Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

16 Ağustos 2016 Salı

Kur´ân´ın kırk açıdan mucizeliği



Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde Kur’ân’ın kırk açıdan mucize olduğundan bahsediyor.1 Yirmi Beşinci Sözde ise Kur’ân’ın bu kırk mucizelik yönünü geniş bir perspektifte açıklıyor.
Yirmi Beşinci Sözün Mukaddemesinde Kur’ân’ı üç ayrı açıdan tanımlayan Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân’ın kırk yönlü mucizeliğini Üç Şule içinde muhtelif bölümler halinde maddeleştiriyor. Bu maddelere kısaca temas edelim:
1- Kur’ân’ın söz söyleme sanatındaki mucizeler. Bu mucizeler, Kur’ân inmeye başladığı andan itibaren dost düşman, inanan-inanmayan herkesi hayran bırakmıştır.
2- Kur’ân’ın nazmında (söz dizilişinde) hemen göze çarpan mucizelik. Başka kitaplarda bulunmayan bir çekicilik ve cazibe ile her okuyan bunu görüyor ve tasdik ediyor.2
3- Kur’ân’ın ifade ettiği mânâlardaki mucizelik. Kur’ân, her kendisini okuyana başka kitaplarda bulunmayan yüksek ufuklar gösteriyor.3
4- Kur’ân’ın üslubundaki güzellik, tazelik ve gençlik mucizedir. Her asırda aynı tazeliği gösteriyor.4
5- Kur’ân’ın lafzında akıcılık ve kolay okuma özelliği vardır ve mucizedir.5
6- Kur’ân’ın; hakikatleri olduğundan abartmadan, olduğundan küçük göstermeden, her şeyi tam kıymetine göre, tam olması gereken kadar anlatış biçiminde mucizelik vardır. İnsanları Allah’ın adaletinden korkuturken de, insanları Allah’ın rahmetine teşvik ederken de; insanı överken de, döverken de; Cenneti anlatırken de, Cehennemi anlatırken de zerre kadar abartılara yer vermiyor, tam hakikati ifade ediyor.6
7- Kur’ân; gerek hitap ettiği kesim, gerekse aktardığı hakikatler coğrafyası açısından kapsadığı alandaki genişlik, evrensellik ve eşsizlik itibariyle mucizedir.7
8- Kur’ân; lafzındaki (ifade edişte ve söz söylemedeki) genişlik ve derinlik bakımından mucizedir.
9- Kur’ân; manasındaki genişlik ve derinlik bakımından mucizedir.
10- Kur’ân; bütün ilimleri kapsaması ve bütün ilimlere rehberlik yapmasındaki genişlik ve derinlik bakımından mucizedir.
11- Kur’ân; dünyadan ahirete; insandan, kâinâta ve Yaratıcıya kadar ele aldığı konularındaki genişlik ve derinlik bakımından mucizedir.8
12- Kur’ân; çok büyük hakikatleri çok küçük cümlelerle ve öz olarak anlatma sanatı bakımından mucizedir.
13- Kur’ân; üslubundaki kapsamlılık bakımından mucizedir. Öyle ki, bir tek sûre bütün kainatı kapsayabiliyor. Bir tek âyet bütün bir sûreyi özetleyebiliyor.9
14- Kur’ân; âyetlerindeki kapsamlılık bakımından mucizedir. Daima manevi basamaklarda yükselen tüm kemal sahibi insanlar, cinler ve melekler, her basamakta ve her mertebede Kur’ân’ı kendilerine tam rehber bulurlar.
15- Kur’ân; kâinâtın bütün katman ve mertebelerini, yaratıkların bütün bölüm ve cinslerini, neden yaratıldıklarını, varlıkların var oluş sırlarını ve sair uzun ve zincirleme hakikatleri birer işaretle, birer remizle, birer harfle, birer çekirdek halinde anlatma sanatı bakımından eşsizdir ve mucizedir.10
16- Kur’ân; çok yüksek hakikatleri, çok karmaşık yaratılışları, çok geniş kanunları çok geri ve çok basit akıl mertebelerine anlatma sanatı bakımından eşsizdir ve mucizedir.11
17- Kur’ân; bütün söz söyleme sanatlarını başarıyla kullanmada, bütün insanlara çok geniş ufuk-maksatlar çizmede, Allah’ın harika konuşmalarını ve yüksek kelamını yansıtmada eşsizdir ve mucizedir.12
18- Kur’ân; verdiği doğru gaybî haberler açısından eşsiz ve mucizedir.
