Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

7 Nisan 2015 Salı

Damat Efendi... Müthiş Bir Kıssa..


   Mecmau'l-Enhür sahibi Muhammed b. Süleyman,  Damat Efendi lakabıyla meşhur olmuştur.Çünkü, bu iffet âbidesi, talebelik döneminde bir gece yarısı, mum ışığı altında ders çalışmaktadır. 
İlmî mütâlaalara daldığı bir esnada kapısı çalınır.O vakitte birinin gelmesinin hasıl ettiği hayret ve misafirin kimliği hakkındaki merakla hemen kapıyı açar.Karşısında genç ve güzel bir kızcağız durmaktadır. Misafir, yolunu kaybettiğini ve etrafta başka bir ışık göremediği için onun kapısını çalmaya mecbur kaldığını söyler. 

  Genç talebe, misafirini geri çeviremez,onu gece karanlığına ve sokağın soğuğuna terkedemez,çaresizce kızı içeri alır. Ona oturup dinlenebileceği bir köşe gösterdikten sonra da sabaha kadar dersine çalışmaya devam eder.Utangaç ve gizli-saklı nazarlarla onu seyreden kızcağız, bu iffetli talebenin bir haline taaccüb eder; 
genç, arada bir parmağını önünde yanan mumun alevine tutmakta ve bir müddet öylece bekledikten sonra geri çekmektedir. 
Bir defa ile de yetinmemekte ve bunu ara ara sürekli tekrarla-maktadır. 
    Bu hal üzere sabah olur. 
  Gün ışıdıktan sonra genç kız oradan ayrılıp evine döner. 
Halkın yardımıyla yolunu bularak ulaştığı ev,Osmanlı vezirlerinden birinin sarayıdır;bu genç kız da, o vezirin kerimesidir.Saray halkı, ona geceyi nerede ve nasıl geçirdiğini merakla sorarlar; zira, bütün gece onu aramış ama bir türlü bulamamışlardır.Genç kız başından geçenleri, gördüklerini ve hususiyle de kendisini misafir eden talebenin tuhaf halini bir bir anlatır. 
   Vezir, kızına yardım eden o genci sarayına davet eder ve niçin sabaha kadar elini yanan mumun üzerinde tuttuğunu ve elinin yanmasına sebep olduğunu sorar. Yusuf yüzlü genç,  Yolunu kaybettiği için kapımı çalan bir misafiri dışarıda bırakamazdım; bu sebeple onu kulübeme aldım. Nefsimin desiselerine karşı koyabilmek için de,elimi ara sıra mumun bana Cehennemi hatırlatan alevi üzerine koydum.
   Şeytan beni kandırmaya yeltendiğinde,parmağımı ateşe tutarak, 
nefsime cehennem azabını hatırlattım ve böylece yanlış bir şey yapmaktan kurtuldum.  


   Evet, hayırlı genç,bu iffet ve ismet şuuruyla ve ahirete kilitlenen gönlüyle o vezirin çok hoşuna giden ve teklifi kabul ederek o kızcağızla evlendikten sonra da Damat Efendi olarak anılagelen Muhammed b. Süleyman gibi, bu dünyanın cazibedar güzellikleri karşısında bakışı bulanmayan, gözü kaymayan, veraların verasını ebedî saadet diyarı sayan ve hep ona ulaşmayı düşünerek yaşayan insandır

Müthiş kıssa ve 6 ders



 Dubai’de zengin bir adam yemek yedikten sonra evinden dışarı yürüyüşe çıkar,biraz yürüdükten sonra iki rekât namaz kılmak için bir mescide girer. O mescidin bir köşesinde bir adamın hıçkırıkla ağladığına şahit olur. Dayanamaz ve o adamın neden ağladığını sorar.

