Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

20 Aralık 2012 Perşembe

Allah'ım az daha İslamı 20 kuruşa satıyordum!




Londra'daki camii'ye yeni bir imam gönderilmiş. Adam şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman da aynı söföre rastlıyormuş.

Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 kuruş fazla vermiş. İmam yanlışlığı oturup da parasını sayınca fark etmiş. Kendi kendine "20 kuruşu geri versem mi şöföre?" diye düşünüyormuş. Ama içinden bir ses diyormuş ki "çok gülünç bir para ve şoförün umurunda değil. Otobüs şirketi çok para kazanıyor zaten... Sadece 20 kuruş onlara bir şey yapmaz." Bu parayı saklayabilirim diye düşünmüş, Allahtan gelen bir hediye gibi...
İnecegi durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki: "Paranın üstünü fazla verdiniz."

Şöför gülümsemiş ve demiş ki : "Siz caminin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi caminizde ziyaret etmek istiyordum, islamı öğrenmek için. Bu yüzden bilerek size fazla para verdim. Nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim."

İnerken imam artık bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış neredeyse, bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış. Gözlerinden yaşlar dökülerek demiş ki:
"Allah'ım az daha İslamı 20 kuruşa satıyordum!. .."

Unutmayin ki siz belki de müslüman olmayan insanlar için dinimizi tanıtan kişilerdensiniz, bu yüzden hareketlerinize dikkat edin. Maalesef insanlar sizinle birlikte dinimizi de yargılayacaklardır!


Göz nereye bakar, gönül oraya akar

Gönül nereye akar, ayak oraya koşar!


Verdim Bir Kere


Mutasavvıfların büyüklerinden İmam Kuşeyrî k.s., Cafer-i Sadık rh.a. hazretlerinin müsamaha ve cömertlikte eşsiz olduğunu şöyle anlatır:

“Hacılardan biri Medine-i Münevvere’de kaldığı evde uyuyordu. Uyanınca yanında bulunan para kesesinin çalındığını zannetti. Dışarıya fırladı, kapının önünde Cafer-i Sadık’ı rh. a.’i gördü ve hemen yakasına yapışıp:

– Para kesemi sen mi aldın, diye çıkıştı. Cafer-i Sadık:

– Kesenin içinde ne vardı, diye sordu. Adam;

– 1000 dinar (altın para) vardı, dedi.

Cafer-i Sadık rh.a. adamı evine götürdü ve 1000 dinar sayıp verdi. Daha sonra adam kaldığı yere döndü. Bir de baktı ki altın kesesinin orada duruyor. Hemen Cafer-i Sadık’ın yanına giderek özür diledi, parayı iade etmek istedi. Cafer-i Sadık ise altınları geri almadı ve:

– Elimden çıkanı, verdiğim bir şeyi geri almam, dedi. Adam, etrafındakilere;

– Bu kimdir, diye sordu, onlar da;

– Hz. Peygamber’in torunu Cafer-i Sadık, dediler.”




Sudaki Köpek

Vaktiyle adamın biri Ebu Bekir Şiblî k.s.’a:

– Bu yolda ilk önce kim sana kılavuz oldu, diye sordu. Şiblî şu cevabı verdi:

– Bir gün su kıyısında bir köpek gördüm. Öyle susuzdu ki bir zerrecik takati kalmamıştı. Suda gördüğü kendi aksini başka bir köpek sandığından korkuyor, su içemiyor, su kıyısından kaçıyordu. Nihayet susuzluktan perişan bir hale geldi. Dayanamadı, birdenbire kendini suya attı. Böylece korktuğu diğerköpek kayboldu, gözünün önünden gitti. Yani düşmanı yine kendisiydi, o an ortadan kalkıverdi. Bu hakikat bana böyle apaçık görününce iyice anladım ki nefsim bana perde. Bunun üzerine kendimde fani oldum, nefsin arzularını terk ettim ve işim yoluna girdi. İşte bu yolda bana ilk önce bir köpek böyle kılavuzluk etti.”

Ey oğul! Sen de kendi gözünün önünden kalk! Sana perde olan sensin. Sende bir kıl kadar varlık kalsa ayağına ağır bir zincir vurmuş demektir.


Hz Ali(r.a.) ve karınca


Hz. Ali (r.a) bir gün yolda aceleyle giderken bir karıncayı incitti. Karınca elini ayağını oynatarak çırpınmaktaydı. Hz. Ali karıncanın aczini görünce üzüldü. O bir aslandı ama bir karıncanın halinden perişan hale düştü. Karıncanın toparlanıp yürümesi için bir hayli ağladı, birçok çareye başvurdu. Fakat nafile…

O gece rüyasında Hz. Muhammed Mustafa’yı (s.a.v) gördü. Hz. peygamber ona dedi ki:

- Ey Ali! Yolda acele etme! İki gündür bir karınca yüzünden gökler yasa boğuldu. Buna da sen sebep oldun. Yoldaki karıncayı incittin. Öyle bir karıncayı incittin ki hakikatten haberdardı. İşi gücü Allah’ı zikretmekti.
Hz. Ali titremeye başladı. Allah’ın aslanı, bir karınca yüzünden tuzağa düşmüştü. Sonunda Hz. Peygamber (s.a.v) dedi ki:
- Merak etme! Allah indinde şefaatçin yine o karınca olacaktır. “Yâ Rabbi! O bu işi kasten yapmadı” diyecektir.



19 Aralık 2012 Çarşamba

CİFİR İLMİ VE KIYAMET



      İmamı Rabbanin mektubat adlı eserlerinin birinde kıyametin hicri 2000 yılında kopacağını söyler. Bediüzzaman Hazretleri ise kıyametin kopacağı vakti kimse tam olarak bilmez, ancak kalbine kuvvetli olarak ihtar edilen hicri 1545 tarihini kıyametin kopabileceği zaman olarak ima eder. Birincisi bu yücelerin söylediklerine ne dersiniz? İkincisi, kıyamet falan vakit kopacaktır manasında Resulullahtan (A.S.M.) bir söz çıkmış mıdır? Cifir ve ebced bir ilim dalıdır. Allah’ın gelecek ve geçmişle ilgili koyduğu bazı sırların anlaşılması ve şifrelerin çözülmesi için kullanılmaktadır. Fakat bunlar gaybı bilmek değildir. Sadece okumasını bilmektir.
      Çince bir yazıyı bilmeyen birisi resme bakıyorum zanneder. Halbuki bu dili bilenler çok manalar anlayacaktır. İşte ebced ve cifir ilmi de Allah’ın geçmişe ve geleceğe yönelik koyduğu bazı şifreleri öğrenme ve okuma sanatıdır. Bu ilim dalının özünü Hz. Ali (r.a) Peygamber Efendimizden almıştır. Bu nedenle bu ilmin kaynağı vahye dayanmaktadır. Hz. Ali aldığı bu sırları bazı kaide ve kurallarla belirlemiştir. Özellikle seyyidler sülalesinin bildiği söylenen bu kuralları kemaliyle ahir zamanda geleceği müjdelenen Mehdinin bilebileceği söylenmiştir. (Katip Çelebi, Keşfuzzunun, İlmu Cifir Maddesi) Bu ilmin bazı yahudiler tarafından bilindiğini gösteren açıklamalar vardır. Örneğin “elif lam mim” ayeti okununca yahudiler ümmet-i muhammedin ömrünün az olacağını söylemişler fakat Peygamberimiz başka ayetler okuyunca seslerini kesmişlerdir.
       Diğer bir örnek ise Kuran’da geçen “beldetüün tayyibetün” ifadesidir. Bu ifade ebced ilmiyle hesab edilince İstanbulun fetih tarihi çıkmaktadır. (İsmail Hekimoğlu, Yeni Ansiklopedi, Ebced Maddesi) İşte Kuran ve Hadislerde gizlenmiş bu sırları okuma ilmine Ebced ve Cifir ilmi denilmektedir. Bu konuda geniş açıklamalar ve örnekler için Abdulkadir Badıllı’nın hazırladığı ve envar yayınlarında çıkan “Kudsi Kaynaklar” isimli eserine bakılabilir. Allah’ın ilmi, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak bütün hadiseleri, zamanları ve mekânları kuşatmıştır. O ilmin haricinde hiçbir şey kalamaz ve ondan saklanamaz. Henüz vukuâ gelmemiş gaybî olayları ancak Allah bilir. Allah’tan başkası gaybı bilemez.