19- Kur’ân; tarihin insanoğluna göre en karanlık dönemlerinin yaşanan olaylarını doğru olarak görecek bir gözle okuyup bu güne aktarması açısından eşsiz ve mucizedir.13 Kur’ân, insanlığın geçmişini aydınlatan eşsiz ve mucize bir bilgi kaynağıdır.
20- Kur’ân; insanlığın geleceği ilgili doğru, güvenilir ve tam gerçek haberler vermesi açısından eşsiz ve mucizedir. Kur’ân, insanlığın geleceğini aydınlatan eşsiz ve mucize bir bilgi kaynağıdır.14
21- Kur’ân; Allah’ın bizce bilinmeyen isimlerini bize doğru olarak bildirmesi, kâinâtın bizce keşfolunmayan kanunlarını bize doğru olarak haber vermesi ve âhiretin bizce görünmeyen coğrafyasını bize doğru olarak anlatması bakımından eşsiz ve mucizedir.15
22- Kur’ân; asırlar geçtikçe gençleşmesi ve bütün beşerî olayları genç ve taze bir bakış açısıyla çözümleyen hep taze değerlere sahip olması açısından eşsiz ve mucizedir.16
23- Kur’ân; her asırdaki her cins, her meslek ve meşrepteki insan topluluklarına, sanki diğer asırlara ve diğer mesleklere nazaran sadece o topluma veya o mesleğe yönelik bilgi ve haberlerle tam bir isabet ve istikametle hitap etmesi bakımından eşsiz ve mucizedir.17
24- Kur’ân; yirmi üç senede, değişik olaylar esnasında, muhtelif ihtiyaçlara cevap olarak, değişik nedenlerle âyet âyet indiği halde, âyetleri ve sureleri arasında öyle bir irtibat, bağlılık, devamlılık ve uygunluk var ki, sanki tek bir kitap olarak bir defada nazil olmuştur. Değişik nedenlerle inmiş olmasının, âyetleri arasındaki uyumluluğu bozmamış olması açısından Kur’ân eşsiz ve mucizedir.18
25- Kur’ân; Allah’ın isimlerini her bir âyetin sonunda özetle vermesi ve âyetin konusu ile Allah’ın ismini bütünleştirmesi açısından eşsiz ve mucizedir.19
26- Kur’ân; Allah’ın fiil ve eserlerini insanın nazarına aktarması, sonra bu fiilleri ve eserleri Allah’ın isimlerine bağlayıp, Allah’ın birliği hakikatini ispat etmesi ve bu eşsiz bilgileri mahşer günü ile birleştirerek insan zihnine perçinlemesi açısından eşsiz ve mucizedir.20
27- Kur’ân; insan nazarına Allah’ın sanatının nakışlarını ve dokumalarını sunması, sonra bu sanat nakışlarını kavramanın anahtarı olarak Allah’ın isimlerini gösterip insan aklını düşünmeye davet etmesi açısından eşsiz ve mucizedir.21
28- Kur’ân; Cenâb-ı Hakkın fiillerini ayrıntısıyla anlatması, ardından bu fiilleri bir kanunla ve prensiple özetlemesi bakımından eşsiz ve mucizedir.22
29- Kur’ân; yaratıkları bir tertiple zikretmesi, ardından yaratıkların her işinde bir düzen, bir denge, bir ölçü ve bir nizamın geçerli olduğunu anlatması, bu denge ve düzenin de çekirdeği olarak Allah’ın isimlerini nazara vermesi açısından eşsiz ve mucizedir. Kur’ân nazarında olaylar birer lafız, isimler ise bu lafızların ifade ettiği mânâlardır.23
30- Kur’ân; değişken ve fâni olayları, değişmeyen ve hükmü her şeye geçen isimler ile sabit hakikatler sûretine çevirerek insan aklını doğru belgelerle tefekküre sevk etmesi ve ibret almaya teşvik etmesi açısından eşsiz ve mucizedir.24
31- Kur’ân; Allah’ın hükümlerini, fiillerini ve isimlerinin tecellilerini geniş bir caddeye yayıp sermesi, ardından bir birlik bağı ile ve küllî bir kanun ile konuyu neticelendirerek insan aklına doğru düşünme kapısı açması açısından eşsizdir ve mucizedir.25
32- Kur’ân; eşyanın icadında, varlıkların var kılınmasında sebeplerin hiçbir kabiliyetinin bulunmadığını; herşeyin doğrudan Alîm ve Hakîm olan Cenâb-ı Hak tarafından yaratıldığını ispat eden doğru ve delil niteliğinde bilgiler ihtiva etmesi bakımından eşsiz ve mucizedir.26
