Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

16 Haziran 2013 Pazar

Taksim Gezi Parkı Olayları Hakkında


14 Haziran 2013 Cuma

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?


Ahir Zaman Bu Zaman Mı? 

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti? Nerede iffeti için mücadele eden Nene hatunlar? Soruları da bu ikazdan sonra geliyor aklımıza. Kültürlerin sınırlarının kalktığı, artık tüm dünyayı bir ekrandan takip ettiğimiz ve hep gelişmesiyle övündüğümüz teknoloji nin yan etkileri bizi biz olmaktan çıkarıyor ve bambaşka bir varlığa dönüşmemize sebep oluyor. 
Örtünmeler lafta kaldı, başörtülü yarı çıplaklar değil bizim bacılarımız, biz böyle görmemiştik, saçının bir tek telini göstermemek için mücadele eden iffet abideleri nerede? Chatlerle, İslami sohbet kisvesi adı altında internet üzerinden oynanan oyunların sonucu yıkılan yuvalar bizim değildi, çilekeş annelerimiz vardı bizim, hakkın her emrine boyun eğen, abdestsiz yavrularını emzirmeyen, boğazlarından haram lokma geçirmeyen annelerimiz nerede? Camilerde en önde saf tutan, tevazusu, hoşgörüsü ve güzel ahlakıyla insanlığa örnek olan ama dinine halel geldiği zaman kaplan kesilen gençler vardı, Saatlerini oyun salonlarında öldüren, anne ve babasına başkaldırmaya hiç tereddüt etmeyen gençler türedi, bir ömür babasının önünde iki büklüm olan, onun gölgesine bile basmayan, annesini sırtında hacca götüren gençler nerede? 
İşten eve yorgun gelen babalar çocuklarını okşamaktan aciz kaldı, kahvehanelerde öldürülen vakitler evlatların yerini aldı, para vermeyi babalık sanan insanlar türedi, kalmadı örnek babalar, akşamları eve güler yüzle gelen, çocuklarını sevgiyle kucaklayıp bağrına basan, ailesiyle vakit geçirebilmek için koşa koşa evinine gelen, eşini kördüğüm gibi, hiç açılmayacakmış gibi seven babalar nerede? 
Kardeşlik menfaat demek di artık, kavga ve dövüşün aralarında hiç eksik olmadığı kardeşlikler türedi, küslükler girdi araya mesafeler ayırdı birbirinden, Oysa öyle değildi kardeşlik, emekti, merhametti, birbirini Allah rızası için sevmekti, bu sevgini hiçbir bedeli yoktu, birinin canı acıdığı zaman koşan kardeşler nerede? 
Komşusu aç iken tok yatamayan insanlar aynı binada birbirlerine yabancı kişiliklere büründüler, hani kötü gün dostuydu komşular, hani kardeşten de öteydi, bir derdin olunca koşardı ilk önce, yapma gülücüklerle kandırıldı insanlar, hasta yatağında kıvranırken komşular bir seher vakti koptuk birbirimizden, birbiri için canını verecek samimi komşular nerede? 
Kalmadı hiçbir şeyin tadı, sevdalar cismaniyet duygusuna feda edildi, yok artık sevgilinin hilal kaşlarına şiir yazanlar, birbirini Allah rızası için seven aşıklar kalmadı, lale devrinde kaldı sonsuz sevdalar, msn konuşmalarından devşirilen sevgi çiçeği sunuldu yapmacık Leylalara, birbirini görmeden aşık olan nesiller türedi, kalmadı aile mevhumu bir gecelik eğlencelerin adı oldu sevda, oysa ne kadar kutsaldı o, Miracın Cebrail in gidemediği kısmında saklıydı o, Hz.Haticeyle efendimiz arasındaki hassas çizgiydi, Hz Ayşe nin kalbinde ki kördüğümdü, Yusuf un zindanın da saklıydı, Züleyha nın gözyaşlarında, Bir perdenin arkasına saklanan her şey perdenin düşmesiyle ortaya çıkmıştı… Gönüllerin muhtaç olduğu sevdalar nerede? 
Bayramları bir araya gelen akrabalarla sohbet edilir bayramın tadı öyle çıkardı, Şimdilerde bir telefon etmeye bile üşenir oldu insanlar, menfaattin âli tutulduğu bir zaman da bayramlarda da kimsesiz kaldık, ben gideyim oda bana gelir mantığıyla hareket eden insanlar ayırdı bizleri, birbiriniz karşılık beklemeden seven, akrabalar nerede? 
Yoktu kefenin cebi, dünya malının olmazsa olmaz bir meta haline geldiği, insanların parasına göre itibar gördüğü günlerde, her şeyin karşılığı oldu para, maaş kaç sorusunun cevabı oldu itibarımız, nerdeydi Hasırlar üzerinde yatan Ömerler, Nerde öldüğün de ardında bir kılıç. Bir at bırakabilen koca devlet reisleri, bir bardak su içtiğinde yoksa dünyaya meyil mi ettim diye hıçkıra hıçkıra ağlayan Halifeler nerede? 
Ahir zamanı yaşadığımız şu günlerde İnsanların durup bir an düşünmeleri gerekir, durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak haykırsam kollarımı makas gibi açarak sözleri yankılanmalı kulaklarımızda biz bu değiliz, biz İslamiyet in bayraktarlığını yapmış Necip bir milletin torunuyuz… Bize yakışan dinimize kültürümüze bağlı kalarak yaşamaktır. Özenti insanı kendi benliğinden koparır. 