Mugayyebât-ı hamse denilen beş şey vardır ki, bunlar yalnız Allah’ın ilmindedir.  
1- Ana rahmindeki çocuğun bütün insanlardan farklı olan siması ve mânevî istidat siması.
2- Henüz gaybda olan ve şehâdet âleminde belirtileri bulunmayan bir yağmurun ne zaman yağacağı.
3- İnsanın yarın ne kazanıp, ne kaybedeceği.
4- İnsanın ne zaman, nerede ve ne şekilde vefat edeceği.
5- Kıyametin ne zaman kopacağı. İslâm âlimleri, “Gaybı, Allah’tan başkası bilemez” düsturuna karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek için, gaybdan haber vermeyi yasak görmüşler.
      Haber verenler de, yalnız işâret sûretinde perdeli ve kapalı olarak ihbar etmişlerdir. İstikbalden haber vermekte kullanılan ilim, cifir ilmi ve ebced hesabıdır. Arapça harflerin her birinin belli bir rakam değeri vardır. Bu ebced hesabı, İslâmiyet’ten evvel de bilinmekteydi. Bu hakikati, Bediüzzaman şöyle teyid eder: “Bir zaman, Benî-İsrâil âlimlerinden bir kısmı huzur-u peygamberî de sûrelerin başlarındaki ‘elif-lâm-mim’ gibi harfleri işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: ‘Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti pek azdır.’ Onlara dedi: ‘Az değil.’ Sâir sûrelerin başlarındaki kesik harfleri okudu ve ferman etti: ‘Daha var.’ Onlar sustular. 

         “..Hazret-i Ali’nin (r.a) Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar, bir nevî ebced ve cifir hesabı üzerine telif edilmiştir. Hem, Cafer-i Sadık ve Muhyiddin-i Arabî (k.s) gibi gaybî sırlar ile uğraşan zatlar ve harf ilminin sırlarına çalışanlar, bu ebced hesabını gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.” (Şuâlar, s. 613) İşte, âhir zamandan ve kıyametten haber veren bir hadis-i şerifi, Bediüzzaman ebced ve cifir ilmiyle tahlil eder ve bir takım tarihler çıkarır. “Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî zâhirine ale’l-hakkı hattâ ye’tiyallahü bi emrihî.” Meâlen: “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.”
 “Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî.” Ebced ve cifir ilmiyle rakam değeri Rûmi tarihle 1542. (Milâdî 2126) “Zâhirine ale’l-hak.” Rûmî 1506 (Milâdî 2090)
 “Hattâ ye’tiyallahü bi emrihî.” Rûmi 1545 (Milâdî 2129)

     Risâle-i Nur talebelerinin ne zamana kadar devam edeceğini düşündüğü bir sırada, Ramazan-ı Şerifin onuncu gününün ikinci saatinde birden kalbine bu hadisin ihtar edildiğini söyleyen Bediüzzaman, 1506 tarihine, yâni, 2090 Milâdî tarihine kadar zâhir, âşikârâne, belki galibâne hizmetler yapılacağını, sonra 1542 tarihine kadar, yâni, Milâdî 2126 yılına kadar, gizli ve mağlûbiyet içinde irşad ve tenvir vazifesini sürdüreceğini; sonra 1545 de, yâni Milâdî 2129 yılında kâfirlerin başında kıyametin kopmasını îma ettiğini ve bunların Allah’ın ilminde olup ve doğrusunun Allah tarafından bilinebileceğini ifâde eder.

     Fatiha-i Şerif’de, sırat-ı müstakîm üzerinde olan, yâni doğru yoldan gidenleri tarif eden “Ellezîne en’amte aleyhim” fıkrasının şeddesiz 1506 veya 1507 ederek, “Zâhirine ale’l-hak” fıkrasının rakam değerine aynen denk gelmesi hadisin îmasını teyid edip remz derecesine yükseltmesi de çok anlamlıdır. Böylece, Risale-i Nur talebelerinin, âhirzamanda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat denilen o büyük tâifenin âhirlerinde makbul bir grup olacağına işâret edildiği anlaşılır. Kur’ân-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin kıyametle ilgili îmalı işâretleri yanında, ilim adamları da bir takım hesaplamalar yapmaktadırlar.
     Güneş sistemine bağlı bir yörüngede dolanıp duran ve her 76 yılda bir dünyaya en yakın mesafeden geçen Halley Kuyruklu Yıldızı, en son 1980’li yılların başlarında yakınımızdan geçti. Bundan sonra, ikinci defa geçişinde Allah’ın emriyle gezegenimize çarpması kıyametin kopmasına sebebiyet verebilir. Hatta, üç mil genişliğindeki “Swift Tuttle” adlı bir kuyruklu yıldızın saniyede 37 mil hızla dünyamızın üzerine doğru geldiği ve hesaplanan 14 Ağustos 2126 tarihinde dünyamıza çarpacağı ve bir milyon atom bombasından daha fazla etki yapacağı söyleniyor. Bütün bu anlatılanlar, ancak yaklaşık tahminlerdir.
      Yine en doğrusunu Allah bilir. Peygamberimiz “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” buyuruyor. Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.” buyurmuş. Kıyamet, kâinatın harap olması ve tekrar dirilmek üzere ölmesidir. Bizim ölümümüz de, kendi kıyametimizdir. Kıyametimiz kopmadan sonsuzluk yurduna hazırlık yapmak ve Allah’ın emir ve yasaklarına boyun eğerek istikamet üzere hayatımızı geçirmek ise, yapılabilecek işlerin en isâbetlisidir.

