11 Eylül 2014 Perşembe

Risale-I Nur'da Tefsir Usülü Ile İlgili Bazı Meselelere Yaklaşımlar






     Kur’ân, her şeyden önce bir dini dâvet ve tebliğ kitabı olduğundan Kur’ân kıssaları, bu dâveti duyurma, tebliği benimsetme vesilesidir.

   Kıssalar Kur’ân’da geniş bir yer tutmaktadır. Kıssalardan maksat hissedir; hisse neredeyse kıssanın o halkası anlatılır. Risale-i Nur’da, kıssanın muhataplara bakan yönü ele alınarak, ondan alınması gereken hisseler tespit edilip dikkatlere sunulmaktadır. Buna, Hz. Yunus (as)’ın kıssasından alınacak hisseleri tespitini örnek olarak sunmakla yetineceğiz. Birinci Lemâ’da, önce bu kıssayı şöyle özetlemektedir.

   Hz. Yunus (as), denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı, gece dağdağalı, karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette,
لَا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ “Ya Rabbî! Sensin İlah, Senden başka yoktur ilah. Sübhansın, bütün noksanlardan münezzehsin, Yücesin. Doğrusu kendime zulmettim. Affını bekliyorum Rabbim!” (Enbiya, 21/87) münâcâtı, ona süratli bir şekilde kurtuluş vasıtası olmuştur.

   Kıssayı özetledikten sonra, alınacak hissenin alt yapısını hazırlayarak işin arka planını dikkatlere sunar. Böylece, muhatabı olayı adeta yaşıyormuş gibi sahneyi canlı bir hale getirir: 

    Şu münâcâtın büyük sırrı şudur: O vaziyette sebepler tamamen ortadan kalktı. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lazım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem semâ boşluğuna geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve balık ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine âmade eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı. Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbap’tan başka bir melce olmadığını yaşayarak gördüğünden, ehadiyet sırrı, tevhid nuru içinde inkişaf ettiği için, şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve balığı boyun eğdirmiştir. O, tevhid nuru ile balığın karnını bir denizaltı gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağ gibi dalgalar dehşeti içinde denizi, o tevhid nuru ile emniyetli bir sahra, bir gezi meydanı ve tenezzüh yeri olarak o nur ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lamba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlûkat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Böylece sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o Rabbânî lütfu müşahede etti.

   Sonra, bizim durumumuzu kıssaya uyarlayarak esas maksat olan hisseye geçer:

   İşte, biz, Hz. Yunus (a.s)’ın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu başı dönen yer küremizdir. Bu denizin her dalgasında binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim nefsimizin istek ve arzusu, balığımızdır; ebedî hayatımızı sıkıp mahvına çalışıyor. Bu balık, onun balığından bin derece daha zararlıdır. Çünkü onun balığı yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim balığımız ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.

   Daha sonra en can alıcı noktaya gelir: 
Madem hakiki vaziyetimiz budur. Biz de, Hz. Yunus (a.s)’a uyarak, umum sebeplerden yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü’l-Esbab olan Rabbimize iltica edip,
لَا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ (Enbiya: 21/87) demeliyiz ve kesinlikle anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve nefsimizin istek ve arzusunun zararlarını def edecek yalnız o Zat olabilir ki, istikbal emrinin altında, dünya hükmünün altında, nefsimiz idaresinin altındadır. Acaba göklerin ve yerin Yaratıcısından başka kalbimize gelen en ince ve en gizli hatıraları kim bilebilir? Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu dalgalarından kurtaracak-hâşâ-Zât-ı Vâcibü’l-Vücud’dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette, Onun izin ve iradesi olmadan imdat edemez ve kurtarıcı olamaz. 

   Madem gerçek durum böyledir. Nasıl ki Hz. Yunus (a.s)’a o münâcâtın neticesinde balığı ona bir binek, bir denizaltı ve denizi bir güzel sahrâ ve gece mehtaplı bir latif suret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırrıyla, لَا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz.

