demektir. Eğer bu söz:

“Ben Allah’a giden yolda Allah’ın peygamberi ve kitabı ile yetinirim, onlar ne diyorsa onu yaparım, başka kimseyi kabul etmem, alimlere bakmam, velilere bağlanmam, mezhepler beni ilgilendirmez, dini kendi anladığım gibi yaşarım”

Anlamında söylenmişse, söyleyen sorumludur. Bu kişi inanç esaslarını zorlamış, kendini tehlikeli bir sona doğru sürüklüyor demektir. Çünkü arada alimler olmadan kendi başına dinin öğrenilmesi, anlaşılması ve yaşanması nasıl mümkün olacak!?

Oysa Kur’an ve Sünnet, hak yolda birlik (cemaat) olmayı, bu beraberliğin başındaki imama itaat etmeyi, topluca Allah’ın ipine sarılmayı, hep birlikte tövbe etmeyi, bilmediklerimizi alimlere sormayı, takva ve iyilikte yardımlaşmayı, bunun için Allah’ın sadık kulları ile beraber olmayı açıkça emretmektedir.

Dinin hükmü bu iken, bir mümin hangi delil ve mantıkla, ‘Bana bunlar gerekmez’ diyebilir? Dese bile bunun Allah katında ne kıymeti olabilir? Eğer bu söz:

“Allah benim her hâlimi görüyor, biliyor, sözümü işitiyor, niyazımı dinliyor. Ben namazda, secdede, zikirde, duada ve tövbede kalbimi Rabbime bağlıyorum. Onun için gönlüme kimseyi koyamam, kimseden bir şey bekleyemem. Benim korkum, sevgim, niyetim, hedefim sadece Allah’tır.”

Anlamında söyleniyorsa ne güzel. İşin doğrusu da budur, böyle olması lazımdır.

Zaten bütün peygamberler kalbi dünyadan çekip bu şekilde Allah’a bağlamak için gelmişlerdir. Onlara vâris olan alimlerin ve kamil mürşitlerin işi de budur. Buna Allah adamı olmak denir.

Ama ne var ki, kalbin bütün varlıklardan çekilip sadece Yüce Allah’a bağlanması kolayca elde edilecek bir nimet değildir. Bu tam bir hürriyet hâlidir. Arifler o hâli elde etmek için nefisleri ile bir ömür mücadele vermekte ve Allah ile aralarına giren engelleri yok etmek için mücadele etmektedirler.

Şu halde Allah ile aramızdaki engeller nedir?

Allah’a gitmek, Allah’a kavuşmak deyince ne anlaşılmalıdır?

Bizi ilgilendiren konu budur.

Allah’a gitmek gönül ile olur. Allah’a ulaşmak bir hâldir, sevgidir, aşktır. Bu kavuşma dışa doğru değil, içe doğrudur. Kalıp ile değil kalp iledir.

Kalpleriyle manevi engelleri geçenler, nefislerini aşanlar Yüce Mevla’yı bulurlar. Allahu Teala’nın insana şah damarından daha yakın olduğunu anlarlar. Bu buluşma O’nun razı olduğu amelleri yaparak gerçekleşir.

Bu iş insanın nefsi ve keyfine göre değil, Yüce Allah’ın çizdiği sınırlara göre olur. Bu sınırlara din denir.

Bizi Yüce Allah’a götürecek tek din İslam’dır. İslam, Kur’an ve Sünnetin çizdiği yoldur. Kur’an, Yüce Rabbine kavuşmak isteyenlere yolu şöyle tarif eder:

“Kim Rabbine kavuşmak istiyorsa salih amel yapsın ve Rabbine ibadetinde hiç kimseyi ortak etmesin.”

Demek ki Yüce Allah’a gitmek için iman, ihlas ve salih amel lazımdır. Allah’a giden yola uyanık kalple varılır, sevgi ile engeller aşılır, ihlasla hedef bulunur. Bu yolun başı ve sonu edepten ibarettir.

Bu yolun en büyük engeli nefis, en azılı düşmanı şeytan, en sarp yokuşu dünyadır. Nefis edeple süslenmeden, şeytan sindirilmeden, dünya sevgisi kalpten silinmeden Yüce Allah’a gidilemez.

Buna manevi terbiye ve arınma denir. Kendisini aşamayan insan, varlığın sahibine ulaşamaz. Bir arif şöyle diyor:

Allah’a giden yol iki adımdır:

Birinci adımda nefsine bas...