7 Aralık 2012 Cuma

KÂLU BELÂ


7/A'RÂF-172 Bismillâhirrahmânirrahîm

 وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى 

أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا

 عَنْ ه َذَا غَافِلِينَ
Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

 1. ve iz ehaze : ve çıkardığı zaman, (çıkarmıştı)
 2. rabbu-ke : senin Rabbin
 3. min benî âdeme : Âdemoğullarından
 4. min zuhûri-him : onların sırtlarından
 5. zurriyyete-hum : onların zürriyetlerini
 6. ve eşhede-hum : ve onları şahit tuttu
 7. alâ enfusi-him : nefslerinin üzerine
 8. e lestu : ben değil miyim
 9. bi rabbi-kum : sizin Rabbiniz
 10. kâlû : dediler
 11. belâ : evet
 12. şehid-nâ : biz şahit olduk
 13. en tekûlû : demeniz, demenize karşı (dememeniz için)
 14. yevme el kıyâmeti : kıyâmet günü
 15. innâ : muhakkak ki biz
 16. kun-nâ : biz olduk
 17. an hâzâ : bundan
 18. gâfilîne : gâfiller, habersiz olanlar

 AÇIKLAMA
 Bismillâhirrahmânirrahîm

Allahû Tealâ zamandan evvel, Âdem (A.S)'dan başlayarak bütün insanların sırtlarından, onların çocuklarını çıkarıyor; onlardan da onların çocuklarını çıkarıyor ve baştan sona kadar bütün Âdemoğullarını etrafında topluyor. Orada, İndi İlâhi'de, herkes Allah'ı görüyor ve işitiyor; kalp gözüyle, kalp kulağıyla... İlk insan Âdem (A.S)'dan kıyâmet günü yaşamakta olan son insana kadar herkes nefsiyle, ruhuyla ve fizik vücuduyla orada. Ve Allahû Tealâ diyor ki: "Elestü bi Rabbiküm, Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?" Hepimiz diyoruz ki: "Belâ, (evet)." Belâ, negatif suallerin pozitif cevabıdır. Cevap evetse; negatif suallerde, "belâ" kullanılır. Allahû Tealâ, insanları nefsleri üzerine şahit tutuyor. Ademoğulları diyor ki: "Evet, Sen, bizim Rabbimizsin. Biz hepimiz, buna şahit olduk." "Kıyâmet günü, biz bundan gâfildik, haberdar değildik demeyesiniz, diye Allah, bunu yaptı." diyor, Allahû Tealâ. Bundan sonra Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde anlattıklarını gerçekleştiriyor. Bütün etrafındaki insanlara: "Ben, sizin Rabbiniz olduğuma göre ey nefsler, sizlerden yemin istiyorum; tezkiye ve tasfiye olarak, Bana teslim olacağınıza dair! Ey ruhlar, sizlerden misak istiyorum; Bana dünya hayatını yaşarken geri dönüp, teslim olacağınıza dair! Ey fizik vücutlar, sizlerden ahd istiyorum; şeytana kul olmaktan kurtulup, Bana kul olacağınıza dair!" diyor ve soruyor: "Sözlerimi işittiniz mi?" Hepimiz, kalbimizdeki kulaklarla işitmişiz Allahû Tealâ'nın söylediklerini. Diyoruz ki: "Semina, işittik." Allahû Tealâ diyor ki: "Öyleyse itaat edin.

Yemin verin, misak verin, ahd verin; nefsler, ruhlar, fizik vücutlar! Ve hepimizin nefsi de, ruhu da, fizik vücudu da Allah'a yemin, misak ve ahd veriyor. Allahû Tealâ: "İşte bu, Allah'ın sizi bağladığı, size vasiyetidir." diyor. Burada Allahû Tealâ'nın bize vasiyet ettiği bir husus var (En'am-152,153). Allah'ın ahdi, Allah'ın vasiyetidir. Bu ahd, ruhumuzu, vechimizi (fizik vücudumuzu), nefsimizi ve irademizi Allah'a teslim etmemizi emreder. Ama Allahû Tealâ'nın bizden aldığı yemindir, misaktir, ahddir. Ruhumuzun, nefsimizin ve fizik vücudumuzun Allah'a verdiği yeminler. Allahû Tealâ, irademizden yemin almak gereğini duymuyor. Çünkü bu, otomatik olgunlaşan bir konu. Fakat Maide-7'de geçen misak kelimesi Allah'a verilmiş kesin bir sözü ifade ediyor. Bu söz ruhumuzun misakini, nefsimizin yeminini ve fizik vücudumuzun ahdini muhtevasına aldığı gibi, iradenizi Allah'a teslim etmeyi de içine alan, Allah'ın Ahdine ve Allah'ın vasiyetine eşit ve ruhumuzun misakinden farklı bir MİSAK bütünü ifade eden bir kesin sözdür.

 Al-i İmran-81'deki MİSAK gibi kesin söz. 72 fırkanın daha var olduğunu söylüyor, Peygamber Efendimiz (S.A.V). O fırkalardan hiçbirine tâbî olmayın ki, o fırkalar sizi Allah'ın yolundan ayırırlar. İşte o yola, Sıratı Mustakîm'e tâbî olursanız takva sahibi olursunuz. diyor Allahû Tealâ. Allahû Tealâ'nın üzerimize bir vasiyeti var: İşte bu vasiyet, sadece ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi değil; irademizi de Allah'a teslim etmemizi isteyen bir vasiyettir. Hepimiz için o vasiyete itaat etmek, vasiyeti yerine getirmek söz konusu olmalıdır.

 5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri). Allah'ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne). Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti
 6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne). Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz. 3/

ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne). Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka îmân edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahû Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim."buyurdu.

 Ayrıntıya geçelim

 Allah (c.c.) Ruh’ları alaca bir karanlıkta yarattı. Ve onlara sordu “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” O zaman her ruh ( Kalu Belada) Rabbini gördü, tasdik etti ve bütün ruhlar evet manasına “BELA” dediler. Rabbimiz her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir ki, hiçbir şeyi kullarının arzusu hilafına yapmadı . çünkü çok şerefli yarattığı insana zulüm murat etmedi. Adalet sıfatı gereğidir ki, bütün ruhların (evet) tasdiklerinin derece bakımından aynı olmadığını bildiğinden, onlara Levhi Mahfuz’da Kur’an-ı Kerimi belletti. Tasdikledikleri derece bakımından Rabbim onları müslüman ülkedemi veya ecnebi ülkedemi doğacağını takdir buyurdu.(Müslüman ülkede doğduğumuza binlerce şükretmemiz lazım).
Peygamber mucizelerinde çokça okuruz: Bir ağaç, mucize olarak konuşur ve Allah Resûlünün (asm.) peygamberliğini tasdik eder. Daha sona yine eski hâline döner, hiç bir şeyden habersiz, sürdürür hayatını.Cenâbı Hak, elma ağacına bir an için şuur verse ve ona “Seni elma verecek şekilde terbiye eden ben değil miyim?” deseydi, yahut bal arısına, “Seni bal verecek şekilde terbiye eden ben değil miyim?” diye sorsaydı, bütün bu ve benzeri soruların cevabı, “Evet bizi terbiye eden sensin.” şeklinde olacaktı. Aynı soru insan ruhuna da sorulabilir:“Seni, insan ruhu olarak terbiye eden, maddî ve manevî sermayelerle donatarak nice ilimlere ve marifetlere kabiliyetli kılan ve ben değil miyim?”İnsan ruhu da bu sorunun cevabını, “Evet, beni böylece terbiye eden sensin.” diye verecektir.