33- Kur’ân; Allah’ın âhiretteki harika fiillerini kalbe kabul ettirmek için Allah’ın dünyadaki fiillerini gözler önüne sermesi, gelecekteki ahiretin acaip olaylarını, gördüğümüz bir çok yaratılış olayı ile izah ve ispat eden sağlam ve akla yol gösteren bilgiler içermesi bakımından eşsiz ve mucizedir.27
34- Kur’ân; bazı küçük maksatlardan yola çıkarak zihinleri daha geniş ve büyük hedeflere yönlendirmesi ve o geniş ve büyük hedefleri herşeyi kapsayan kurallar kaynağı hükmünde olan İlâhî İsimlerle tesbit eden aklî ve ikna edici bilgiler içermesi bakımından eşsiz ve mucizedir.28
35- Kur’ân; insanın isyankâr amellerini şiddetli bir tehdit ile hatırlatması, insanı uyarması, hemen ardından insanı ümitsizliğe atmamak için Allah’ın rahmet kapısının açık olduğunu gösteren isimlere işaret ederek insanı tövbeye sevk eden sıhhatli bilgiler ihtiva etmesi bakımından eşsiz ve mucizedir.29
36- Kur’ân; kelâmın dört tabakasında da gösterdiği ulviyet ve kuvvetle eşsiz ve mucizedir. Malûm, bir söz; “1- Kim söylemiş, 2- Kime söylemiş, 3- Ne için söylemiş, 4- Ne makamda söylemiş” gibi dört tabakada değerlendirilir. Kur’ân’ın her bir âyeti bu dört tabaka açısından da mucize değerler ifade ediyor. Bundandır ki, Kur’ân’ın sözü maddî elektrik gibi yöneldiği her maddeye tesir ediyor.30
37- Kur’ân; gaybî haberleri hazır ve herkesin yaşadığı taze olaylarla delillendirip akla sağlam malzemeler vermesi açısından eşsiz ve mucizedir.31 Meselâ, gökyüzünde, yıldızlarda ve yeryüzünde herkesin gözü önünde meydana gelen noksansız, eksisiz ve yeni yaratılışları nazara verir, buradan insanı Allah’ın kudretini kavramaya çağırır; sonra haşre geçer ve haşri ispat eder.32
38- Kur’ân; her bir âyeti ile küfür ve gaflet karanlığını yırtıp dağıtması ve taşıdığı hidayet nuru ile insanın içine nüfuz etmesi bakımından eşsiz ve mucizedir.33
39- Kur’ân; dünyanın ve insanlığın yaratılışı, insanlığın yaşayışı, varlıkların nasıl ve niçin var kılındığı gibi insan aklının ilgilendiği bütün meselelerde insanlığa kazandırdığı bilgi ve hikmet dağarcığı bakımından eşsiz ve mucizedir. Öyle ki, felsefe hangi noktalarda Kur’ân ile ters düşmüşse o noktalarda yanılmıştır. Kur’ân ile ters düşen hep yanılmaya mahkûm olmuştur. Bunu kocaman bir felsefe tarihi ve farklı medeniyet anlayışları gösteriyor. Kur’ân’ın, doğruyu bulmaya hayran olan insan aklının önüne, inkâr edemeyeceği, ispat olunabilen ve doğruluğunda şüphe olmayan hikmetler ve bilgiler koyması mucizedir.34
40- Kur’ân; Tevhidin yüksek mertebelerinden, Allah’ın yüce isimlerine, eşyayı ve varlıkları niçini ve nasılı ile tanımlayıp kavramasından, beşer aklının ulaşamadığı ve rehbersiz bilemediği, fakat bilmeye muhtaç olduğu bütün yüksek hakikatlere kadar, dengelerini bozmadan ve her birisini değeri ve kıymeti ölçüsünde söz konusu ederek bir arada toplaması ve insan aklına yüksek bir bilgi malzemesi ve hikmet hazinesi sunması bakımından eşsiz ve mucizedir.35
Dipnotlar:
1 Mektubat, s. 180; Şuâlar, s. 119, 123; Sözler, s. 330; Asa-yı Musa, s. 107
2. Sözler, s. 333
3. Sözler, s. 336
4. Sözler, s. 338
5. Sözler, s. 342
6. Sözler, s. 343
7. Sözler, s. 355
8. Sözler, s. 360
9. Sözler, s. 362
10. Sözler, s. 363
11. Sözler, s. 365
12. Sözler, s. 367
13- Sözler, s. 368.
14- Sözler, s. 369.
15- Sözler, s. 370.
16- Sözler, s. 371.
17- Sözler, s. 375.
18- Sözler, s. 378.
19- Sözler, s. 379.
20- Sözler, s. 379.
21- Sözler, s. 380.
22- Sözler, s. 382.
23- Sözler, s. 383.
24- Sözler, s. 384
25- Sözler, s. 385.
26- Sözler, s. 387.
27- Sözler, s. 389.
28- Sözler, s. 391.
29- Sözler, s. 393.
30- Sözler, s. 395.
31- Sözler, s. 368.
32- Sözler, s. 396, 397.
33- Sözler, s. 399.
34- Sözler, s. 401.
35- Sözler, s. 403, 409.