İkinci adımda Rabbine kavuşursun.

KAYNAKLARIYLA TASAVVUF

DR. DİLAVER SELVİ

SEMERKAND

Köpekte bulunan 10 güzel haslet

Köpekte bulunan 10 güzel haslet

"Ruhu'l-Beyân Tefsiri"nde köpek'de on güzel ahlâk olduğu beyan ediliyor.

1- Sadâkat: Köpek sahibini terk etmez. Kovsa da bırakmaz, küsmez. Hizmet eder.

2- Kanâat: Ne verilirse razı olur. Sofraya sokulmaz, bulduğu ile iktifâ eder. Yerine biri gelse onu oradan kovmaz.

3- Tevâzu: Yattığı ve gezdiği yer, alelâde yerlerdir. Kendi için yüksek yer aramaz. Ne yedirilirse yer.

4- Tevekkül: Yarını düşünmez, yerini yermez, erzak biriktirmez.

5- Teslimiyet: Sahibini bırakmaz. Dövse de, ayağını kırsa da yine çağırınca gelir (kuyruğunu sallayarak) teslimiyyet gösterir. İyilik edeni bilir ve unutmaz.

6- Zühd: Kendisini umûmî zuhûrâta bırakmıştır. Gelecek için bir düşüncesi ve hazırlığı ve esaslı bir bakımı yoktur.

7- Miskinlik: Her yeri dolaşır. Bir şey verilirse alır, vermezlerse bakar geçer. Kendini dokunmazlarsa, bir şey yapmaz; yoluna gider.

8- Uyanıklık: Çok az uyur. Şehirlerin, köylerin sokakların da gece bekçisidir. Hırsızları tanır, haber verir. Evleri, bağları, bahçeleri, sürüleri korur.

9- İstiğnâ: Çekingendir. Başkalarının nasîbine tecavuz etmez. (Kedi gibi sofralara sokulmaz) kabları bulaşdırmaz.

10- Edeb: Köpek, haddini bilir. İnsanlar arasında ve hayvan cinsleri içinde, insanlara en çok hizmet edenlerdendir. Emredilen işi tutar. Terbiyeyi kabul eder, terbiye edildiği zaman, tam bir liyakatla, çok büyük işler görür. Sürü, kızak, ev, harb, bekçilik, keşif ve yitik bulma... işlerinde hizmetleri çoktur.

Bu on güzel ahlâk köpekde bulunmaktadır. Halbuki bunlar, hâlis mü'minlerin ve sâdık mürîdlerin sıfatlarındandır.

kaynak;molla yahya pakiş,Allah cc sevenlerin yolu...

Bir gün bir sohbetde bu bahsi okuyunca, kardeşlerden biri, duygulanarak: "- Daha bir köpeğin sahib olduğu ahlâkı tam elde edemedik!.." diye ağladı ve sohbettekileri de ağlattı.
-------------------------------------

Şeyhle Köpek ( Mantıku't - Tayr | Kuş Dili , Feridüddin Attar (K.S.) , S.171 , Kırkambar Kitaplığı )

Bir Şeyhin yanında pis bir köpek vardı. Şeyh o köpekten hiç çekinmez, değmesin diye eteğini toplamazdı.
Birisi, ''Ey temiz ve ulu kişi'' dedi, ''Neden bu köpekten çekinmiyorsun?''

Şeyh cevap verdi:
''Bu köpeğin dışı pis, halbuki benim içimdeki pislik görünmüyor. Onun dışında bulunup görünen pislik bu yoksulun içindedir ve gizlidir.
İçim köpeğin dışı gibi pis olduktan sonra niçin ondan kaçayım? O da benimle bir!''

Pek küçük bir şey bile madem yolunu kesiyor, ister dağ olsun, ister saman çöpü, ne fark eder?

::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::


Ebu Saîd'in Bir Sûfî ve Bir Köpekle Konuşması ( İlâhiname , Feridüddin Attar (K.S.) , S.79-80 , Semerkand Yayınları )

Vaktiyle sûfînin biri, bir yere giderken yol başındaki bir köpeğe sopasıyla ansızın vurdu. Köpeğe şiddetlice vurduğundan köpek feryadü figan etmeye başladı. Kızgınlıkla Ebû Saîd'in huzuruna koştu, kinle coşarak ona ayağını gösterdi ve o gafil sûfîye kısas yapılmasını istedi.