 Muradı olan insanı yarattı, onlara herkesin bellediklerini beyan etmelerini emretti.“Bellediklerinizi yazın. Bu sizin Rabbinizle yapmış olduğunuz akdinizdir. Bu kadar güzel nimetlerimi gördüğünüz halde neden onları istemediniz, inkar ettiniz?” diyerek onlara güzel ve temiz nimetlerini bir kere daha sayarak celallendi.

Her Ruh-Rabbi ile yapmış olduğu bu anlaşmada tercihleri doğrultusunda fıtratlarını kendileri belirlemiş oldu. Onlar için tercihlerinin doğrultusunda amel etmek üzere Rabbimiz, göğü yükseltti, yeri döşedi. Noksansız yarattığı kainatta tüm mahlukatın istifadesine sunulmadık hiçbir şeyi bırakmadı. Tüm kainatı Rabbimiz Arş’ı, Semayı ve Arz’ı ikişer günden toplam altı günde yarattı. Her şeyin aslını arşında Levh’i saklı tutmak üzere hikmeti ve ilmi ile muradı gereği her şeyi zıddı ile bilenen misal alemini, Ay, Güneş, yıldızlar, felekleri, zaman mefhumunun bilinmesi... Bulutları, sırları ile su deposu.. Rüzgarları bir hareket vasıtası, olarak tanzim ederek İsrafil ve ordularının emrine; Arz’ı da dağları direk, aralarını yollar, içlerini kullarının ihtiyacı olan türlü madenler ile doldurup bir ambar misali sırrı ile kilitledi. Denizler, göller, nehirler, solunum organları ormanlar.. Her çeşitten dişili erkekli bitkiler.. Bunların devamını ve koruma görevini yüklediği cins ve sayılarını ancak kendisinin bildiği hayvanları... İnsan ve cinler de dahil olmaz üzere kefil olduğu o alemde yaşayan, o alemin ölümünü tadarak berzahı terk edecek ruhların kabrini... İlk beşer ruhunun dünya aleminde gireceği ilk kabri kendi kudret elleri ile dünyadan

Azrail vasıtası ile getirttiği (siyah, kırmızı, sarı ve beyaz) renkli topraktan balçık halindeki çamurdan hikmeti, ilmi ve muradı ile ona en güzel şekli verdi. Bu berzahın ilk ölümünü tadacak, berzahı ilk terk edecek, Rabbinin gir emrini alacak ruhun yoktan yaratılmış, kendinden sonra, ölümü tadacak ruhların kabirlerinin imalatçısı, ilk ustanın ilk halifesi, aynı zamanda kainatın yaratılma sebebi yüce Allah’ın sıfatlarının esmalarının nurunun cem’inin emanetçisi.

Berzahın ölümünü tatmayacak tek Ruh’un sırrı ile canlanacak yolculuk kabri, kainatın kaderinin taşıyıcısı, Dünya denen gezegene ilk gelen uzay gemisi. İlk astronot yine bundan sonra gelecek kabir imalatının devamını sağlayacak İki Astronotu indirecek kabini taşıyan Adem ve Havva. Bunun içindir ki, insan için bir imtihan alemine seferler başlamıştır. Geldikleri alem, dünyaya geliş sırrını bekleyen ruhların karargahı, Alemi Berzah, Ruhlar alemidir. Her ruh orada kavim kavim ayrılmış, diridir, birbirini görür, bilir ve tanır. Sırası gelen Rabbimizin emri ile bir melek tarafından imtihan dönemini tamamlamak için belli bir müddet kalmak üzere bu aleme yola çıkar. İşte bu onun hakiki alemdeki ölümüdür. İnsan nasıl bu alemden gitmek istemez ise, o alemden de gelmek istemez.

Rabbimizin hikmeti ile yine takdir edilen bir mezara gömülen (ana rahminde teşekkül eden insan bedeni)’ne yine Rabbimizin (OL) emrini alan o ruh girer ve dünyaya gelir. Yani o alemde ölümü tatmış. Bu alemde doğmuştur. Bu alem ona yabancıdır. Haller ve şekiller başka, hava başka, bunu hisseder, dar bir kapıdan kayarak çıkmıştır. Bir anda bütün bedeni hava ile dolar ve basar feryadı. Zaman durmaz çalışır. Ona takdir edilenler bir bir, an an belirli yerlere ve belirli miktarlarda bırakılır. O bunu arar, bulur, sebeplenir. O bundan ne bir fazlasını bulabilir, ne de başka bir kimse bunu ondan esirgeyebilir. Dünya bu yeni gelen misafirlerine süslenmiş, kur yapan güzel bir kadına benzer. Ona bütün süsleri ile cömert davranması ile hoş görünüp onu elde etmeye çalışır. Yüce Allah (c.c.) insanı şerefli, güzel ve temiz yaratmıştır. Onun güzelliğinde hiçbir mahluk yaratılmamıştır.

Gelişen, güzelleşen bedeni ile ilişkisini arttıran Ruhu yavaş yavaş Bela (EVET) ahdini unutur, beyan edip altına mührünü bastığı kaderini yaşamaya başlar. Adem babamızdan bu yana kadar gelen hiç bir insanın baş parmağındaki mührü biri birinin aynı değildir. O ilk ölümün izleri, üzüntüleri silinir. Doğduğunu sanır, doğum günlerini kutlar, gerçekte bu onun sahte bir alemde sahte bir doğumdur. İmtihan için gelmiştir. Bir gün gelecek bu dünyada kalma zamanı da bitecek, bu dünyanın da ölümünü tadacak. Geldiği yere dönmek üzere yola çıkacaktır. Ruhu asli makamına giydiği elbisesi ise dünyadan aldıklarını, dünyaya iade etmek üzere mezara konur. Koyanlar burayı mezarlık, koydukları yeri de mezar zannederler. Bu bir mezar değil, çukurdur.

 Dünya gelene yedirmiştir. Gideni de yedirecektir. Bu onun Rabbinden aldığı emrin gereğidir. Dünyanın sahte güzelliklerine aldanmayan, süslerine kanmayan, asli ahdine sadık, belirli bir zaman kaldıktan sonra tekrar bu dünyanın da ölümünü tadarak gideceğinin idraki içinde, bu dünyada ölü gibi yaşar. Bela (evet) ahdini hatırlar, Rabbini bilir. Ruhunun beyanı ile kader çizgisi doğrultusunda mal, mülk, çoluk, çocuk, süs, güzellik, hiçbiri ile nefsi sevgi bağları olmadan, ilk girdiği kabrinde gezdirilen, yedirilen, içirilen, kendi ve başkalarının kaderleri ile ilgili bu alemdeki görevlerinde kullanırlar. Ölü, ölüdür. O hala ilk ölümünün üzüntüsünde onlardan ayrılmanın üzüntüsü içindedir. Oraları düşünür. Rabbini düşünür(Dünyadayken aldığı her mal ve tatdığı her duygu eşşiz cemali gördüğü için tatmin etmez) O gördüğü eşsiz Cemale kavuşmak için bu alemdeki ölümünü, onu uğurlayacakları mezar denen bir kapının açılmasını bekler. İmtihan devam eder.

