Burada araştırdığımız konular bizleri bazı göremediğimiz sırlara ulaştıracak Allah yardımcımız olsun.
Risale-i Nurdan
(Server Baba) namında bir velinin yaşadığı zamanda devlet maliyesi çok sıkışık duruma düşer. Padişah şöhretini duyduğu veliye haber gönderir. Veli de bir miktar iksir tozu gönderir, bakır eritilen kazanlara atılmasını söyler. Yalnız aynı kazandan bir kepçe kendisine verilmesini ister. Kendisine verileni de fakirlikten şikayet eden dervişine aynen verir. Bir müddet sonra padişah bu sırrın kendisine öğretilmesini Server Baba’dan ister ve ısrar eder. Server Baba, “bu mümkün değil, lakin bir kolayı var. Ben bu sırrı yazar dilimin altına koyarım. Siz de beni idam eder alırsınız. Başka çare yok” der. İdam edilir. Dili altından alınan kağıtta sade şu söz yazılıdır: “Ser verip sır vermeyen Server Baba”. Eyvah ser de gitti sır da gitti, derler. (Ser ver, sır verme) demektir.
İnsan iman sayesinde, eşya ve hadiselere bakışı farklılaşır.
Eşya ve hadiselerin kendi kendine meydana gelmediğini, bir tesadüf eseri
olmadığını, ancak ve ancak nihayetsiz ilmi, iradesi ve kudreti olan bir Zat'ın
emri altında hareket ettiğini anlar. İşte bu bakış, kâinatta ne olursa olsun;
sel olsun, deprem olsun, yıldızlar uçuşsun, kıyametler kopsun, bunların hiçbiri
kamil mümini korkutmaz.
İmân hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imânı elde eden
adam, kâinata meydan okuyabilir ve imânın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikàtından
kurtulabilir.
ÜÇÜNCÜ NOKTA
İmân hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imânı elde eden
adam, kâinata meydan okuyabilir ve imânın kuvvetine göre, hâdisâtın
tazyikàtından kurtulabilir. “Tevekkeltü alallah” (Allah’a tevekkül ettim. / Hûd
Sûresi: 56.) der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle hâdisâtın dağlarvâri
dalgaları içinde seyrân eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i
kudretine emânet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder, sonra
saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa, tevekkül etmezse,
dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.
Demek, imân tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü,
tevekkül saadet-i dâreyni iktizâ eder. Fakat, yanlış anlama! Tevekkül, esbâbı
bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbâbı dest-i kudretin perdesi bilip
riâyet ederek; esbâba teşebbüs ise, bir nevi duâ-i fiilî telâkkî ederek;
müsebbebâtı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri O'ndan bilmek ve O'na
minnettar olmaktan ibârettir.
Tevekkül eden ve etmeyenin misâlleri, şu hikâyeye benzer:
Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler
yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez
yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, nezâret eder; diğeri hem ahmak, hem
mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor.
Ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”
O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi olur. Ben
kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhâfaza edeceğim.”
Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli
sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyâde iyi muhâfaza eder. Belki başın
döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu
bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat
getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divânedir diye seni
tard edecek, ya ‘Hâindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihzâ ediyor,
hapis edilsin’ diye emredecektir. Hem, herkese maskara olursun. Çünkü, ehl-i
dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile,
riyâyı ve zilleti gösteren tasannuun ile, kendini halka mudhike yaptın; herkes
sana gülüyor” denildikten sonra, o bîçarenin aklı başına geldi, yükünü yere
koydu, üstünde oturdu. “Oh! Allah senden râzı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan
kurtuldum” dedi.
İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına
al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında
titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekàvet-i uhreviyeden ve
tazyikàt-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.
Sözler, 23. Söz., 3. Nokta, s. 285
***
Üstadımız, Sultan Reşat zamanında, Sultan Reşat'ın da
bulunduğu bir trenle Rumeli seyahatine katılmıştır. O seferde kendisine sual
soran muallimlere cevap verirken, Tren tünelden çıkıyor. Tren yolu kenarında 6
yaşlarında bir çocuk el sallıyor. Üstadımız, o çocuğun, treni bildiğini, treni
idare eden bir kumandan olduğunu, trenin kendisine tayin edilen raydan
çıkamıyacağını bildiğini, bu yüzden dehşet almadığını örnek verir. Bu masum
çocuğun yerinde Rüstem-i İranî ve Herkül-ü Yunanî, o acîb kahramanlıklarıyla
beraber tayy-ı zaman(zaman aşımına uğrayarak) ederek o çocuğun yerinde burada
bulunduklarını farzediniz. Onların zamanında şimendifer olmadığı için, elbette,
şimendiferin bir intizam ile hareket ettiğine bir îtikadları olmayacak. Birden
bu tünel deliğinden başında ateş ve nefesi gök gürültüsü gibi, gözlerinde
elektrik berkleri olduğu halde birden çıkan şimendiferin dehşetli tehdit
hücumuyla Rüstem ve Herkül tarafına koşmasına karşı, o iki kahraman ne kadar
korkacaklar, ne kadar kaçacaklar; o harika cesaretleriyle bin metreden fazla
kaçacaklar.
