Osmanlı âile düzeninde sofra âdâbına çok dikkat edilirdi. Âilenin bir sofra düzeni vardı.Aynı zamanda bütün âile fertlerinin sofrada aynı anda bulunması şarttı.
Bugünkü gibi aklına gelen tabağı alıp televizyon karşısına geçip yiyemezdi.Herkesin sofrada bulunması şarttı.Yemeğe önce evin büyüğü başlardı.Yemekten önce mutlaka «besmele» çekilirdi.Bu sofralarda, yemekte fazla konuşulmazdı.Yüksek sesle gülünmez, yemeği beğenmeyen, sevmeyen biri varsa, bunu açıklamazdı.Sofrada su içmek isteyen olursa, gençlerden biri bardağına suyu koyar.O kimse suyunu bitirinceye kadar sofradakiler bekler, su içenin yemek hakkı böylece korunurdu.Herkes önünden yer, ekmek ve su bırakmazdı. Çünkü bu da bir yerde israfa gidiştir.”
. Eski İstanbul’un hamam kitâbelerinden birinde, huy güzelliği ve temizliğinin ehemmiyetini ecdâdımız şu güzel ifadelerle vurgulamış:“Tıynetin nâ pâk ise, hayr umma sen germâbeden.
Önce tathîr-i kalb et, sonra tathîr-i beden.”
Günümüz diliyle:“Kötü huylu, pis karakterli bir kimse isen, hamamdan bir hayır umma.
Temizlenmek istiyorsan önce kalbini temizle, sonra bedenini.”
Hamamla dahi insanı irşâd edip rüşt sahibi yapmayı vazife bilen bir medeniyetin bugün için söyleyecekleri, eskimiş masal sözler değil, belki bizim anlayamayacağımız kadar yüksekte olduğundan kıvranıyoruzdur…
0 yorum:
Yorum Gönder