Bâyezîd-i Bistâmî kerametiyle rahiplerin müslüman oluşu

   
    Bâyezîd-i Bistâmî kırk beş kere hacca gitmişti. Bir gün Arafat Tepesinde oturuyordu. Nefsi ona; "Bâyezîd! Senin bir benzerin var mıdır? Kırk beş defâ haccettin ve binlerce defâ hatmetme bahtiyarlığına eriştin." diye fısıldadı. Bu ses onu üzdü. Derhâl toparlandı ve oradaki mahşerî kalabalığa; "Kim benim kırk beş defâ yapmış olduğum haccı bir ekmeğe satın alır?" diye sordu. Bir adam başını kaldırıp; "Ben alırım." dedi ve ekmeği uzattı. Bâyezîd-i Bistâmî aldığı ekmeği orada bulunan bir köpeğin önüne attı. Sonra işini bitirip, yol hazırlığı yaparak, Rum diyârına doğru yola çıktı. Günlerce gittikten sonra bir râhip ile karşılaştı. Râhib, Bâyezîd-i Bistâmî'nin elini tutup, evine misâfir götürdü. Evinde ona bir oda verdi. Bâyezîd-i Bistâmî kendisine ayrılan bu odada ibâdete başladı ve kalbini Allahü teâlâya çevirdi. Râhip her gün onun yiyeceğini sabah akşam getirip önüne koyardı. Bu hal bir ay devâm etti. 