LÜGATÇE
sefine-i hayat: Hayat gemisi.
yed-i kudret: Kudret eli.
esfel-i sâfilîn: Aşağıların en aşağısı.
saadet-i dâreyn: Dünya ve ahiret saadeti.
dest-i kudret: Kudret eli.
müsebbebât: Neticeler, sonuçlar.
istihzâ: Alay geçme.
şekâvet-i uhreviye: Ahiret sıkıntısı, azabı.
tazyikàt-ı dünyevîye: Dünyevî baskılar, sıkıcı ve boğucu
haller
Hakiki iman nedir?
Hakiki imana kavuşmak için ne yapmak gerekir?
İslamiyet'in emirlerini yapmak nefsin tezkiyesi yani küfürden
temizlenmesi ve kalbin tasfiyesi yani günahlardan temizlenmesi içindir. Nefis
temizlenmedikçe ve kalb selamet bulmadıkça, hakiki iman hasıl olmaz.
Felaketlerden, azaplardan kurtulmak için, hakiki imana kavuşmak lazımdır.
İman, üç kısımdır:
1- Dinin hükümlerini bilmeyen, ana babasından gördüğü gibi
ibadet eden, inanan kimselerin imanına Taklid-i iman denir. Böyle kimselerin
imanının gitmesinden korkulur.
2- Dinin hükümlerini yani farz, vacip, sünnet, müstehap,
mubah, haram, mekruh ve müfsidi ilmihalden öğrenip amel eden kimselerin imanına
iman-ı istidlali yani delil ile anlayarak bilmek demektir. Böyle kimselerin
imanı kuvvetlidir.
3- Ariflerin imanıdır. Herkes dinsiz olsa, onun kalbine asla
şüphe gelmez. Onun imanı peygamber imanı gibidir. Buna iman-ı hakiki denir.
Akıl yolu ile kalbde hasıl olan iman, imanın suretidir.
Çünkü nefis, bu imanın tersini istemekte, küfründe inat ve ısrar etmektedir.
Böyle iman, safra hastasının, şekerin tatlı olduğuna iman etmesi gibidir. Her
ne kadar inandım dese de, vicdanı, şekeri acı bilmektedir. Safrası düzeldikten
sonra, şekerin tatlı olduğuna hakiki iman hasıl olur. İmanın hakikati de,
nefsin tezkiyesinden ve kalbin itminanından [hakiki imana kavuştuktan] sonra
kalbde hasıl olur. İşte böyle hakiki iman yalnız Evliyada bulunur ve elden
gitmez. Şu âyet meali bu müjdeyi göstermektedir:
(Biliniz ki, Allah’ın Evliyası için, azap korkusu, nimetlere
kavuşmamak üzüntüsü yoktur.) [Yunus 62]
Said bin Cübeyr hazretleri diyor ki: Üç türlü kalb vardır:
1- Müminin kalbidir. Temiz ve sevgi ile Allahü teâlâya
bağlıdır.
2- Katı, ölü kalbdir. Kimseye acımaz.
3- Hasta kalbdir. Hastalık, münafıklık hastalığıdır.
İlki kurtulucu, son ikisi ise azaptadır. Müminin kalbi
selimdir. Kalbi selim övülüyor. Bir âyet meali:
(Kalbi selim ile gelen hariç, o gün, mal ve çocuklar fayda
vermez.) [Şuara 88-89]
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâyı tanımak iki türlüdür:
1- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi tanımak,
2- Tasavvuf büyüklerinin tanımaları.
Birinci şekildeki imanda nefs azgınlığından vazgeçmemiştir,
iman hakiki değil, mecazidir. Bu iman gidebilir. İkincisinde nefs de imana
geldiği için iman yok olmaktan korunmuştur. (Ya Rabbi, senden sonu küfür
olmayan iman istiyorum) hadis-i şerifi ve Nisa suresinin (Ey iman sahipleri,
iman edin) mealindeki 136. âyet-i kerimesi de hakiki imanı bildirmektedir. Bu
âyet, (Hakiki imana kavuşun) manasındadır. İmam-ı Ahmed hazretleri ilim ve
ictihadda çok yüksek dereceye sahip olduğu hâlde, hakiki imana kavuşmak için
Bişr-i Hafi [ve Zünnun-i Mısri] hazretleri gibi evliyanın sohbetinde bulundu.