لَا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ cümlesiyle istikbalimize, سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza, إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ fıkrasıyla nefsimize merhamet nazarını celb etmeliyiz. Tâ ki, iman nuru ile ve Kur’ân’ın mehtabıyla istikbalimiz aydınlansın ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe dönüşsün. Ve mütemadiyen ölüm ve hayatın değişmesiyle seneler ve asırlar dalgası üstünde hadsiz cenazeler binip yokluğa atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’ân-ı Hakîmin tezgahında yapılan mânevi bir gemi hükmüne geçen İslâmiyet’in hakikati içine girip, güvenle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi gezinin manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, ibret nazarı ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o Kur’ân sırrıyla, o Furkan terbiyesi ile, nefsimiz bize binmeyecek, bineğimiz olup, bizi ona bindirip, ebedi hayatımızı kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.

    Hülâsa, madem insan, mahiyetinin camiiyeti itibarıyla, sıtmadan acı duyduğu gibi, arzın zelzele ve sarsıntılarından ve kâinatın kıyamet hengâmında büyük zelzelesinden acı duyuyor. Ve nasıl ki küçücük bir mikroptan korkar, ulvî cisimlerden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de, hadsiz ebedî Cenneti dahi iştiyakla sever. Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, sığınağı, kurtarıcısı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki, umum kainat O’nun tasarruf elinde, zerreler ve gezegenler dahi emrinin altındadır. Elbette öyle bir insan daima Yunus gibi, 
لَا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ der.22 

Bediüzzaman’ın bu kıssadan çıkardığı hisseler, tamamen orijinal tespitler olarak Tefsir alanına yaptığı katkılar cümlesindendir.


Sûreden Çıkarılan Evrensel Prensipler

Kur'ân, dünya ve ahiret saadetinin anahtarıdır. Ona muhatap olan her fert, onun emirlerine uyma ve yasakladıklarından kaçınma suretiyle seyri sülûkunu tamamlamış olur. Yûsuf kıssası da başta iman olmak üzere, fıkhî, ahlâkî ilkeler barındıran, ferdî ve sosyal hayatın hemen hemen her alanıyla irtibatlı hikmet ve hakikat deryasıdır. Vahyin indiği dönem itibariyle başta Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabesi olmak üzere ona muhatap olan her asır ve coğrafyada gönüllere tesellîbahş olmuş ve ortaya koyduğu küllî kaidelerle kendisine inananların ihtiyaçlarını karşılamıştır. Her insan, onda kendisinden bir şey bulur. Mukayese ve izdüşümle gününü aydınlatabilir.

Sûrede çok önemli hakikatler yer almaktadır. Bu hakikatler kıssada cereyan eden hâdiselerin seyri içinde muhatabı eğitme maksatlı dikte edilen âdeta nokta vuruş prensiplerdir. Bunlar her asır için geçerlidir. Bunları başlıklar altında sıralayacak olursak: 

İnsan için en büyük düşman şeytandır: (إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلإِنسَانِ عَدُوٌّ مُّبِينٌ) (Kesinlikle) Şeytan insan için apaçık bir düşmandır.3

Allah her şeyi en iyi bilen ve hikmet sahibidir: (إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ) Şüphesiz ki Rabbin en iyi bilen ve hikmet sahibidir. 4

Yardım sadece Allah'tan istenir: (وَاللهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ ) Sizin anlattıklarınıza karşı yardım dilenecek olan (sadece) Allah'tır. 5

Allah yapılanları en iyi bilendir: (وَاللهُ عَلِيمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ ) Allah onların ne yaptıklarını çok iyi bilendir. 6 (إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ) Kuşkusuz O, her şeyi işiten ve bilendir. 7

Allah mutlak galiptir: (وَاللهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ) Allah Teâlâ iradesini yerine getirmekte her zaman mutlak galiptir. 8