   Bâyezîd-i Bistâmî daha sonra nefsine dönerek;
"Ey nefis! Seni kırmak istiyorum, fakat Sen o kadar kötüsün ki kırılmıyorsun." dediği sırada râhip içeri girdi ve; "İsmin nedir?" diye sordu. O da; "Bâyezîd!" cevâbını verdi. Râhip; "Ne güzel adamsın. Keşke Mesîh'in kulu olmuş olsaydın!" deyince, bu sözler Bâyezîd-i Bistâmî'ye ağır geldi ve evi terketmek isterken râhip;
"Bizim burada kırk günü tamamla, öyle git. Çünkü bizim büyük bir bayramımız var, onu görmeni çok arzu ediyorum. Aynı zamanda çok değerli bir vâizimiz, sâdece bu günlerde bir defâ konuşur. Onu dinlemeni istiyorum." deyince, bu teklifi kabûl ederek, kırk gün kalmaya râzı oldu. Kırkıncı gün geldiğinde râhib odaya girerek; "Buyurun dışarı çıkalım, bayram günümüz geldi." dedi. Bâyezîd-i Bistâmî dışarı çıkmak için hazırlandı. Fakat râhib ona; "Siz bu kıyâfetle nasıl bin kadar râhibin arasına gireceksiniz? Bu yüzden üzerindeki elbiseyi çıkarıp, şu râhip elbiselerini giy ve boynuna İncil'i as!" dedi. Bu teklif ona çok ağır gelmesine rağmen, bunda da bir hikmet vardır diyerek râhibin getirdiği giysileri giydi. 

     Râhiplerin arasına katıldı. Hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Biraz ilerledikten sonra râhiplerin en büyüğü geldi. Fakat konuşmuyordu. Niçin konuşmadığı sorulduğunda; "Nasıl konuşabilirim, aranızda bir Muhammedî var!" diye cevap verdi. Halk ve râhipler galeyâna gelerek; "Onu göster parçalayalım." diye bağrıştılar. Başrâhip; "Hayır, yemin ederim ki söylemem, ancak ona dokunmayacağınıza söz verirseniz, onu size tanıtabilirim." dedi. Bunun üzerine râhipler ve halk, Muhammedî olan zâta dokunmayacaklarına dâir yemin ettiler. Başrâhip;

"Allah için ey Muhammedî! Ayağa kalk ve kendini göster." diye seslenince, Bâyezîd-i Bistâmî ayağa kalktı. Baş râhip; "Adın ne?" diye sordu. "Bâyezîd!" cevâbını verdi. "Tahsil gördün mü?" diye sorunca; "Rabbim öğrettiği kadar bir şeyler biliyorum." dedi. Bunun üzerine râhip; "O hâlde bana şu hususları cevaplandır: İkincisi olmayan biri, üçüncüsü olmayan ikiyi, dördüncüsü olmayan üçü, beşincisi olmayan dördü, altıncısı olmayan beşi, yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi, onuncusu olmayan dokuzu, on birincisi olmayan onu, on ikincisi olmayan on biri, on üçüncüsü olmayan on ikiyi söyle bunlar nelerdir?"

   Bâyezîd-i Bistâmî baş râhibe; "Beni iyi dinle!İkincisi olmayan bir, eşi-ortağı, dengi ve benzeri olmayan Allahü teâlâdır. Üçüncüsü olmayan iki, gece ve gündüzdür. Dördüncüsü olmayan üç, üç talâktır (boşamadır). Beşincisi olmayan dört; Tevrat, Zebûr, İncîl ve Kur'ân-ı kerîmdir. Altıncısı olmayan beş, beş vakit namazdır. Yedincisi olmayan altı göklerin ve yerin yaratıldığı altı gündür. Sekizincisi olmayan yedi, yedi kat göktür. Dokuzuncusu olmayan sekiz, kıyâmet günü Arş'ı taşıyacak sekiz melektir. Onuncusu olmayan dokuz, kadının dokuz ay hâmilelik müddetidir. On birincisi olmayan on, Mûsâ aleyhisselâmın Şuâyb peygambere on yıl çobanlık etmesidir. On ikincisi olmayan on bir, Yûsuf peygamberin on bir kardeşidir. On üçüncüsü olmayan on iki, on iki aydır." dedi. Râhip tebessüm ederek; "Doğru söyledin. Şimdi de bana, havadan ne yaratıldı, havada ne muhâfaza olundu ve kim hava ile helâk edildi? bunlardan haber ver." dedi. Bâyezîd-i Bistâmî;