İmam-ı a'zam hazretleri de, ömrünün son yıllarında Cafer-i Sadık hazretlerinin
sohbetinde bulunduktan sonra, (Bu iki sene olmasaydı, Numan helak olurdu), yani
(Hakiki imana kavuşamazdım) buyurdu. Her iki imam da ilimde ve ibadette son
derece ileri oldukları halde, tasavvuf büyüklerinin sohbetinde bulunarak
marifeti ve bunun meyvesi olan hakiki imanı elde ettiler. (2/10)
Senaullah-i Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
Tasavvufta fena makamına kavuşan, muhakkak imanla ölür.
Bekara suresinin (Allahü teâlâ imanınızı zayi etmez) mealindeki 143. âyeti ve
(Allahü teâlâ, kullarının imanlarını geri almaz. Fakat âlimleri yok ederek ilmi
geri alır) hadis-i şerifi, hakiki imanın ve batın ilminin geri alınmayacağını
göstermektedir. (İrşad-üt-talibin)
Hubbi fillah buğdi fillah olmadıkça da hakiki imana
kavuşulamaz. İki hadis-i şerif meali:
(Allah’ı sevmeyen ve Onun düşmanlarını düşman bilmeyen,
hakiki iman etmiş olmaz. Müminleri Allah için seven ve kâfirleri düşman bilen,
Allah’ın sevgisine kavuşur.) [İ.Ahmed]
(Allah’ın dostunu seven, düşmanını düşman bilen kâmil iman
sahibi olur.) [Ebu Davud]
Risale-i Nurda İman Mertebeleri
İman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil; bir çekirdekten, ta büyük hurma
ağacına kadar ve eldeki aynada görünen misali güneşten ta deniz yüzündeki
aksine, ta güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları var.
İman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil;
bir çekirdekten, ta büyük hurma ağacına kadar ve eldeki aynada görünen misali
güneşten ta deniz yüzündeki aksine, ta güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları
olduğu gibi; imanın o derece kesretli hakikatleri var ki, bin bir esma-i
İlâhiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatleriyle alâkadar çok
hakikatleri var ki, “Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin
en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikiden gelen tafsilli ve bürhanlı marifet-i
kudsiyedir” diye ehl-i hakikat ittifak etmişler.
Evet, iman-ı taklidî, çabuk şüphelere mağlûp olur. Ondan çok
kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratip var. O
meratiplerden ilmelyakîn mertebesi, çok bürhanlarının kuvvetleriyle binler şüphelere
karşı dayanır. Halbuki taklidi iman bir şüpheye karşı bazan mağlûp olur.
Hem iman-ı tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîn
derecesidir ki, pek çok mertebeleri var. Belki esma-i İlâhiye adedince tezahür
dereceleri var. Bütün kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek derecesine gelir.
Hem bir mertebesi de hakkalyakîndir. Onun da çok mertebeleri
var. Böyle imanlı zatlara şübehat orduları hücum da etse bir halt edemez. Ve
ulema-i ilm-i kelâmın binler cild kitapları, akla ve mantığa istinaden telif
edilip, yalnız o marifet-i imaniyenin bürhanlı ve aklî bir yolunu göstermişler.
Ve ehl-i hakikatin yüzer kitapları keşfe, zevke istinaden o marifet-i imaniyeyi
daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat, Kur’ân’ın mu’cizekâr cadde-i
kübrası, gösterdiği hakaik-i imaniye ve marifet-i kudsiye, o ulema ve evliyanın
pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir.
İşte, Risâle-i Nur bu câmî ve küllî ve yüksek marifet
caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur’ân aleyhine ve İslâmiyet ve
insaniyet zararına ve adem âlemleri hesabına tahribatçı küllî cereyanlara karşı
Kur’ân ve iman namına mukabele ediyor, müdafaa ediyor. Elbette hadsiz tahşidata
ihtiyacı vardır ki, o hadsiz düşmanlara karşı dayanıp ehl-i imanın imanını
muhafazasına Kur’ân nuruyla vesile olsun. Hadis-i şerifte vardır ki: “Bir adam
seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır.”
“Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur.” Hatta
Nakşîlerin hafî zikre verdiği büyük ehemmiyet, bu nevî tefekküre yetişmek içindir.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve duâ ediyoruz.