GELELİ GEZİ PARKINDA OYNANAN VE DORUK NOKTAYA ULAŞAN ŞEREFSİZLİĞE

13 Haziran 2013 Perşembe 11:13
Kabataş'ta Dövülen Başörtülü Anne Konuştu
Kabataş'ta Gezi Parkı eylemcileri tarafından dövülen başörtülü anne olayla ilgili açıklamalarda bulundu.
Z.D, dehşet anlarını anlattı: Bir taraftan ‘Bu üllkenin gerçek sahibi biziz, anladınız mı ulan’ diye bağırıyorlar, bir taraftan tekmeliyorlardı. ‘Kutsal başörtüsüymüş, görün bakalım kutsalı, size neler yapacağız’ diyerek aklınızın bile almayacağı şekilde küfrettiler, vurdular, vurdular...

Star'dan Elif Çakır, Kabataş'ta dövülen Z.D. ile görüştü.

Tam bir haftadır kalbimin üzerinde bir ağrıyla yaşıyorum ve her geçen gün o ağrının şiddetiyle yüreğim biraz daha sıkıştığını hissediyorum.

Günlerdir olur olmaz yerde kusuyorum. Kusuyorum, kusuyorum, kusuyorum ama bir türlü içimdeki o lanet olası şey çıkmıyor.

En olmadık yerlerde ağlamaya başlıyorum ‘niye ağlıyorsun? dedikleri anda boğazıma kocaman bir yumru gelip tıkandığını hissediyorum.

Günlerdir elimde tuttuğum bir fotoğraf karesiyle izliyorum, televizyonlardaki Gezi Parkı eylemcilerinin ‘masumiyetini’ anlatan haberlerini.

Esprili çocuklarmış!

Çevre duyarlılığıymış!

Yaşam tarzına müdahaleymiş!

Erdoğan diktatörmüş! AK Parti demokrasi konusunda samimi değilmiş!

Elimde 25 yaşında bakmaya kıyamayacağınız kadar masum, gencecik bir anne ve altı aylık bebeğinin fotoğrafıyla izliyorum olan biteni.

Ve geceleri bir albasması gibi çöküyor üzerime, bağırıyorum bağırıyorum ama kimsecikler duymuyor, sonra sesimin çıkmadığını çıkamadığını fark ediyorum.

Yüreğimdeki o sıkışmışlık hissiyle, çaresizlik hissiyle günlerdir elimdeki o fotoğraf karesini o annenin ve bebeğinin yaşadıklarını herkesin hepinizin gözünün içine sokup ‘Bu mu masumluğunuz? diyerek avazım çıktığı kadar bağırmak istedim... Ama sustum. Hepimiz sustuk. Ben ve olayı bilen bütün arkadaşlarımız tek kelime etmeden sustuk.