Şeyh sûfîye dedi ki :

'''Ey vefasız! Bu ağzı var, dili yok hayvana bu cefayı niçin ettin? Bak, ayağını kırmışsın.''

Sûfî,

''Şeyhim! Kusur bende değil, köpekte. Elbiseme süründü. Artık o elbiseyle namaz kılamam. Lâf olsun diye değil, bu yüzden benden sopa yedi'' dedi.

Köpek orada feryat edip duruyordu.

Şeyh, köpeğe,

''Sen gönlünü hoş tut'' dedi. ''Aldırma! Sen hangi cezayı vermemi diliyorsan söyle, ben onun cezasını vereyim. Yalnız bu cezayı kıyamete bırakma. Dilersen onu ben cezalandırayım. Yalnız senin kızgınlığını istemem, hoşnut olmanı dilerim.''

Köpek, o vakit dedi ki :

''Ey eşi bulunmaz şeyh! Onun elbisesini sûfî elbisesi gördüm de bana bir zararı dokunmaz sandım. Beni böyle her yerimden yakıp yandıracağını nereden bilirdim! Resmî elbiseler giyinmiş birini görseydim yanına bile yaklaşmazdım. Fakat selâmet ehlinin elbisesini görünce ona güvendim. Ona ceza vereceksen hemen şimdi ver. Onun üstünden sûfî elbisesini çıkar da herkes şerrinden kurtulsun. Çünkü böyle bir ziyanı rindlerden bile görmedim ben. Ondan selâmet ehlinin hırkasını çıkar. Bu ceza, kıyamete kadar yeter ona.''

Ey kardeşim! Eğer bir köpek bile Allah(cc) katında böyle bir makama sahipse senin kendini köpekten üstün sayman haramdır. Kendini köpekten üstün görüyorsan bilmiş ol ki bu senin köpekliğindendir. Eğer böyle hakir bir halde toprağa atılırsan şüphe yok ki baş aşağı gidersin. Sende bu dik başlık varken şüphe yok ki daha fazla aşağılanırsın. Bir avuç topraktan yaratılmışken nasıl böyle konuşabilirsin...?

Toprağa gömmek için göbeşini kestiler senin.

Burada iyice toprak olan, bilmiş ol ki orada iyice pak olacaktır.

Sûfîler, kendilerini toprak eylediler de ruhlarını da temizlediler, bedenlerini de...

Bu yolun yüceleri, yüceliği tamamen bırakarak yüceldiler...


ÜZME! – ÜZÜLME! – SEV! - SEVİL!.." dir.
İnsanın nefsî yapısı egoist olduğundan üzmeye ve üzülmeye daha yakın, sevmeye ve sevilmeye daha uzaktır...
Bu kural; kurda-kuşa, ayığa-sarhoşa, âşığa-ahmağa geçerlidir.
Her gün taş attığınız (üzmek için) ve sizi görünce, canla başla kaçan ve sokaklar dar gelen mahallenin köpeklerine, ekmek atmaya (sevilmek için) başlarsanız önce temkinli yaklaşırsa da sonra sarmaş dolaş arkadaşınız olurlar....
Yollarda sizi bekler dururlar "Adamımız nerde kaldı?" diye...
Köpek deyip geçme sakın...
Bir zamanlar; bu kaygan hayat sahnesinde (yerler yağlı) ayağım kaydı da bir insan için:
"Köpek!" dedim.
Biraz sonra mânevî bir mahkeme kuruldu:
Antalya Yat limânı çıkışta sağ tarafa kayaların üzerine...
Mübâşir ve hâkim var ama, cismi yok (belki melek) ... kürsü var...
Mübâşir davayı okudu:
Dava: "Tâhir'den olma, Emine'den doğma Abdullâtif; filândan olma, filândan doğma filâna; "Köpek!.." demiştir..."
Davacı : Köpekleri temsilen 7 cins köpek (adamcağızın kendisi bile yok)
Dava sebebi: "Köpekler: Biz köpek olarak halkedildik ve bu işi de hakkınca yaptık ve yapıyoruz... Ne koyunluğa ne de kurtluğa kalkışmadık. Biz hayvandan doğma hayvanız. Ancak bu şahsiyet (beni gösterip) bâtıl ve şerli saydığı bir insanla bizi kıyaslayıp benzetti.
Oysa insanoğlu;
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيراً مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