 Ezeli alemde neler talep etti ise hepsini bu alemde bulur. Evlenir, malı, mülkü olur, ana, babası ile uzun zaman beraber olur. Çocukları olur. Bütün bunların hepsi bilen için birer imtihan, bilmeyen için kendinin kazanıp sahip olduğu zenginlikleridir. Kimisi bunları sever, fakat Rabbinin ikramı olduğunu bilir. Fakat çalışmasının karşılığı sanır. Kimisi de (haşa) Rabbini hiç yok sayar. Bunlar hep kendinindir, onları kimse elinden alamaz. Ona ne ölüm vardır, ne Allah (c.c.) (haşa) ne de öldükten sonra dirilmek. İşte bunlar o ilk günde kafir damgasını yiyenlerdir. Orada dediklerini burada hareketleri ile tasdik etmişler, cehennemliklerden olmuşlardır. Cennetlik te olsalar, Cehennemlik de olsalar Rabbimizin muradı gereği, hepsinin dünyadan çıkarılma emri

AZRAİL ve ORDULARINA verilmiştir. Ne mutlu O ruhlar aleminde gelirken ölüp de burada bu sahte aleme gözlerini açmayıp ölü olarak, ölümünü bekleyip, tekrar geçici ölümü tadanlara. İşte onlar bu alemde, öldükleri anda ilk geldikleri anda ilk geldikleri aleme kavuşacaklar, dirilecekler o hesap gününe kadar da diri olarak bekleyecekler, ebedi ölümsüzlüğe cennetle müjdelenenlerden olacaklar. Dünya bunlara verdiklerini alamaz, toprak ve toprakta yaşayanlar bunları yiyemez. Bunlardan öyleleri vardır ki, ölürler öldüklerinden haberleri yoktur. Bu aleme geldikleri gibi hemen geri dönerler, bu da Rabbimizin bir takdiridir, işte bunlar kısa bir müddetle de olsa onun gelmesine sebep olan ana ve babasının kurtarıcısı ve şefaatçısıdır. Gözü aydın olsun o ananın ve babanın. Tabii Rabbini bilip ondan geldiğini ve takdir onun olduğuna inanan için. Rabbimiz cümlemizi ölümünü, ölümle birleştirip, ölmeden evvel ölenlerden, ölümünü de doğarak, doğumu ile birleştirerek kutlayan kullarından etsin. Amin...

6 Aralık 2012 Perşembe

Tuvalet Adabı

1- Tuvalete girmeden önce çoraplar çıkarılır, paçalar sıvanır.
 2- Girmeden Bismillahi Euzubike minel hubsi ve minel habaisi diyerek manası(Erkek ve dişi şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım )Tuvalete sol ayakla girilir, sağ ayakla çıkılır.
 3- İhtiyaç oturarak giderilir. (Burada ekstra açıklama var ama tansiyonları zıplatmayalım şimdi)(Ayakta Bevledilmez Prostat kanseri kabir azabına sebep…))
 4- Ziyaretin kısa olanı makbuldür.
5- Fazla gürültü yapılmaz ve konuşulmaz
6- Temizlik sol el ile yapılır.
7- Temizlik yaparken bol su kullanılır.
8- (kapı kolu, musluk v.s) sağ elle tutulur.
 9- Tuvaletten eller ve ayaklar yıkanmadan kesinlikle çıkılmaz. (Bu madde önemli. Gerçi eskiden namazlar seccadesiz kılınırken mevzuya daha hassas yaklaşılırdı ama son zamanlara bir gevşeme hissetmek mümkün. Yeni nesil daha duyarsız vesselam…)
10- Abdest alınacaksa istibra (40 adım yürüme ,öksürük ,sıvazlama ,oturup kalkma veya birkaç dakika bekleme) yapılır. (Her şey son damla için)
11-Ayaklar yıkanmadan salon ve odalar girilmez.
12-Tuvaletler nasıl bulmak istiyorsak öyle bırakılır.
13-Ön ve arka kıbleye gelmez.
14-Mahrem yerlere bakılmaz (Unutkanlık sebebi ve haya etmek lazımdır)
15-Sola Meyilli oturulur (sünnet)
16-Uhrevi Şeyler Düşünülmez(Ahiret ile ilgili)
17-Açıkta Lafzı Cemal Bulunmaz
 18-Çıkarken Elhamdürillahi ezhebe annil eza ve afani manası(Yediğimiz nimetlerin eziyetini üzerimizde gideren Allah’a Şükürler olsun)

22 Kasım 2012 Perşembe

Yahudi Meselesi


Yahudi Meselesi



Yıllar önce gazeteciler, İsrail Devleti’nin o günkü başbakanı Şimon Perez’e “Kur’an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor” diye hatırlattıklarında, Perez şu cevabı vermiş: “Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin, düşünürüz.”

“Yahudi meselesinin bizleri ilgilendiren çok önemli bir yönü, Kur'an-ı Kerim'de beyan buyrulan İsra Sûresi ve ayetleridir.

Malûm olduğu üzere, Kur'an-ı Kerim'de Yahudilerle alakalı değişik birçok ayet bulunmakta ve genel olarak Yahudinin yapısı, karakteri, fiilleri bizlere anlatılmaktadır. Yahudi'de ırk ve din, adeta bütünleşmiştir. Yahudi olmayan Musevî ve Musevî olmayan Yahudi, hemen hemen yok gibidir. Cenab-ı Hak da bu kavmi lanetlediğini açıkça ifade etmektedir. “Onların üzerine horluk ve yoksulluk yüklendi. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu Allah'ın ayetlerini inkar ettiklerinden ve haksız yere Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. Şuayb gibi peygamberleri öldürerek isyan etmelerinden ve aşırı gitmelerindendir.” (Bakara Sûresi, ayet: 61)

O peygamber katilleri hakkında, Maide Sûresinin 64. ayetinde şöyle buyuruluyor: “Bir de Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır, cömert değildir, dediler. Bu dedikleri söz sebebiyle, elleri hayır yapmak hususunda bağlandı ve lanetlendiler. Doğrusu Allah'ın kudret elleri açıktır, dilediği gibi ihsan eder. Andolsun ki, sana Rabbinden indirilen ayetler, onlardan bir çoğunun azgınlığını ve küfrünü artıracaktır.”