Soru sormaya utandım

‘Efsane’ demiştik ‘Provoke amaçlı uydurma haber’ demiştik ‘Özür dileriz’ diyeninden...

Gezi’si de batsın Topçu Kışlası da, böyle bir gözü dönmüşlüğü artık savunmamız mümkün değil diyeninden Gezi Parkı masumiyetini yitirmiştir diyenine...

O gencecik anne ve altı aylık bebeğiyle savcılığa suç duyurusunda bulundukları günün akşamında buluştum.

O kadar zarif bir o kadar naif gencecik bir anne henüz 25 yaşında.

Ve yanında bebek arabasının içerisinde mini minnacık altı aylık bir kız bebeği. Minicik ayakları ve kolları, gözü dönmüş caniler tarafından tırmalanmış o minicik sabi, o kadar sevimli o kadar pozitif ki bebek arabasının içerisinde ağzında emziğiyle sürekli gülümsüyor.

Ben hiç araya girmedim. Hiç soru sormadım. Hem soru sormaya utandım. Hem de eğer sorarsam anlatmaktan vazgeçer diye korktum.

Çünkü kayınpederi, yaşadıklarının kendisi adına utanç verici bir şey olmadığını, bunun kendisine özel bir durum olmadığı konusunda ikna etmeye çalıştığını biliyordum.

Ve iki gün boyunca haber bekledim ‘ne kadarını anlatırsa o kadarını dinleyeceğim’ diye... O anlattıkça benim gözlerim büyüdü. O vahşeti gözümde canlandıramadım bile...

Sarsıldım.

Başörtüsü haa... Vurun şuna...

Genç anne ‘biliyor musunuz bebeğime bile acımadılar’ diyor utanç içerisinde yüzüme bakmadan.

Gözlerini bir yere sabitledi hiç ama hiç yüzüme bakmadan, kısık bir sesle, sanki çok gizli bir şey anlatıyormuş tedirginliğinde anlatmaya başladı.

“Ağaçlar kesilmesin Taksim’e AVM yapılmasın diyerek bir grup duyarlı insanların Gezi Parkı’nda eylem yaptıklarını biliyordum. Arkadaşlarımla birlikte Cumartesi günü Adalar’a gitmeyi planlamıştık. Gittik. Ve Adalar’da olduğumuz için gün içerisindeki gelişmelerden haberim olmadı. Telefonumda şarjım bitmek üzereydi, eşimi aradım ve geleceğim saati söyledim kendisine. Tam tahmin ettiğim gibi vapurdayken şarjım bitmiş. İskelenin oradan bir telefonla eşimi arayıp geldiğimi haber verdim o da yolda olduğunu söyleyip iskelenin karşısına geçmemi söyledi.

O esnada Kabataş’taki kalabalığı fark ettim. Gezi Parkı eylemcilerine destek eylemi olduğunu düşündüm.

Elimde bebek arabası yolun karşısına geçtim.

Ve beklemeye başladım.

Bir anda ‘Bakın Tayyip’in ...... burada gelin onu...’ diyen sesler duydum ve arkama baktığımda 25-30 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim kadınların bana karşı öfkeli bakışlarını görünce benden bahsettiklerini anladım.

Ne olduğunu anlayamadığım bir anda üzerleri çıplak, elleri deri eldivenli, başlarında tuhaf bantlı 70-100 kadar adamın ortasında kaldım.

Bebek arabam elimden gitti.

Bir kadın “Ne geldiyse bu ülkenin başına bunların başörtüsü üzerinden geldi vurun şuna” deyince, bir adam arkamdan tekme tokat vurmaya başladı.

Sonra bağırmaya başladılar. Devrim yaptıklarını, ihtilal yaptıklarını, ülkeyi bize teslim etmeyeceklerini, Erdoğan’ı asacaklarını, Erdoğan’ı da hepimizi de tek tek .....

Bir taraftan “Bu üllkenin gerçek sahibi biziz anladınız mı ulan” diye bağırıyorlar, bir taraftan tekmeliyorlardı.

‘Kutsal başörtüymüş, görün bakalım kutsalı size neler yapacağız’ diyerek aklınızın bile almayacağı şekilde küfrettiler, vurdular, vurdular... ‘Asacağız Erdoğan’ı anladın mı’ diye bağırdılar.