"Andolsun biz cinleri ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalblleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapıktırlar (şaşkın) . İşte asıl gafiller onlardır." (A'râf 7/179)
Âyetine muhatab ve bizden aşağıya (esfeline) düşebilir.
Bu zât bize hakaret etmiştir. davacıyız!..."
Deyince, karar bir saniye sürmedi ve sadece : "Suçludur!..." dendi...
Ben ise bir kişi değil de, yan yana 7 kişiyim.
(7 Hâ-Mîm ile) tek tek divana dizildik.
Birinci ben idim. O zamanki hâlimde kar gibi ak saçlı, omuzu çökük çilekeş bir derviş...
Hemen sağımda ise 18 yaşındaki hâlim tıpa tıp (sanki oğlum Emre gibi) adetâ civân... Akışkan, konuşkan, kabına sığmaz, sevecen ve arsız, anladım ki nefsim...
Yanındaki sanki camdan bedenli gibi hârika kalb.Yanındaki ışık hüzmesi gibi bedeni var ama cisim de değil, Ruh v.s. v.s...
Hepimiz (6 letâif) birden sağımdaki gence (nefs) yüklenip:
"Yazıklar olsun dinimizi dünyamızı âhiretimizi yıktın edebsiz şey!... v.s." diyoruz.
Herkes bir başka söylüyor...
Öyle üzgünüz ki çâresizlik son sınırında; işte o zaman bir ses gürledi:
"Köpekler, Abdullâtifi, sahibine (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem)'e bağışladılar!..."
Öylesine sevindik ki şu anda dahi ruhumda duyuyorum
Resûlullah'ımız (sallallahu aleyhi ve sellem) in şefâatini...
İşte sana bir köpek masalı!...
İstersen bir de köpek hikayesi anlatayım da sonra sen Bolu'ya git Yıldırım Beyazid Câmisi müezzini İsmail Efendi'den dinle ve kahramanını da sana göstersin.
(Ben Bolu'da iken İsmail Efendi Karamanlı Câmisinde görevli idi. Zirâ, büyük câmi depremden sonra tâmir oluyordu.)
Efendim, kader Kaderullah yol düştü Bolu'ya...
Ne de olsa gurbet... kimseyi tanımıyorum.
"Yaz, çiz" derken sıkıldım.
Sokağa çıktım...
Gurbet zordur...
Gurbeti ve gariblerini, hep omuzlarından tanırım...
Mutlaka bir omuzu çökük olur...
Bendeniz, bir ömür terazileyemedim...
Şikâyet sanma şükrümüzü sakın...
ALLAH (celle celâluhu): Âşıkların iki yakasını bir araya getirmez ancak, kimselere de yırttırmaz...
Çilesiz âşık, artık yaşamıyordur...
Köroğlu heykeline doğru ana caddede giderken iki üç yüz metre ilerden biri geliyor amma yandan çarklı Şirket-i Hayriyye vapuru gibi...
"Bu kişi hırlı değil!" dedim...
Yanıma yaklaşınca sümük bir yana salya bir yana ...
Ancak; gözler âdeta kaynak makinesi gibi ışık saçıyor, rengi meçhul...
Bir şey demedim ve geçti gitti...
İçimden bir ses:
"Be cimri adam, şu mübârek zâta birazcık para bile vermedin... sen gerçekten ahmaksın lâf âşığısın!.. v.s." deyince geri döndüm, koşup yakaladım.
Para cebimdeki elimde, daha çıkarmadan:
"Bu gün olamaz!..." dedi ve döndüm.
İkindiyi Karamanlı Mahallemizdeki câmide kıldık.
Bolu'nun insanı misâfirperverdir.
Kim câmiye yeni gelse genellikle hoş beş eder hâl hatır sorarlar...
Müezzin İsmail Efendiyle konuşuyoruz.
"Efendim insan olmak lâzım, insan!..." deyince ben de:
"Ben bugün gördüm birisini caddede insanın şahıydı ismi belki de Hasandır!.."dedim.
İsmail Efendi :
"Bildim; o zât hârika birisidir.
Ben 17 yıl Yıldırım Beyazit Câmisinde müezzinlik yaptım.