Allah iyilik yapanların mükâfaatını verir: (وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ) Biz iyilik yapanlara işte böyle karşılık veririz.9 (وَلاَ نُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ) İyilik yapanların mükâfatlarını zayi etmeyiz.10 

(فَإِنَّ اللهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ إِنَّهُ مَن يَتَّقِ وَيِصْبِرْ) Kim takvalı olur ve sabrederse Allah iyilik yapanların karşılığını kesinlikle zayi etmez. 11

Zalimler felâha eremez: (إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ) Kuşkusuz zalimler asla kurtulamazlar. 12

Hüküm sadece Allah'a aittir: (إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ) Hüküm ancak Allah'a aittir.13

Allah hainlerin tuzaklarını bozar: (أَنَّ اللهَ لاَ يَهْدِي كَيْدَ الْخَائِنِينَ) Allah kesinlikle hainlerin tuzaklarını başarıya ulaştırmayacaktır. 14

Nefisler kötülük emreder: (إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ) Nefis, Rabbimin acıması olmasa, sürekli kötülüğü emreder. 15

Allah bağışlayıcı ve affedicidir: (إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ) Kuşkusuz Rabbim çok bağışlayıcı, çok merhamet edendir. 16 (إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ) Kuşkusuz O, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. 17

İnanan ve salih amel işleyenler için Ahiret sevabı daha hayırlıdır:(وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ) Ahiretteki karşılık ise, inananlar ve Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakınanlar için daha iyidir. 18 (وَلَدَارُ الآخِرَةِ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ اتَّقَواْ) Âhiret yurdu takva sahipleri için kesinlikle daha iyidir. 19

Allah en iyi koruyucudur: (فَاللهُ خَيْرٌ حَافِظاً) Allah en iyi koruyucudur. 20

Allah çok merhametlidir: (وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ) O merhametlilerin en merhametlisidir. 21 (وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ) O, merhametlilerin en merhametlisidir'. 22

Hüküm yalnız Allah'a aittir: (لِلّهِ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ) Hüküm yalnız Allah'ındır. 23

Yalnız Allah'a güvenilir: (وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ) Yalnız O'na güvendim, güvenenler de yalnız O'na güvensinler. 24

Allah dilediğinin derecesini yükseltir: (نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَّن نَّشَاء) Biz dilediklerimizin derecelerini böyle yükseltiriz. 25

Her ilim sahibinin üzerinde bilen vardır: (وَفَوْقَ كُلِّ ذِي عِلْمٍ عَلِيمٌ ) Her ilim sahibinin üstünde ondan daha iyi bilen biri vardır. 26

Allah en iyi hüküm vericidir: (وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ) O en iyi hüküm vericidir. 27

Allah her şeyi bilir, her işi hikmetlidir: (إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ) O (her şeyi) en iyi bilir ve her işinde hikmet vardır. 28 (إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ) Şüphesiz O alîmdir, hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilen, tam hikmet sahibidir. 29

Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez: (إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ) Kuşkusuz Allah'ın rahmetinden inkâr edenlerden başkası ümit kesmez.30

Allah tasadduk edenleri fazlasıyla mükâfatlandırır: (إِنَّ اللهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّقِينَ) Kuşkusuz Allah tasadduk edenleri fazlasıyla mükâfatlandırır. 31

Allah lâtiftir: (إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ لِّمَا يَشَاءُ) Gerçekten Rabbim dilediği kimse hakkında lâtiftir (dilediği hususları çok güzel, pek ince bir tarzda gerçekleştirir. 32

Kur'ân, inananlar için hidayet, rehber ve rahmettir: (مَا كَانَ حَدِيثاً يُفْتَرَى وَلَـكِنْ تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ) İyi bilin ki, bu Kur'ân uydurulmuş bir söz değildir. Sadece daha önceki kitapları tasdik eden, dine ait her şeyi açıklayan, iman edecek kimseler için hidâyet, rehber ve rahmettir. 33 

Prof. Dr. Muhammed Çelik

0 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...