5000 riyal (yaklaşık 2000 tl.) bir borcunun olduğunu ve bu sıkıntıdan kurtulmak için Allah’a yalvardığını söyler…

Zengin olan Müslüman bu rakamın kendisi için sorun teşkil etmeyeceğini bildirir ve o an cebinden 5000 riyali çıkarır verir. Para ile birlikte olası ikinci bir ihtiyaç durumunda kendisini araması için kartvizitini de verir…

Adam parayı alır ama kartı iade eder. Sebebini sorması üzerine ömür boyu unutamayacağı şu harika sözü işitir:

“İkinci kez borçlandığım durumda yine Allah’a yalvaracağım. Seni aramayacağım… Çünkü O seni bana gönderdi, senden başkasını da bana gönderir!”

Subhanallah!

O kıssayı dinledikten sonra uzun uzun düşündüm ve bazı dersler çıkardım.

1- O adam Allah’ı görür gibi iman etmiş ve ihsan kavramını yakalamış.

2- O kartviziti almamakla Allah’a olan tevekkülünü ispat etmiş oldu.

3- O kartvizitin kendisine uzatılması tam anlamıyla bir imtihandı. Ve o imtihanı başarılı bir şekilde geçti.

4- Allah dualara icabet edendir.

5- “Ummadığınız yerden rızıklandırırım” ayetinin tecellisini görmüş olduk.

6- Allah bu adam üzerinden bizlere tevekkül dersi vererek o adamı vesile kıldı. Allah’u âlem o adam sadık kullardandır. Her ne kadar kendisini tanımıyorsak da onu çok sevdik…

Rabbim böyle bir tevekkül anlayışını bizlere de nasip etsin…



İhsan, genel olarak iyilik ve lutufta bulunmak, bir işi en güzel şekilde yapmak, Allah'a ihlâsla kulluk etmek anlamlarında kullanılan bir terimdir.

Sözlükte "güzel olmak" mânasına gelen hüsn kökünden türetilmiş bir masdar olup genel olarak "başkasına iyilik etmek" ve "yaptığı işi güzel yapmak" şeklinde kısmen farklı iki anlamda kullanılmaktadır. İhsanda bulunan kişiye muhsin denir. Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması icap ettiğini iyi bilmesi hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir.

Hz. Ali. "İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır" derken bunu kastetmiştir.

Allah'ın yarattığı her şeyi ihsanla yarattığını bildiren âyette de (Secde 32/7) ihsan kavramı bu anlamdadır.

Ahlâk literatüründe ihsan genellikle, "iyiliklerde farz olan asgari ölçünün ötesine geçip isteyerek ve severek daha fazlasını yapmak" mânasında kullanılır. Râgıb el-İsfahânî'nin diğer İslâm âlimlerince de paylaşılan düşüncesine göre ihsan adaletin üstünde bir derecedir; adalet borcunu vermek, alacağını almak, ihsan ise üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almaktır. Bundan dolayı adaleti gözetmek vacip, ihsanı gözetmek mendup ve müstehaptır. (Müredât, "hsn", "adl" md.)

Kur'ân-ı Kerîm'de ihsan kavramı hem Allah'a hem de insanlara nisbet edilerek yetmişi aşkın âyette masdar, fiil ve isim şeklinde geçmekte, bu âyetlerin bir kısmında "başkasına iyilik etmek", bir kısmında "yaptığı işi güzel yapmak" mânasında, çoğunda ise herhangi bir belirlemeye gidilmeden mutlak anlamda kullanılmıştır. (bk. M. F. Abdülbâki, el-Muccem, "hsn" md.)

Hadislerde de aynı kullanımlara geniş olarak rastlanmaktadır. (bk. Wensinck, el-Mu'cem, "hsn" md.)

Her iki kaynakta ihsan kelimesi, Allah'a nisbet edildiğinde, "O yarattığı her şeyi en güzel yapmıştır, (Secde 32/7) O sizi şekillendirdi ve şeklinizi güzel yaptı (Tegâbün 64/3) mealindeki âyetlerde olduğu gibi Allah'ın kusursuz yaratıcılığını veya "Allah sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun" (Kasas 28/77) "Allah ona rızık ihsan etti" (Talâk 65/11)) örneklerinde görüldüğü üzere O'nun kullarına lütufkârlığını, cömertliğini ifade eder.