Hangi birini söyleyeyim nasıl anlatayım yaptıkları küfürleri.  Bir amcaydı sanırım müdahale etmeye çalıştı onu da öldüresiye dövdüler kızıyla birlikte.

Sonra uzaklaştılar. İnönü stadına doğru uzaklaştılar. O sırada tamamen kendimi kaybettim. Ondan sonra ne olduğunu hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde üzerim idrar kokuyordu.  Yerimden kalktım bebeğimi bulmaya çalıştım.

Artık haber dinleyemiyor

Bu genç gelin İstanbul Bahçelievler ilçe Belediye Başkanının gelini Z.D.

Hiç oraya buraya olayı çekmeye çalışmayın. Bu vahşeti yapanlar, o genç anneye bir siyasetçinin gelini olduğu için yapmadılar.

Olay yargıya intikal etti.

Valiliğin emniyetin elinde mobese kayıtları mevcut. Her saat başı yıkanma ihtiyacı hissediyor. Dışarıya çıkamıyor. Altı aylık bebeği sütten kesildi. Televizyonlara bakamıyor. Gezi Parkı eylemleri deyince panik atak geçiriyor.  Yaşanan vahşet sadece bu olsa birkaç marjinal ortalığı provoke ediyor der geçeriz.

Ama öyle değil.

Bugün Gazetesi’nden Zeynep Ceylan’ın başörtülü ablasına metroda ‘Ben senin gibi böceklerle savaşmaktan geliyorum’ diyerek tekme tokat saldırıp küfredildi.

Bu olayda yargıya intikal etti.

Eski AK Parti Güngören ilçe başkanı Abdullah Başçı yine Gezi Parkı eylemlerine destek veren gruplar tarafından aynı sebep ve öfkeyle boğazından bıçaklandı.

Bu olay da yargıya intikal etti.

Halk dersini verecektir

Ve yargıya intikal etmeyen ‘Tayyip’i asacağız bu ülkeyi size bırakmayacağız’ diyerek dövülen, küfredilen onlarca başörtülü kadın. Şimdi kalkıp bir kez daha Gezi Parkı eylemleri masum, burada başörtülü, başörtüsüz, dinlisi dinsizi her görüşten, inançtan insanlar buraya toplanıyor bizim bir tek amacımız özgürlüklerimiz desenize.

AK Parti niye miting yapıyor diyenler, ortamın gerilmemesi için AK Part miting yapmasın diye vıdı vıdı edenler... AK Parti tam da bu sebeplerden dolayı o mitingleri yapmalı.

O mitingleri yapmalı ki ‘Tayyip’i devireceğiz bu ülkeyi geri teslim alıyoruz’ diyen it kopuk gerçekte ne olduğunu anlayıp hezeyanlarından vazgeçsinler. Darbe hezeyanlarına tutulmuş çapulcular, sizi bırakın CNN’i İnterneyşınılı gelse kurtaramaz.

Menderes’i ASTINIZ, Özal’ı ZEHİRLEDİNİZ ama Erdoğan’ı YEDİRMEYECEK bu halk size...

İNFİALE SEBEP OLUR DİYE İÇİMİZ KAN AĞLAYARAK SUSMAYI TERCİH ETTİK

Öfkemize sahip çıktık. Evlerinde oturup ‘Koşun! Taksim’de, Hatay’da, İzmir’de, Beşiktaş’ta,  kan gövdeyi götürüyor. Polis masum insanlara şiddet uyguluyor!” vesaire vesaire diyerek sosyal medyadan çığırtanlık yapanlara televizyonlara çıkıp ‘Erdoğan diktatörleşti, diktatöre karşı sokaklara dökülüyoruz’ diyenlere rağmen sustuk.

Gezi’deki gençleri arkasına alan gözü dönmüşlere rağmen sustuk. Çünkü o gözü dönmüşlerin, ülkeyi kaosa sürüklemek adına o gençlerden birkaçını dahi hiç acımadan öldürebileceğini gördük ve ÜLKEDE BİR İNFİAL OLMASIN DİYEREK SUSTUK.