Bu süre içerisinde bahsedilen zât (Ömer de deniliyor Hasan da) sadece sabah namazına 7 köpekle geliyor ve köpekler onu dış kapıda namaz bitinceye dek bekliyorlardı.
Sonra câmiden çıkınca birlikte bir yerlere çekip gidiyorlardı.
Ancak, bir sabah namazında ben imâmdım, namazı kıldırıp selâm verince bir vaveylâ koptu, dönüp bakınca köpeklerin câmi içine girip birkaç saf geride yanyana dizilip yattıklarını gören halk bağırıp çağırırken, Köpekçi Hasan Baba:
"Ulan ben size buraya girmeyin demedim mi? Ne işiniz var mescidlerinde v.s..." diyerek köpeklerini alıp çıktı, gitti...
Bir daha köpekler dış kapıda değil de ilerki köşede beklediler.
Bir köpek gittiyse, başka birisi geldi ki yıllarca sürdü...
Şu anda nerede kılıyor sabah namazını bilemeyeceğim!..." dedi...
Bolu, gül ve bülbülün yurdudur.
Bizim evimizi ALLAH (celle celâluhu) denkleştirdi bahçe içinde idi.
Dut mevsimine kadar gece boyunca bülbül sesinden uyuyamaz idik...
Dut yeyince susdular...
Mübârek insan Cemâl Candan'ı tanıdım bir cuma...
Komşu sayılırdık.
Sonraki cumalarda beni de alıp câmileri gezdirirdi...
Aslahaddin Efendi ve Câmisi huzurluydu.
Bir cuma Hamdi Baba'ya azmettik.
"Efendim bugün cuma duanın kabul günü de, nasıl olacak?" dedi.
Bende irticâlen :
"Mübârek bir yerde, mübârek bir zamanda, mübârek bir hâlde, mübârek bir dostun senin için dua ederse Biiznillah kabul!..." dedim.
Câmi ıraktı vardık.
Cumamızı kıldık.
Hamdi Baba'ya Yâsîn okuduk, dua edip çıktık.
Cemâl abi: "Hamdi Baba Erenlerdenmiş, mübârek yer burası, birbirimize Allah rızası için dua da ettik, mübârek hâl ne idi? derken köşeden Köpekçi Hasan Baba çıktı ve iki elinin parmakları ile bana para işareti yapıyor...
"İşte mübârek hâl bu!..." dedim...
Cemâl Candan'ın parasını ise zorla aldı...
Ama birkaç hafta sonrası ise, yolda yakalayıp sırtından ceketini soydu da Ahmed Karayel'den emânet aldığı kazakla gitti eve...
İşte köpek ve köpekçiler!...
Bir hadisten bahsediliyor:
"Köpekteki 10 vasıftan birisi gerçekten kendisinde olan kişi velîdir..." diye ama, aslına henüz eremedim.
.
Oturup gönül yordum kendimce al gözüm seyreyle:
Köpekteki 12 haslet; güzellik ve özellik:
1-Sadakâtkârdır : sahibine dâimâ sadıktır.
2-İtâatkârdır : sahibine dâimâ itâat eder.
3-Hamiyetkârdır : sahibini dâimâ korur.
4-Sebâtkârdır : bağlılığına güvenilir.
5-Kanâatkârdır : sahibi ne verirse kanâat eder.
6-Vefâkârdır : asla nankörlük etmez,başkasının peşine düşmez.
7-Fedâkârdır : sahibi için canını bile fedâ eder.
8-Tevâzu'kârdır : sahibine dâima başın eğer, yaltaklanır.
9-Muhabbetkârdır : sahibini çok sever, ayrılırsa o özler ve yolunu gözler.
10-Cefâkârdır : sahibinin sıkıntılarına katlanır ve terkedip gitmez.
11-Hizmetkârdır : emeğini esirgemez, üşenip usanmaz.
12- Hürmetkârdır : sahibine ve ev halkına saygılıdır. Evden bir çocuk başına vursa çeniler de saldırmaz... diyorum...

Diyorum demesine de...
Bir de: "Ey sefil İhvânî; tevhid tasmalı ve tescilli "kûn!..." Kervanının kıtmiriyim" der durursun, sahibin (ALLAH celle celâluhu ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem) ile hâlin, durumun ve vaziyetin ne hâlde?" diyorum...
Cevâb, doyurucu değil... Estek kerestek!...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...