Emirdağ Lâhikası, s. 91
LÜGATÇE
icmalî: Kısaca, toplu olarak, tafsilatsız.
inkişaf: Açılma. Meydana çıkma.
kesret: Çokluk.
erkân-ı imaniye: İman esasları.
marifet: Bilgi, bilme, tanıma.
kemalât-ı insaniye: İnsana ait mükemmellikler, olgunluklar.
iman-ı tahkikî: İnandığı şeylerin aslını, esasını bilerek
inanma; sarsılmaz iman.
bürhan: Delil.
marifet-i kudsiye: Kudsî bilgi, marifet.
iman-ı taklidî: Taklit yoluyla edinilip, o şekilde devam
ettirilen iman.
meratip: Mertebeler.
ilmelyakîn: İlim yoluyla kesin olarak bilmek.
aynelyakîn: Göz ile görür derecede kesin olarak bilme.
hakkalyakîn: Marifet mertebesinin en yükseği; en kesin bir
surette hakikati görüp yaşamak hali.
şübehat: Şüpheler.
ulema-i ilm-i kelâm: Kelâm âlimleri.
marifet-i imaniye: İmanî ilim, eğitim, terbiye.
mu’cizekâr: Mu’cize sahibi.
cadde-i kübra: Büyük cadde.
fevk: Üst, üzeri.
adem: Yokluk.
küllî: Bütüne mensup parçalardan ve ferdlerden meydana
gelen, umumî, bütün.
tahşidat: Toplamalar, yığmalar, birşeyin üzerinde fazla
durmalar.
hafî: Gizli.
İMAN 70 KÜSÜR ŞUBEDİR BUNLAR
Hadiste "İman Yetmiş Küsür Şubedir"
buyrulmaktadır.
Peygamberimiz (SAV)
buyurdular: “İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü “La İlahe İllallah”
sözü, en alt tabakası, yoldaki eza veren şeyleri gidermektir.” (Müslim, İman,
58; Tirmizi, İman, 6; Ebu Davut, Sünnet,
18 ; İbn-i Mace, Mukaddime, 9)
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat uleması yukarıdaki mezkûr hadise
istinaden imanın mertebelerini 77 adet saymışlardır. Bunlara tamamen uyanın
imanı kemale ermiştir. Bu amellerin eksikliği nispetinde imanında noksanlık
saymışlardır. Çünkü amel imandan bir cüz olmasa da imanın kemalindendir. İmanda
ise bir çekirdekten meyveli ağaca kadar, mum ışığından güneşe kadar mertebeler
bulunduğu gibi mertebeler mevcuttur.
Bunu te’yid eden başka hadisler de vardır.
“İmanın son noktası, haramlardan titizlikle sakınmaktır” ( C.
Sağir, 2: 96)
“Kişinin ‘İnşallah’ demesi imanın kemalindendir.” ( C.
Sağir, 2; 50)
“Mü’minin iman bakımından en üstün olanı, ahlakı en güzel
olanı, aile efradına en lütufkâr davrananıdır.” ( Tirmizi, İman, 6; İbn-i mace,
Nikâh, 50)
“Temizlik İmanın yarısıdır.” (Müslim, Tahare, 2; Tirmizi,
Dua, 85)
İmanın 77 Şubesi:
Kişiye lazım olan önce sahih ve sağlam bir itikada sahip
olması, dindeki tüm şüphelerin giderilmesidir. “Şüphe imana zıttır. Şüphe
gelince iman gider.” Böyle birisinin ameli ne şekilde olursa olsun kendisine
ahirette fayda vermez. İmanın kemalinden maksud olan sahih bir imandan sonra
amellerin her biri ile iman kemale erer.
İman İle İlgili Olarak:
1. Allah’ın
varlığına ve birliğine iman etmek,
2. Her yerde hazır
ve her mekânda nazır olup bizzat her işi yaptığına iman,
3. Hayat,
4. İlim,
5. İrade,
6. Kudret,
7. Semi’,
8. Basar,
9. Kelam
sıfatlarına kemaliyle iman.
10. Meleklere,
11. Kitaplara,
12. Peygamberlere,
13. Öldükten sonra
cesedin dirilip hesaba çekilmesine,
14. Âlemin sonradan
yoktan Allah’ın kudreti ile yaratıldığına,
15. Tüm mahlûkatın
dirilip “Mahkeme-i Kübra” da hesaba çekilmesine,
16. Mizanda
amellerin tartılmasına,
17. Sırattan geçilmesine,
18. Peygamberimiz
(sav) in ahirette Şefaat-i Kübra ile tüm insanlığa şefaatine,
19. Cennetin ehl-i
imana verilmesine,
20. Cehenneme ehl-i
Küfür ve İsyanın hak ederek girmesine inanmak.