Ancak Hz. Peygamber'in (asm). "Allahım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzel yap" duasında (Müsned, 1,403) olduğu gibi özellikle Allah için kullanıldığında bu iki anlam arasında kesin bir farktan söz edilemez. Çünkü Allah'ın fiillerinin güzelliği ve mükemmelliği aynı zamanda O'nun lütufkârlığıdır.

Müminler, gerek evrende gerekse insanda gördükleri bütün güzellikleri, nimetleri, hatta bütünüyle varlığı ilâhî varlığın ve güzelliğin tecellileri olarak kabul ettikleri için kişinin ontolojik bakımdan gerçek varlık olarak Allah'ı tanımaları gerektiği gibi ahlâkî yönden de yalnız O'na kul olmaları, her durumda hakiki nimet, ihsan ve lütuf sahibi olarak sadece O'nu tanıyıp bütün ruhuyla O'na yönelmeleri ve O'nu sevmeleri, diğer bütün şeyleri de O'ndan dolayı sevmeleri gerekir.

İnsana nisbet edildiği âyet ve hadislerde ihsan kavramı iki bağlamda kullanılır,

a) "Yaptığını güzel yapmak" şeklinde özetlenen anlamına uygun olarak kulun Allah'a karşı hissettiği derin saygı, bağlılık ve itaat ruhunu ve bu ruh halinin ürünü olan iyi davranışları kapsar. Hz. Peygamber'in (asm) "Cibril hadisi" diye bilinen hadiste geçen, "İhsan Allah'ı görür gibi ibadet etmendir; çünkü sen O'nu görmesen de O seni görmektedir" şeklindeki açıklaması (Buhârî, İman 1) ihlâs terimiyle de ifade edilen bu bağlamdaki ihsanın en güzel tanımı kabul edilmiş ve üzerinde önemle durulmuştur.

Hz. Peygamberin (asm), İhsanı tarif ederken, "Allah'ı görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir" demesi, mümini ibadet sırasında manevî âlemlere yüceltmek içindir. Her şeklin bir de gerçeği vardır. Namaz da bir şekildir. O şeklin içindeki gerçek ihsandır. İbadeti kuru bir şekil ve beden hareketleri olarak değil, Allah'ın huzurunda bulunduğunu bilerek ve düşünerek yapmak gerekir. İbadetin asıl hedefi Allah'u Teâlâ ile bu mânevi diyalogu kurmak ve bunu ibadet süresince devam ettirmektir.

Fîrûzâbâdî'nin imanın özü, ruhu ve kemali, dolayısıyla kulluk mertebelerinin en üstünü olduğunu belirttiği (Beşâir, II, 465) ihsanın bu kapsamı, bilhassa takva ile yakından ilgili görünmektedir. Nitekim çeşitli âyetlerde bu iki kavram semantik bir bağlantı içinde zikredilmiştir. Meselâ Mâide sûresinin 93. âyetinde ihsan erdeminin takva kapsamında ve onun en ileri derecesini ifade etmek üzere kullanıldığı anlaşılmaktadır. "Kim Allah'a derin saygı duyar (takva) ve sabrederse bilinmeli ki Allah iyi davrananların (muhsinîn) ecrini asla zayi etmez" mealindeki âyet de (Yûsuf 12/ 90) ihsan-takva ilişkisini ortaya koymaktadır.

Ayrıca iki sûrede (Enam 6/83-84; Sâffat 37/80-131) bazı peygamberlerin isimleri zikredilerek kendilerinden "muhsinler" diye söz edilmesi, ihsanın peygamberlerde gözlenen kusursuz dindarlığı ve bunun sonucu olan güzel davranışları ifade ettiğini gösterir.