“Lanetlenen Yahudilere, acaba Cenab-ı Hakk'ın biçtiği hüküm nedir?” şeklinde bir soru gündeme getirilir ve Kur'an ayetleri bu gözle taranırsa, karşımıza İsra Sûresi çıkmaktadır. Bu sûrenin başlıca özellikleri şunlardır:

• İsra sûresi, Müslümanlarla Yahudilerin münasebetlerinden bahsetmektedir.
• Allah'ın Resûlü, Mescid-i Aksa'nın ‘Mescid' oluşunu belirtmek ve onun çevresinden Sidretü'l-Münteha'nın yeraldığı yüce gök katlarına yükselmek için, Mekke'den Kudüs'e, o gece teşrif etmiştir.
• Mekke döneminde nüzul eden İsra sûresinde Allah, İsrail oğullarının yok edilmesine sebep olacak iki fesattan haber vermektedir. İşte önemli nokta buradadır! Acaba bahsolunan bu iki fesat, ayetin nüzulünden önce mi gerçekleşmiştir, yoksa daha sonra mı gerçekleşecektir!

“Kitapta İsrailoğullarına şu hükmü verdik ki: “Doğrusu siz o ülkede iki defa fesat çıkaracaksınız ve çok kibirlenip böbürleneceksiniz.” (İsra, 4)

Beşinci ayette geçmekte olan ‘İza' Arapça'da zarf edatı olarak kullanılan bir kelimedir ve olayın gelecekte gerçekleşeceğini gösterir. Aynı şekilde 4. ayette yer almakta olan ‘le tuisidunne' ve ‘le ta'lunne' kelimelerindeki ‘le' de, Arap gramerinde gelecek için kullanılır. Öyleyse bu kelimelerin varoluşu, Yahudilerin çıkaracakları fesadın daha gelmemiş olup, ayetlerin nüzulünden sonra gelecek bir zaman diliminde gerçekleşeceğini bizlere anlatmaktadır.

“Bu ikisinden birincisinin vakti gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı göndereceğiz ve onlar bütün diyarlarınızı kontrol altına alacaklar, bu gerçekleştirilmesi gereken bir vaattir.” (İsra, 5)

Her iki ayetten de (İsra, 4-5), gayet açık şekilde anlaşılmaktadır ki Yahudiler, İslam'ın, Mekke döneminden sonra fitne ve fesat çıkaracaklar, ancak vakti geldiğinde, Cenab-ı Hakk'ın ‘kullarım' dediği Müslümanlarla bu ateş söndürülecek ve Yahudiler bozguna uğratılarak, bütün diyarları İslam'ın kontrolüne girecektir... Nitekim aynen böyle olmuş, Mekke dönemi, Medine hicreti ve sonra gelişen olaylarla Yahudiler, çıkardıkları her türlü hile ve entrikaya rağmen ilk Müslümanlar tarafından mağlûp edilmişler ve Medine, Hayber, Teyma gibi bölgelerdeki Yahudi gücü yok edilerek buralardan kovulmuşlardır. Yani, İsra Suresi'nin 5. ayetindeki vaat gerçekleşmiş ve Yahudiler, ikinci fesatlarına kadar bu bölgelerde aktif olarak barınma şanslarını kaybetmişlerdir.

Yahudilerin ayette adı geçen ikinci fesatları acaba hangisidir ve ne zaman gerçekleşecektir?

İsra Suresinin 6. ayeti çok manidardır: “Bunun ardından sizleri onlara galip getireceğiz, mallar ve çocuklarla size yardım edecek ve savaş halinde sayınızı artıracağız.”

Bu ayette Cenab-ı Hak, Yahudilerin bu defa aynı bölgelerde bir gün tekrar hakimiyet şeklinin bir ‘devlet' tarzında olacağını da haber vermektedir. Zira ayetin metninde geçen ‘kerre' kelimesi, Arapça'da ‘devlet' ve ‘hakimiyet' manalarında kullanılır. Nitekim, İslam'ın ilk devirlerinden sonra (1. Fesattan sonra) 1948'lere kadar önemli bir Yahudi meselesiyle uğraşmayan Müslümanlar, 1948 yılında Yahudilerin bir İsrail Devleti kurmasıyla ikinci Yahudi fesadıyla karşılaşmışlar ve Yahudiler, hakimiyeti tesis ederek, bu bölgeyi elde etmişlerdir.


“...mallar ve çocuklarla size yardım edecek...” mealindeki 6. İsra ayetinin içinde geçen bu ifadeler, kurulan İsrail Devletinin, Hıristiyan Amerika ve Batı'dan gelen yardımcılarla ayakta duracağını, bize bir Kur'an mucizesi olarak haber vermektedir!

İsra suresinin 6. ayeti, “... savaş halinde sayınızı artıracağız...” şeklinde bitmektedir. 1948 yılında, özellikle Amerikalı Yahudilerin muazzam filolar halinde ve aylar boyu süreyle İsrail'e göç etmeleri, bu ayetin mucizevî bir tezahürüdür.

Öyleyse Yahudilerin ikinci fesadı, şu andaki İsrail Devletinin fesat ve zulmüdür.

Halen Filistin'in en ücra köyünde bile sürmekte olan ve herkesi, insanlığından utandıracak zulmün sonunu merak edenler, Yahudilerin Peygamberimizden sonraki durumuna işaret eden İsra Sûresinin 4 ve 5. ayetlerinin devamı olan 7. İsra ayetini dikkatle okusunlar.

“Vaatlerden ikincisinin (başkaldırmanızın) ceza vakti geldiğinde (öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden suratlarınızın asılmasına sebep olsunlar) ve ilk kez girdikleri gibi yine Mescid'e (Kudüs'e) girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler.”

Cenab-ı Hakk'ın Yahudilerin bir gün galip gelerek, yeniden devlet kuracaklarını bizlere bildirdiği İsra 6. ayetten sonra gelen İsra 7'de, bu devlet zulmünün bir gün biteceği ve Müslümanların ilk defa olduğu gibi tekrar Mescid-i Aksa'ya girerek Yahudileri cezalandıracağı ve onların yüz hatlarının çok kötü bir hale geleceğini bizlere müjdelenmektedir. Dikkat edilirse, Müslümanların tekrar Mescid-i Aksa'ya gireceği ifadesinde; Mescid'in Yahudilerin işgalinde olacağı da anlatılmaktadır. Nitekim Mescid-i Aksa, 1967 yılında Yahudilerin eline geçmiştir.

• İsra suresinin sonunda da Yahudilerin ikinci fesadı ile ilgili bir başka ayet yer almaktadır:


“Sonra İsrailoğullarına bu memlekette siz oturun, diğerinin vakti gelince, hepinizi bir araya getiririz” dedik. (İsra 104.)


Bu ayetin metninde geçen ‘lefife' kelimesinin Arapça manası ‘muhtelif topluluklar' demektir ki, 1948'de İsrail'i kuran Yahudi göçmenler, muhtelif topluluklar halinde dünyanın her tarafından FİLİSTİN'e gelmişler ve 14 Mayıs 1948 gecesinde İsrail Devletini kurmuşlardı. (Jerusalem Post 10 Ağustos 1967) Cifir ilmine vakıf olanlar, bu ayetteki ‘lefife' kelimesinin yılı, ayı ve gününe varana kadar İsrail Devletinin kuruluş tarihini gösterdiğini çok iyi bilirler.