Susmak, konuşamamak ne zormuş Rabbim diyerek sustuk hem de...

Nihayet...

Salı günü Başbakan Erdoğan AK Parti grup toplantısında ‘Çok önemli bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler’ deyince yeniden ağlamaya başladım. Geçen hafta Abdülkadir Selvi’yle telefonda konuşmuştuk. Sarsıla sarsıla ağladığımı hatırlıyorum. Abdülkadir ‘Elif yazılması lazım yazmalısın!’ dediğinde ‘Bu iğrençlik nasıl yazılabilir, nasıl kağıda dökülebilir ki... Ya başka kötü şeylerde olursa’ deyip susmamız gerektiğini söylemiştim.

Zira gazetemin yöneticileriyle birlikte ‘Bu dönemde sakin olalım. Gezi Parkı’nda gerçekten samimi gençler ve insanlar var.

Susmak zor. Ama bir infiale sebep olur!” kararı almıştık. Gerek Gezi Parkı eylemlerinin arkasında başka oyunların olduğunu anlatabilmek adına gerekse de Erdoğanfobiklerin gözünün ne kadar dönmüşlüğünü anlatabilmek adına, kimlik deşifresi yapılmadan ve oldukça makul bir dil kullanarak ‘genç bir anne ve altı aylık bebeği’ kodlamasıyla sosyal medyada yazıldı.

Gezi Parkı eylemleri süresince açılan binlerce feyk hesap üzerinden ve Gezi provokatörlerince, arkadaşım Halime Kökce, ben ve ‘anne bebeği’ haberini twetter’den reetwet yapanlara ağza alınmayacak küfürler savruldu.

Elbette yaşanan hadiseye inanamayanlar hatta bunun bir ‘karşı savunma ve internet efsanesi’ olduğunu söyleyen arkadaşlarımız da çıktı.

Başbakan Erdoğan’ın AK Parti grup toplantısından sonra Abdülkadir Selvi ‘Başbakanın sözünü ettiği gelin’ başlığıyla köşesinde yazabildiği kadarını kaleme aldı. Görünen o ki ‘İnsanın kanını donduracak kadar korkunç onlar utanmıyorsa biz niye utanalım yazılmalı’ diyen Abdülkadir Selvi de bazı şeyleri açıkça yazmaktan haya etmiş.

Abdülkadir’in yazısından sonra telefonlarım susmak bilmedi.

STAR

9 Haziran 2013 Pazar

Artan pilav


Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız. Pirinçleri salavat getire getire ayıklar, yağını tekbirlerle eritir. Tuzunu Besmele ile, suyunu Fatihalarla salar. Zaman zaman gözünü yumar, enbiyayı, evliyayı aracı yapar, Allah'tan bereket arzular.

Onun pilavı herkese yeter, hatta artar. Ancak o tek pirinç tanesine bile kıyamaz; artanı Tuna nehrine atar. Balıklar onun geleceği saati bilir, köprü başında toplanırlar.

Kilerci, bakar pilav artıyor; pirinci aşçıya az vermeye başlar. Ama Yahya Baba bir kere bile "Bu pirinç yeter mi?" demez. Kilerci şaşkındır. Her gün pirinç miktarını biraz daha kısar ama pilav azalmaz, aksine çoğalır. Yine herkes doyar, Tuna'nın balıkları bile nasibini alırlar. Kilerci, bunu izah edecek tek kelime bilir: "Bu bir keramet!"

Çok dener ve emin olunca Pâdişaha çıkar. "Bu Yahya Baba boş değil sultanım der, halbuki biz ona amele muamelesi yapıyoruz."

Bâyeziîd-i Velî gönül ehlidir ve aşçı ile tanışmak ister. Kilerci ile bir plan yaparlar. O gün Yahya Baba'ya çok az, hatta gülünç denilecek kadar az pirinç verilir. O her zamanki gibi okur, âlemlerin Rabbi'nden Halil İbrahim bereketi diler. Pilavı çok lezzetli olur, üstelik kazanlara sığmaz. Yahya Baba artanları yine yüklenir, Tuna'nın yolunu tutar. Tam kepçeyi daldırıp balıklara atarken Padişah ortaya çıkar.