  "Îsâ peygamber havadan yaratıldı, havada muhâfaza edildi. Âd kavmi hava ile helâk edildi." diye cevap verdi. Râhip; "Doğru söyledin. Ağaçtan kim yaratıldı, ağaçta kim korundu ve ağaç ile kim helak oldu?" diye sorunca; "Mûsâ aleyhisselâmın asâsı ağaçtan yaratıldı, Nûh aleyhisselâm ağaç içinde (gemide) korundu, Zekeriyyâ aleyhisselâm ise ağaç içinde testere ile biçilip helâk edildi." cevâbını verdi. Râhip tekrar; "Doğru söyledin. Kim ateşten yaratıldı, kim ateşten korundu ve kim ateş ile helâk oldu?" diye sordu. O da;
"İblîs ateşten yaratıldı. İbrâhim aleyhisselâm ateşten korundu. Ebû Cehil ateş ile helâk oldu." dedi. Râhip tekrâr; "Taştan kim yaratıldı, taş içinde kim korundu ve taş ile kim helâk oldu?" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî;
"Sâlih peygamberin devesi taştan yaratıldı. Eshâb-ı Kehf taş içinde korundu ve Ebrehe ve ordusu taş ile helâk edildi." cevâbını verdi. Râhip; "Doğru söyledin. Âlimler, Cennet'te dört nehir vardır, biri baldan, biri sütten, biri sudan, biri de şaraptandır. Ayrı ayrı olan bu dört nehir aynı kaynaktan akıyormuş, diyorlar. Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu.

 "Evet vardır. İnsanın başından dört nehir akar. Kulak yağı acıdır. Göz yağı tuzludur. Burun suyu ayrı bir tad taşır. Ağızdan gelen su tatlıdır." cevâbını verdi. Râhip yine; "Doğru söyledin. Cennet ehli yer içer fakat abdest bozmaz, su dökmez. Bunun dünyâda bir benzeri var mıdır?" diye sorunca;

"Evet vardır. Ana rahmindeki cenin yer içer fakat dışkısı yoktur." cevâbını verdi. Râhip; "Doğru söyledin. Cennet'te Tûbâ ağacı vardır. Cennet'te hiç bir saray, hiç bir köşk yoktur ki, bu ağacın dalına dokunmasın. Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu.

"Evet vardır. Güneş sabahleyin doğunca böyle değil midir?" cevâbını verdi. Râhip; "Doğru söyledin. Şimdi şunları cevaplandır: Bir ağaç vardır, on iki dalı bulunmakta, her dalında otuz yaprak ve her yaprakta beş çiçek yer almakta, bunlardan ikisi güneşe, üçü karanlığa bakmaktadır. Bu ağaç nedir?" deyince:
"Ağaç bir yılı temsil eder. On iki dalı, on iki ay, her daldaki otuz yaprak, günleri, her yapraktaki beş çiçek de, beş vakit namazı temsil eder." cevâbını verdi. Son olarak râhip şöyle sordu: "Bana şu kimseden haber ver. Hacca gitmiş, tavâf yapmış ve o makâmlarda bulunmuştur. Fakat onun ne rûhu vardır ne de hac kendisine vâcibdir?" Bâyezîd-i Bistâmî;

"Nûh peygamberin gemisidir." dedikten sonra, râhibe; "Ey râhip! Birçok sorular sordun. Biz onları cevaplandırmaya çalıştık. Müsâde ederseniz benim de sorularım var. Fakat ben bir sorudan başka sormayacağım. O da şudur:

Cennet'in anahtarı nerededir? Cennet kapılarının üzerinde ne yazılıdır?" Râhip sustu ve cevap vermekten kaçındı. Diğer râhipler bu duruma bozuldular ve; "Ey büyüğümüz mağlup mu oluyorsun?" dediler. O da; "Hayır mağlûb olmak istemiyorum." deyince; "Peki öyleyse niçin cevap vermiyorsun." dediklerinde; "Şâyet cevap verirsem benim cevabıma katılır mısınız?" dedi. Bunun üzerine hepsi birden söz verdiler. Râhip; "Dinleyin, şimdi cevap veriyorum. Cennet'in anahtarı ve kapılarının üzerinde yazılı olan ibâre; Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resûlullahdır." deyip müslüman oldu. Diğer râhipler de hep bir ağızdan Kelime-i şehâdeti getirip müslüman oldular. Bâyezîd-i Bistâmî de onların yanında bir süre kalıp İslâmiyeti öğretti. Böylece onun buraya gitmesinin hikmeti anlaşıldı.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...