Bilhassa mutasavvıflar Cibril hadisine ve bu hadiste geçen, "İhsan Allah'ı görür gibi ibadet etmendir..." ifadesine özel bir ilgi göstermişlerdir. Din ilimlerini Kur'an ilmi, sünnet ilmi, imanın hakikatleri ilmi şeklinde üç kısma ayıran Ebû Nasr es-Serrâc, bütün bu bilgilerin aslının söz konusu hadis olduğunu söyleyerek hadisteki İslâm'ı "zahir", imanı "bâtın", ihsanı da "zahir ve bâtının hakikati" diye nitelerken, Herevî aynı hadisi tasavvuf ehlinin izlediği seyrü sülûkün bir özeti sayar. Tasavvufta önemli bir yeri olan murakabe de bu hadise dayandırılır. Çünkü murakabe kulun her an Allah tarafından denetlenmekte olduğu bilincini gösterir.

b) İhsan, hilim erdeminden kaynaklanan bir anlayışla kişinin başta annesi ve babası olmak üzere diğer insanlar karşısındaki sevgiye dayalı özverili tutumunu ifade eder. Nitekim çeşitli âyetlerde "muhsinler" olarak anılan müminlerin hilim ruhunu yansıtan bazı seçkin özellikleri üzerinde durulmuş ve bu suretle ihsan kavramının içeriğine giren erdemlere de işaret edilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:

Öfkeye hâkim olma, affetme, hoşgörü, sabır (Âi-i İmrân 3/134-135; Mâide 5/13; Hûd 11/115; Yûsuf 12/90);

İşlerde aşırılıktan sakınma, kararlılık ve cesaret (Âl-i İmrân 3/147-148);

tokgözlülük ve cömertlik (Bakara 2/236; Âl-i İmrân 3/134).

"Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı emreder ..." ifadesiyle başlayan âyet (Nahl 16/90) münasebetiyle tefsir kitaplarının yanında ahlâk ve tasavvuf kitaplarında da ihsan kavramı üzerinde durulmuştur. Taberî bu âyetteki adaleti "kelime-i tevhid", ihsanı ise "Allah'ın emir ve yasaklarına uyma, zorluklara katlanma hususunda gösterilen sabır" şeklinde sınırlayan görüşü tercih eder görünmekle birlikte (Câmi'u'l-beyân, ilgili ayetin tefsiri), onun da kaydettiği gibi bu âyetin iyilik ve kötülük konusunda Kur'an'ın en kapsamlı âyeti olduğu yönündeki görüş, ilk dönemlerden itibaren birçok âlim tarafından benimsenmiştir.

Bu yönden âyetteki adalet kavramıyla ihsan kavramının anlamları hakkında açıklamalar yapılmış ve sonuçta ihsan "insanın hem Allah'a hem de yakın ve uzak çevresine, bütün insanlara, hatta tabiata karşı yaklaşımında, tutum ve davranışlarında adalet ölçüsünün, farz ve vacip sınırlarının ötesine geçerek imkân ve kabiliyetine göre kulluğun, özverinin ve erdemin en yüksek seviyesine ulaşması" anlamlarına gelecek şekilde yorumlanmıştır.  (bk. Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, Râzî, Kurtubî ilgili ayetin tefsiri)

İbn Miskeveyh, bu bağlamdaki ihsanı özellikle sevgiyle ilişkisi ve sosyal boyutuyla ele alarak iyi ve erdemli insanın içinde daima başkalarına iyilik etme isteği bulunduğunu belirtir ve ondaki bu yatkınlığı "zâtî ihsan" olarak adlandırır; bu kişinin, iyilik ettiği insanları onların kendisini sevdiğinden daha çok sevdiğini söyler.

Daha sonra Gazzâlî, İbn Miskeveyh'in ihsan-sevgi ilişkisine dair düşüncelerini oldukça geliştirmiştir. Gazzâlî insanın temelde kendisini sevdiğini, "İnsan ihsanın kuludur" atasözünde de belirtildiği gibi kendisine iyilik edenleri de sevmekle birlikte bu sevginin merkezinde yine kendisinin bulunduğunu ifade eder. Ancak ahlâkî ve estetik duyarlığı gelişmiş insanlar için iyilik ve güzellik bizatihi sevilir. Şu halde kendisiyle hiçbir ilgisi olmasa bile yine de insan, ihsanı ve ihsan sahibini sever.