"Ne oluyor bre der. Yoksa devlet malını israf mı edersin?"

Yahya Baba tutulur kalır. Ancak balıklar kafalarını sudan çıkarıp;

"Ayıp olmuyor mu sultanım derler. Koca devletin artığını bize çok mu görüyorsun?"

Yahya Baba öylesine mahcup olur ki, anlatılamaz. Utancından secdeye kapanır, Allah'a sığınır. Bâyezîd-i Velî onun kalkmasını bekler, ama geçmiş ola....


Mübarek çoktan rûhunu teslim edip kavuşmuştur rahmet-i Rahmana

Allah insanı nasıl korur


Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :

Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor. Çok korkmuştum. Beni onun şerrinden koruması için Cenab-ı Hak'ka sığındım. Akrep nehre geldiğinde, sudan büyük bir kurbağa çıkıp akrebe doğru geldi. Akrep kurbağanın sırtına binip suyun üzerinde yüzüp gittiler. Bu bana çok şaşırtıcı gelmişti. Ben de onların nehrin kenarında takip ettim. Nehrin karşı yakasına geçtiklerinde, akrep kurbağayı bırakıp dalları büyük, gölgesi çok olan bir ağacın yanına gitti.

Bir de baktım ki, ağacın altında Allah'a asi bir genç mışıl mışıl uyuyor. Kendi kendime: "La ha'vle vela kuvvete illa billah. Bu akrep nehrin ötesinden buraya kadar, bu genci sokmak için geldi" dedim ve içimden, akrep gence yaklaştığı zaman hemen akrebi öldürmeğe karar verdim. Akrebe yakın bir yerde durdum. Bir de baktım ki karşıdan büyük bir yılan, genci öldürmek için, gence doğru geliyor. Bu sırada akrep yılanın üzerine hücum etti ve başını sokmaya başladı. Akrep yılanın ölmesine kadar başını sokmaya devam etti. Yılan öldükten sonra akrep nehre döndü.Kurbağa da onu orada bekliyordu. Akrep tekrar kurbağaya binip nehrin öte yanına geçti. Ben de arkalarında bakakaldım.

Sonra gencin yanına geldim, o hala uyuyordu, akabinde baş ucunda kendi kendime şöyle dedim :

- Ey uyuyan genç; Allah seni, sen fark etmesen de karanlığın içindeki her türlü kötülükten korur. Sen uyusan bile Allah uyumaz. O kullarına çok merhametlidir. dedim.


Genç benim bu sözlerim üzerine uyandı ve başından geçen olayları kendisine anlattım. Genç hemen tevbe etti. Bütün yapmış olduğu kötü davranışlarından vazgeçip, iyilerden oldu ve ölünceye kadar hayatı böyle devam etti. Allah ona rahmet etsin.

Olgun İmana Kavuşma



         MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

" Muhtaçlara, fakirlere yardım ederken malınızın kötüsünü değil de, iyisini vermedikçe imân-ı kâmile (olgun iman) kavuşamazsınız. İmânda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşunuza gidenini bağışlayınız."
   
Âyet-i Kerîmeyi büyük bir dikkat ve hassasiyetle dinleyenlerin içinde Ebu Talha da bulunuyordu. Ebu Talha'nın Mescid-i Saadet'e yakın bir yerde, içinde 600 hurma ağacı bulunan pek kıymetli bir hurma bahçesi vardı. Sık sık dâvet ettiği Resûlullah'a burada ikramda bulunurdu..
Bu zat derin bir vecd ve huşuu içinde Âyet-i Kerimeyi dinledikten soma ayağa kalkarak şu açıklamayı yaptı. «- Yâ Resûlellah, benim servetim içinde en kıymetli ve bana en sevgili olan, işte şu şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan itibaren Allah rızası için onu Allah'ın Resûlüne bırakıyorum. İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakire verebilirsiniz.
Bu sözleri söyledikten soma Ebu Talha, sevinçli ve neş'eli bir hal ile kararını tatbik için Mescid-i Şerifden çıkarak bahçeye gitti.
Bir hurma ağacının gölgesinde oturan hanımı ile duvarın dışında bekleyen Ebu Talha arasında şu ibretli konuşma oldu:
Hanımı: "- Yâ Eba Talha, duvarın dışında ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!"