İsra Sûresine ait ayetlerin tefsirinden sonra, yazımızı şu Hadîs-i Şerif ile sürdürüyoruz.

Evet, Ahirzaman peygamberi buyuruyor:

“Müslümanlar, Yahudilerle harp etmedikçe kıyamet kopmayacak. Harp olacak ve Müslümanlar onları yenip öldürecekler. Öyle ki, Yahudiler ağaç ve taşların arkasına saklanacaklar, o ağaç ve taşlar konuşarak, “Ey Müslüman, ey Allah'ın kulu, arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür,” diyecek. Sadece ⁄arkad ağacı haber vermeyecek, çünkü bu ağaç, onların ağacıdır.” (Ennihaye, cilt 1, shf. 87, 103, 104, 117, İbni Mace, cild: 2, shf: 1363; Müslim, cild: 4 Shf: 2239)

Hadiste adı geçen ⁄arkad ağacı. Kamus'ta “Sincan Dikeni” veya “Yahudi ağacı” olarak belirtilir. Anadolu'nun muhtelif bölgelerinde ise Karaçalı, Karadiken, Kunar, Çalıtohumu, Çalıdikeni, Çeşmizen ve Hz. İsa Dikeni gibi çeşitli isimler altında tanınır. Boyu 2-3 m. olan bu ağacın Latince ismi “PALIURUS SPINA CHRISTI”dir.



Tehlikeli dikenlere sahip olan bu ağaç, Filistin havalisinde Yahudiler tarafından halen çok yaygın bir şekilde dikilmektedir...

“Onlar toplu olarak sizinle savaşmazlar ancak müstahkem şehirlerde yahut surların ardında sizinle savaşmak isterler. Kendi aralarındaki çekişmeleri oldukça çetindir. Sen onları toplu sanırsın, oysa onların kalpleri dağınıktır. Öyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur” (Haşr, 14)

Bundan yıllar önce gazetecilerin, İsrail Devleti'nin o günkü başbakanı Şimon Perez'e “Kur'an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor” diye hatırlattıklarında, Perez şu cevabı vermişti:

“Kur'an'ın bahsettiği Müslümanlar gelsin, düşünürüz.” (Tercüman Gazetesi, Ergun Göze, 1986)


Yazımızı, İsra sûresinin 51. ayetiyle bitiriyoruz:

“Sana alaylı alaylı başını sallayacaklar ve ne zamandır, diyecekler. Sen, ‘yakında olması mümkündür' de.”

Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.”

Eğitimci Yazar Metin Alkan

8 Kasım 2012 Perşembe

Görülenin Ötesi

Giriş

Bu Yazılarımızda Said Nursi Hazretlerinin Risale-i Nurda Gerçektende Görülmeyeni ,Yani Görülenin Ötesi görmesi ile  birlikte bu eserlerden faydalınılarak ayetlerin açıklamalarına yer vereceğim.Rabbim Muhaffak etsin inşallah.


Namaz Bahsi


DÖRDÜNCÜ SÖZ

-1- 
 -2-

Namaz ne kadar kıymettar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar divâne ve zararlı olduğunu iki kere iki dört eder derecesinde kat'î anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, gör:
Bir zaman, bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, herbirisine yirmi dört altın verip, iki ay uzaklıkta, has ve güzel bir çiftliğine ikâmet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki:
"Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bâzı şeyleri mübâyaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır; hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyâre bulunur. Sermâyeye göre binilir."
İki hizmetkâr ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat, o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermâyesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan, istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zâyi eder. Birtek altını kalır. Arkadaşı ona der:
"Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyâreye bindirirler. Bir günde mahall-i ikâmetimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun."
Acaba, şu adam inad edip, o tek lirasını bir defîne anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefâhete sarf etse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı?
İşte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!
O hâkim ise; Rabbimiz, Hâlıkımızdır.


Temsili hikayeye gecmeden once burada bir takim tarifler var:

Oncelikle ,NAMAZ ne kadar kıymettar ve mühim diyor Ustad, 

evet imandan sonra en buyuk hakikat namazdir.

ve kisinin belkide inancla arasindaki ayrim noktasidir, en onemli gostergedir.
Namaz imanin musahhaslasmis halidir,

yani hayata iman nasil yansir,hayata imanin yansidigini nasil goruruz bir sahis olarak?Namaz olarak goruruz
Peygamber efendimiz s.a.s bir hadis-i serifte soyle buyurur: Siz bir insanin gunde bes vakit cemaate devam ettigini goruyorsaniz sayet, onun imanli bir insan olduguna sahitlik yapabilirsiniz

 Imanin hayata en buyuk yansimasi namazdir,

ve bu namazinda sadece camide, seccadede hapsolup, kaybolmamasi gerekir hayata tasinmasini gerekir

namaz insana cok buyuk kiymetli vasiflar kazandiriyor,bir ahlak kazandiriyor,
Ahlaki aliyi kazandiriyor
Namaz sadece kiyam, ruku kiraat ten ibaret kalmayip, 
hayata tasinilmasi gereklidir.
Kiyamda, dimdik ayakta duran insan,
Allahin huzurunda durup adeta dogrulugu temsil ediyor,

 Namaz kilan bir insan ictimai hayatin icerisinde yalan yanlis davranamaz,baskalarini aldatamaz, dosdogru yasamaya, Allah in huzurunda soz vermistir.

Ve rukuyla Onun huzuruna egilen insan , kendi acizligini kabul edip, ve Onun yuceligini itiraf eden, ictimai hayatta baskalarini dolandiran bir kimse olamaz.

Eshedu enla ilahe illallah, ve eshedu ve essedu enle Muhammeden abduhu ve resuluhu diyen, Allahin varligni ve birligini kabul eden, ve bu mevzuda Allaha soz veren bir insan ictimai hayata karistigi zaman nefsin kulu kolesi olarak davranamaz.
Hakiki anlamda namaz kilan bir insan ictimai hayattada bir namazlasma yasar.
Namaz imanin hayata yansimasidir

Insan kainatin bir ozu.Kainatta hangi gercekler varsa insandada o gercekler var.

Namazda varlik aleminde olan ve ibadet yapan her seyin ve herkesin tesbihi kendi kabiliyetine goredir.Namaz ise insanda bulunan kabiliyetlerin bir ozetidir.Nasil cismen kainatin bir ozetiysede, o halde namaz kainatin butun ozelliklerini toplayan bir ibadettir.Bir fihristedir.

Onun icin namazda iyya kenabudu ve iyyya kenastain derken,ancak sana inaniriz ve ancak sana ibadet ederiz derken,insan orda adeta butun bir varlik adina sözcü konumuna geciyor.

Ben olmaktan cikiyor butun varligin duasina istirak ederek bir koroya girmis oluyor. 