Bununla beraber asıl muhsin Allah olduğuna, hatta insanlar arasında ihsan sahibi kişilerin bulunması dahi Allah'ın bir lütfu olduğuna göre asıl sevilmesi gereken de O'dur.


Ne var ki gerçeklik, iyilik ve güzellik değerlerinin yeterince farkına varılmadığı durumlarda sevgi ben merkezlidir. Fakat Allah'ı cemalinden dolayı sevmek ihsanından dolayı sevmekten daha yüksek bir derecedir. (bk. TDV. İslam Ansiklopedisi, İhsan md.)

HOROZ İLE KÖPEĞİN SOHBETİ


     Bütün mahlukatın dilinden anlayan Süleyman (a.s.)'a bir adam gelip yalvarır; "ey Allah'ın peygamberi, bana da hayvanların dilini öğret" Ben de konuştuklarını anlayayım" der. Süleyman (a.s.) izin vermez; "olmaz" der, "sen onların konuştuklarını anlarsan sabredemezsin. Arkasındaki hikmetleri bilemezsin."
Adam ısrar eder. Süleyman (a.s.)'da adama hayvanların dilini öğretir. Sevinerek evine dönen adam, çöplükteki horoz ile köpeğin konuşmalarını dinlemeye başlar. Bir ara köpeğin horoza şöyle dediğini duyar;
-Horoz kardeş, sen arpa ve buğdayla da karnını doyurabilirsin. Biraz öteki taneleri yesen de ekmek kırıntılarını bana bıraksan olmaz mı, benim karnım çok aç. Horoz şu cevabı verir;
-Sabret köpek kardeş. Yarın buraya ağanın ölen eşeğini getirip bırakacaklar. Bolca et yer, karnını iyice doyurursun.
Bunu duyan ağa, hemen ahırdaki eşeğini alıp pazarda satar. "iyi ki hayvanların dilini öğrendim. Yoksa eşek elimde ölecekti" diye, kendi kendine söylenerek evine döner. Ertesi gün yine kulak kabartır çöplükteki seslere" köpek sitem etmekte horoza;
-Hani ağanın eşeği ölecekti de, bende bolca et yiyecektim ya? Horoz cevap verir;
-Ağanın eşeği ölmesine öldü de, satın alan zavallının elinde öldü! Ağa aç gözlülük edip eşeği sattı. Ama üzülme, bu sefer ağanın atı ölecek, -Onu buraya getirip bırakacaklar, bolca et yer karnını doyurursun.
Ağa yine hızla kalkar, ahırdaki atı alıp pazarda satar. Dönerken yine, "iyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa at elimde ölecekti diye mırıldanır. Ve gelip yine hayvanların konuşmalarına kulak misafiri olur. Bu sefer köpek, yüksek sesle sitem etmektedir, horoza;
-Arkadaş, beni gene aldattın. Hani ağanın atı ölecekti? Horoz cevap verir;
-Ağanın atı ölmesine öldü de, sattığı zavallının elinde öldü. Üzülme, der, bu sefer daha büyük bir ziyafete konacağız hep birlikte. Ama köpek inanmaz;
-Hadi, hadi beni yine aldatıyorsun, der. Horoz bu defa kesin konuşur;
-Hayır, der aldatma falan yok. Durum kesin. Çünkü bu sefer, ağanın kendisi ölecek! Malına gelenler, bu defa kendi canına gelecek. Arkasından yemekler yapılıp etler pişirilecek! Artanını da bizlere dökecekler; ye yiyebildiğin kadar.
Bunu duyan ağa şaşırır; sağa - sola koşuşturmaya başlar. "Yok mu beni satın alacak biri" diye söylenir. Derken gece hastalanan ağa sabaha çıkmaz, ölür. Ardından yapılan yemekler ve pişirilen etlerden artanlar çöplüğe dökülür. Hayvanlar da uzun süreli bir ziyafete konmuş olurlar. Bu sırada horoz söylenir;
-İnsanlar keşke mallarına gelecek bir belayı, kendi üstlerinden atıp başkalarına zarar vermeyi düşünmek yerine, o belayı defetmenin yollarını araştırsalardı, hileye baş vurmayıp, Allah'tan gelene tevekkülle karşılayabilselerdi, "bunda da bir hayır vardır" diye düşüne bilselerdi. Bunu diyemiyorlar maalesef! Sonra da, mallarına gelen canlarına da geliyor; tabii o saatten sonra pişmanlıkta fayda vermiyor. Peygamberimiz buyurdu;
"Mallarınızı zekat ile koruyunuz. Hastalıklarınızı sadaka ile tedavi ediniz bela dalgalarını da dua ve niyazla karşılayınız"