Ebu Talha: "- Ben içeri giremem, sen eşyanı toplayıp da dışarı çıksan ya!"

Hanımı: "- Neden yâ Eba Talha, bu bahçe bizim değil mi? "

Ebu Talha: "- Hayır, artık bu bahçe Medine fukarasınındır. diyerek Âyet-i Kerîmeyi ve verdiği kararını anlattı. Hanımının " İkimiz namına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın? " diye bir sualine "-ikimiz namına" diye cevap veren Ebu Talha, bu sefer hanımından şu sözleri işitti:
" - Allah senden razı olsun Eba Talha. Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim; Allah hayrımızı kabul buyursun, işte ben de geliyorum! "

6 Haziran 2013 Perşembe

Hafızlık Tacı



İlkokulu bitirip kursa gelmişti. Ailesi kendi isteğiyle
>geldiğini söylemişti. Kayıt yapmak için adını sorduğumda:
>-Fatma , dedi. Hiç de çekinmeyen bir tavırla… Ve ekledi:
>-Eğer hafız yaptırmazsanız kayıt yaptırmak istemiyorum . Böyle tehdit
>edercesine konuşması onu yaşından daha olgun gösteriyordu. 
Tebessümle:
>-Korkmayın küçük hanım siz isteyin hafız da yaparız, hoca da… O küçük
>gözlerinin içi parıldadı birden. 
Annesi:
>-Hoca hanım kusuruna bakma hele sen, ille de hafız olacam der de başka bir
>şey demez. Bizim köyün hocasından duymuş. Peygamberimiz hafız olanlara
>cennette taç giydirilecek demiş herhalde. Siz daha iyi bilirsiniz ya köylü
>kafası, biz de bu kadar duyduk anladık. Bu da çocuk işte .
>-Tabi teyze ne demek, keşke herkes sizin gibi duyduklarından etkilense de
>teslim olsa… Siz hiç merak etmeyin kızınız önce ALLAH’a sonra bize
>emanet.
>Kadıncağız elime yapıştı, öpecekken geri çektim, utandım. Tuttum, ben onun
>elini öptüm. Gözleri yaşardı.
>-Hoca hanım bu eller, gözler hep günahlı asıl sizinkiler öpülmeye layık .
>-Estağfirullah teyze , dedim. O ahirette belli olur.
>Bu konuşmadan sonra kaydını yaptığım Fatıma’nın Erzurumlu olduğunu
>öğrendim. Bir an düşündüm. “Küçük nasıl kalacak bu kadar zaman
>buralarda”…
>Zaman ilerledikçe Fatıma’nın edepli tavırları daha da çok etkiledi beni.
>Azimliydi. Geceleri uykusunun arasında ayetleri sayıklarken görüyordum çoğu
>kez… Böyle devam ederken arada bir bana gelip sorular soruyordu. 
Bir gün:
>-Hocam hafız olmak için Kur’an ı bitirmek mi lâzım diye sordu. 
Ben de:
>-Tabiiki hepsini ezberleyeceksin ki hafız adını alacaksın . Bu cevabıma çok
>üzülmüş gibiydi. Birşeyler demek istiyordu sanki… Teşekkür etti ve döndü
>arkasını gitti. Derslerim arasında onlara sürekli Kur’an ezberlemekle işin
>bitmeyeceğini mutlaka içindekileri uygulamanın gerektiğini hatırlatıyordum.
>Talebelerden biri:
>-Hocam , dedi. Fatma’nın annesi ona abdestli olmayanın hafızlara
>okunamayacağını söylemiş doğru mu diye sordu.Çok ilginçti doğrusu. MaşALLAH
>dedim. Osmanlı zamanında atalarımız Kur’an’a ve hafıza kıymet
>verdiklerinden öyle yaparmış dedim. Çok hoşlarına gitmişti bu iş. Hepsi
>adeta kendilerini
>ulaşılması zor, kasa içindeki altın gibi görüyorlardı. Görsünler dedim
>içimden, bu yaşta buralara gelmişler. ALLAH’ın kelamını ezberliyorlar,
>onlara fazla görmem bunu.
>Bu arada Fatma ara sıra rahatsızlanıyor ve revirde yatıyordu. Zaman