Insan namazla hem kendi gerceklerini hem kainat gerceklerini tam bir uyum saglamis oluyor.;

"......hem ne kadar ucuz ve az bir masrafla kazanılır..." 

halbuki kiymetli olan hersey cok ucuz ve az bir safrafla elde edilmez.Ama ALLAH c.c bu kiymetli ve muhim seyi cok ucuz ve az bir masrafla bize ikram ediyor.Az bir ibadet ama mukafati cok.
24 saatten sadece bir saatinizi harciyorsunuz ve o bir saatin karsisinda,binlerce saatler karsisinda bile elde edemeceyiniz sevaplar karsiniza cikiyor.5 vakit kiliyorsunuz ama 50 vaktin ecrini, sevabini lutfediyor.Hem fiili olarakta zor degil.

 Bir zaman, bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, herbirisine yirmi dört altın verip, iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: "Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bazı şeyleri mübâyaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyare bulunur. Sermayeye göre binilir."
İki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermayesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan, istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zayi eder. Birtek altını kalır. Arkadaşı ona der:
"Yahu, şu liranı bir bilete ver, ta bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyareye bindirirler; bir günde mahall-i ikametimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun."
Acaba şu adam inat edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip muvakkat bir lezzet için sefahete sarf etse, gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı?

İşte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!
O hâkim ise, Rabbimiz, Hâlıkımızdır. O iki hizmetkâr yolcu ise: Biri mütedeyyin, namazını şevkle kılar; diğeri gafil, namazsız insanlardır. O yirmi dört altın ise, yirmi dört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise Cennettir. O istasyon ise kabirdir. O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu mütefâvit derecede kat’ ederler. Bir kısım ehl-i takvâ berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat’ eder. Kur’ân-ı Azîmüşşan şu hakikate iki âyetiyle işaret eder.O bilet ise namazdır. Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir.


Hikayecige bakacak olursak, o hakim Halikimiz,
o iki hizmetkar yolcu biri mutedeyyin namazi sevkle kilar(digeri kilmaz)..Ustad hz. namazin sevkle kilinmasi uzerinde duruyor.

Namaza sevkimiz olmali, namaz vakitlerine bir ozleme, bekleme olmali.
Hadisi seriflerde mumin anlatilirken "kalbi mescidlere bagli mumin, kulagi ezanda..." diye anlatilir.

Munafiklari anlatirken de Kurani kerimde, namaza tembel tembel geldiklerini ifade eder, sevkin ziddi burda tembelliktir.


O zaman sevkle kilmak cok onemli.Yoksa baska turlu namazi eda edemeyiz.

Namazi ikameden bahsedilir(hayata namazi tasimaktan), hakkiyla kilmaktan bahseder Kurani Kerimde.Yani namazda sevk olmazsa, onu hakkiyla eda edemeyiz, o zaman belki halk tabiriyle gecistirmis oluruz.


Sayet sevkimiz varsa, kiyamin rukunun tesbihin icindekilerin hakkini verebiliriz.
Yoksa Allahu Ekber derken bile hakkini veremeyiz; halbuki orda Allahin buyuklugunu, kendi acizligimizi Allaha olan ihtiyacimizi, Onsuz hayatta kalamayacagimizi ifade ediyoruz.


Ama sevksiz namazla bunlarin hic birini duyamiyoruz.Sevk yoksa, bu suura, bu ufka ulasamayiz..


Secde insanin Allaha en yakin oldugu andir, sevk yoksa secdenin degerini anlayamayiz.
Ama bu onemi idrak eden , namazdan tam beslenebilir.O zaman namazi sadece namaz saatlerine degil, butun hayatina yaymis olur.
Butun hayatin ibadete donusur.Onun icin burada namazi sevkle kilmaya dikkat cekiyor


Allah bizlere namazi sevkle kilmaya muvaffak etsin insallah.Amin
 "diğeri gafil, namazsız insanlardır...." 
Digeride gafil diyor: gafletle eda edilmis namazlar...bunuda maun suresinde: "namazlarina karsi gafil," nicin rukuda durdugunu, secdeye vardigini farkinda degil,

 namaz da ama hala cek senet pesinde, is as pesinde vs...Bu namaza karsi bir gaflettir ,sevksizliktir.Allah ibadetlerimizdeki gafletten bizleri uzak tutsun.Amin

Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarf etmeyen, ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder! 

Kendi nefsine zulmeder, cunku hakikaten gunde 5 vakit Allaha kul oldugunu itiraf etmeyen ve hayatin bir derinligine ulasmayan, kendini namazla yenilemeyen,bu mevzuda ictimai hayat icerisinde cok yanlisliklar yapar.

Kendini ebedi zanneder, hemde baskalarina zulmeder ,baskalarinin hak ve hukukunu cigner

Ama gunde 5 vakit rukuda secdede dogruluk ve kulluk sozu veriyorsa,kendine ve baskalarina zulm etmeyecegine Allahin onunde soz veriyorsa, Imanla gunde 5 defa bu suuru tazeliyorsa zulme girmemeye azami dikkat gosterir.Ama boyle bi kaygisi olmazsa ister istemez zulme duser.

doksan dokuz ihtimalle kazancı musaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?"

" Namaz kilmak (hep vurgu yapildi bu risalede) akil disi bir davranis.
akli yone bir yuklenme var, akil ebediyetii, ister akil kar zarar hesabi yapan bir makine olarak ele alsak bile orda namazin akli bir davranis oldugu anlasilir.

"Size bir çay ikram eden insana tesekkur ediyorsunuz,
size pek çok sey ikram edene tesekkur etmezseniz bu akil disidir.
Akil bunun gorgusuzluk oldugunu ortaya çikariyor.
Allah bizi ot, hayvan olarak degil insan olarak yaratmis sapasaglam,donanimli. Bunlar için en engin sukur namazdir!

" bunu da biz efendimiz (s.a.v.)'den ogrendik. Namazi kilmamak tesekkursuzluk, akil mantik disi harekettir cunku bir degil binlerce nimet var elimizde,
Kuran'da akla yukleme "dusunmuyormusuz" ""niçin kilmiyorsunuz" diye ikaz ediyor, akli devre disi birakmamamiz tavsiye ediliyor.Hem dunyevi hemde uhrevi bizim faydamizadir

"hikmet disidir"=>hikmet isabet etmek demektir.12 vurmaktir. 

Namaz duygularin ifade ettigi andir, derinligi yakalamaktir, kalbin tatmin olusudur;
arindiriyor,
insanlar gidip yoga yapiyor meditasyon yapiyor halbuki efendimiz bize bunu ogretmis.
"namaz kilan hem sozde (tesbihle) hemde fiilen tam isabet edendir, hikmetin geregini yapan kimsedir. Namazi sevkle kilanla arkadaslik enden bile rahatlar, huzur bulur çevresinede nur olarak beslenme kaynagi haline gelir.

Halbuki namazda ruhun, kalbin, aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah, dünyevî amelleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü âhirete mal edebilir; fani ömrünü bir cihette ibkà eder.


Rabbim Kuran dairsinde bulunmayı ve sünneti seniyye ile amel etmeyi her daim nasip etsin ..

sübhaneke la ilmelene illa ma allemtena inneke entel alimül hakim
velhamdulillahil rabbulalemin el-fatiha
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...