Kardeşini Uyarmak üzerine müthiş bir kıssa



Kardeşi günah işlemeye müptela olduğu zaman daha fazla yardımına koşmak, onu tek başına bırakmamak va nasihatle ona yardım etmek EDEBİDİR.

Hazreti ÖMER RadıyAllahu anh'ın ahiret kardeşi olmuş olan zat Şam tarafına gitmiş, envai çeşit büyük günahlara dalmıştı. Uzun bir müddetten sonra Şam'dan birisi Hazreti ÖMER'in ziyaretine varmış. Hazreti ÖMER: "Filan adam benim arkadaşım idi, o taraflara geldi, acaba hali nedir?" diye sormuş; Şamlı adam: "Ya Emir-el-mü-minin, haşa o senin kardeşin değil, şeytanın arkadaşıdır. İçki içiyor, büyük günah işliyor." der. Hazreti ÖMER radıyallahu anh kalben Allah'a yönelir dua eder; ve adama: Sen gittiğinde şu mektubu ona ver." der. mektubun özeti:

Ey benim kardeşim, Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla mektubuma başlıyorum."Ha,mim. Bu kitap galip ve alim olan Allah'tan inendir. O günahları örtücü, tevbeyi de kabul edendir. Azabı da çok acıklı." mealindeki ayetten sonra: Ey kardeşim, şüphesiz halini öğrendim, sen benim kardeşimsin, KIYAMET GÜNÜNDE SENDEN AYRILMAK İSTEMİYORUM. Her nasılsa dünyada benden ayrıldın. Sen de benden ayrılmayı isteme, ne olur. Benim ahlakımla ahlaklan, senin kardeşinimbeni mahçup etmemeye çalış.

Kardeşi bu mektubu alınca: "Ne yüce insan, beni yanlız bırakmadı. ALLAH için nasihat etti. Vay benim halime ne kötü bir hal, and olsun, bundan sonra kardeşimi mahcup etmemeye çalışacağım. Ey benim Rabb'im. Azemetin'e karşı çok suç işledim, beni afuv et. Şayed ki beni afuv etmezsen bari her iki gözümü kör et. Ta ki Hazreti ÖMER'e karşı mahcubiyet azabını görmeyeyim" demekle tevbe
etmiştir.

Gözümün nuru Şeyh Abdulhak Hazretleri, kitabdan bu kıssayı bize okuduktan sonra şöyle dediler: "anladınız mı? Kardeşini günahla baş başa bırakan hıyanet etmiş olur. Ey gençler! İslam aleminin üzerine bir sel gelmiştir. Gücünüz ne kadar varsa kardeşlerinizi isyan selinden kurtarmaya çalışın. andolsun!... Mahcubiyetten gelen azap yerine cehennemin azabını tercih ederim. Hem dua ile hem nasihatle hem mali yardımla kardeşinizi bu selde boğulmaktan kurtarın. "dediler. Meclis ağladı, cezbeliler ve ağlayış sesinden bu sohbetin devamını zaptedemedim. Kendileri de ağladılar. buna ilaveten: "Ey müslüman kardeşlerim! Gençlere can ve malı feda etmekte fedakarlıkta bulunun. kurtarmaya çalışalım. "Şeyh Abdulhak'ın sohbetini dinledikten sonra tüm varımla vücudumu gençlere HİZMET ETMEYE VAKFETTİM. and olsun islamdan başka hiçbir gayem yoktur.


Üstad İsmail Çetin Kuddîse sırrıh.

Edeble varış, lutufla dönüş
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...