>geçtikçe Fatma’nın morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu. Bir gün
>dersini 2 kez
>aksatınca sordum.
>-Ne oldu yoksa anneni mi özledin
>-Hayır , dedi.
>-Neden moralin bozuk Sık sıkta hasta oluyorsun dedim.
>-Yanlış anlamayın, inan ki annemi özleyipte gitmek istediğim yok. Burayı
>çok seviyorum. ALLAH’ım’dan çok korkuyorum. Buraları terk edersem bana
>ahirette
>hesabını sormaz mı
>Bir şey diyemedim. Suçlu bile hissettim kendimi. O küçük kalpte bu ne
>imandı Ya Rabbi! Onu hayranlıkla izliyordum.
>Bir gün çok rahatsızlandı. Doktora götürmek zorunda kaldık. Bir çok
>tahlillerden sonra arkadaşım olan doktor hanım:
>-Hoca hanım derhal bu talebeyi ailesinin yanına gönder dedi. şaşkınlıkla:
>-Neden diye sordum. Bana:
>-Belki üzülecek hatta inanmayacaksın ama bu talebe “Kanser”.
>Adeta başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Sanki her tarafıma Rabbimin
>Rahmet sıfatı tecelli etmiş, şefkat sarmıştı. Hastahaneden ayrılırken
>Fatma’ya hiç bir şey diyemedim. Oysa anlamış gibi bana sorular sorup
>dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu. Kulağıma eğilerek “-Hocam” dedi. Azrâil
>insanların canını
>alırken nasıldır
>Ağlamamak için zor tuttum kendimi:
>-Güzel bir surettedir, mü’min kullara , dedim. Sevindi, sanki mırıldandı:
>-Belki hafız olamam ama Elhamdülillah mü’minim diye. şimdi anlamıştım bana
>önceden sormuş olduğu soruyu. Demekki hastalığını biliyordu. Hafız olmak
>için
>Kur’an ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden üzüldüğünü şimdi
>anlamıştım. Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık. Çünkü
>dayanılmaz acılar içinde olduğunu görüyorduk. Evine gitmesi gerekiyordu.
>Ailesi geldi. Fatma yanıma gelerek:
>-Bana kızmadınız değil mi Eğer söyleseydim belki kursa almazdınız .
>-Ne demek nasıl kızarım sana dedim. Hem sonra sakın üzülme hafızlığımı
>bitiremedim diye. Bu yola girdin ya. Rabbim seni hafızlar zümresinden
>yazmıştır
>ınşaALLAH , dedim. Öyle sevindi ki sarıldı boynuma;
>-Gerçekten ben şimdi hafız sayılır mıyım Anne bak duydun değil mi
>Ya Rabbi bu ne aşktı. Rabbimin hikmeti tecelli etse de iyi olsaydı şu Fatma
>ne güzel bir kul olurdu. Böylece Fatma’yı Erzurum’a uğurladık. Çok geçmedi.
>Bir iki
>hafta sonra ailesi ağırlaştığı haberini verdi. Bu bir iki hafta içinde
>ondan iki mektup almıştım. Bana hep hafızlık tacını merak ettiğini,
>rüyalarına bile
>girdiğini yazıyordu. Bir gün sabah namazından sonra telefon çaldı. Fatmanın
>annesiydi karşımdaki ses.
>Ağlamaklı bir sesle:
>”-Hoca hanım Fatma’yı uğurladık. Rica etsem bir hatim okurmusunuz” deyince
>bende dayanamadım ağlamaya başladım. Annesi beni teselli edercesine
>telefonu kapatmadan:
>-Size ölmeden önce şunu söylememi istedi , dedi.
>Hıçkırarak:
>-Anneciğim hocama söyle Azrâil söylediğinden de güzelmiş .
>”Ey Rabbim senin kelamın için yanıp tutuşan, yoluna yapışıp kelamına
sımsıkı sarılan kulunu sen son nefesinde yalnız bırakır mısın hiç “
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...