Amel İle İlgili Olarak:
21. Nikâh akdi ile evlenmek,
22. Kadının kocaya
itaat etmesi,
23. Erkek ve
kadının zinadan kaçınması,
24. Anne- babaya
itaat etmek,
25. Çocuklarının
terbiyesini güzel yapmak,
26. Akrabayı
ziyaret etmek ve yardımcı olmak,
27. Büyüklere
saygılı olmak ve itaatkâr davranmak,
28. Kendi
maiyetinde olanlara iyilik ve ikramda bulunmak,
29. Emanete riayet
etmek,
30. Camiye ve
cemaate devam etmek,
31. İdarecilere
itaat etmek, meşru emirlerine uymak,
32. Daima insanlara
iyilik etmek ve yardımsever olmak,
33. Şeair-i
İslamiye olan selamı yaymak,
34. Emr-i
Bi’l-Ma’ruf ve Nehy-i Ani’l- Münkeri yapmak,
35. Dinini her nevi
tehlikeden ve şüphelerden korumak,
36. Nefsini kötü
alışkanlıklardan korumak,
37. Aklını sarhoş
edici maddelerden ve yanlış fikirlerden korumak,
38. Malını
haramdan, israftan ve telef olmaktan korumak,
39. Namusunu
haramdan ve haramiden korumak,
40. Müslümana gelen
zararı gidermeye çalışmak,
41. Nesebi ve nesli
korumak,
42. Taharete ve
temizliğe önem vermek,
43. Setr-i Avret
ile tesettüre uyarak, bedenini nâ-mahramden korumak,
44. Beş vakit
namazı eksiksiz kılmak,
45. Oruç tutmak,
46. Zekât vermek,
47. Cenazeye
iştirak etmek,
48. Hacca gitmek,
49. Adaklarını
yerine getirmek,
50. Yemine tazim
etmek ve olur olmaz yemin etmemek,
51. Kefaretlerini
ifa etmek,
52. Gönlünden dünya
ve mal sevgisini gidermek,
53. Makam ve şöhret
sevgisini gidermek,
54. Kalbinde
düşmanlık, kin ve nefrete yer vermemek,
55. Kalbinden haset
ve fesadı izale etmek,
56. Gönlünde riya
ve süm’aya yer vermemek, ihlâsı esas almak,
57. Amelini
beğenmemek, gurura kapılmamak,
58. Başkalarını hor
ve hakir görerek kibre kapılmamak,
59. Kalbinde nifak
ve ikiyüzlülüğe yer vermemek,
60. Daima kendini
noksan ve kusurlu görerek tövbeye devam etmek,
61. Allah’tan
korkmak, başkalarından korkmamak,
62. Günah
işlemekten korkmak, ölümden korkmamak,
63. Allah’tan daima
ümit var olmak, ümitsizliğe düşmemek,
64. Daima hayâ ve
iffet üzere olmak,
65. Allah’ın
nimetlerine şükretmek,
66. Sana karşı
iyilik yapan her kese iyilik derecesine göre vefalı olmak,
67. Her işinde
ihlâslı olmak, sadece Allah rızasını gözetmek,
68. Her işinde
sabırlı olmak ve hayırlı ilerinde sebat etmek,
69. Helal kazanç
peşinde koşmak, harama asla iltifat etmemek,
70. Herkese sevgi
ve muhabbet beslemek,
71. Kötülükten ve
kötü arkadaştan kaçmak,
72. Her işinde
Allah’a dayanıp güvenmek, mütevekkil olmak,
73. Allah’ın sana
takdir ettiği şeye razı olmak.
74. İlim öğrenmek,
75. Öğrendiğin ilmi
hayırlı işlerde kullanmak,
76. İnsanlara
faydalı olmak için çalışmak,
77. Kur’an-ı Kerimi
amal etmek için okumak ve peygamberin sünnetine uymak.
(Kaynak: İsmail Hakkı Bursevi, Şuabu’l İman)
Ayetler
اَلَّذينَ
يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقيمُونَ الصَّلوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْيُنْفِقُونَ
Mu’minun / 58-60. Rablerinin âyetlerine inananlar; Rablerine
ortak tanımayanlar; Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri
kalpleri çarparak yapanlar;
هُوَ الَّذى اَنْزَلَ السَّكينَةَ
فى قُلُوبِ الْمُؤْمِنينَ لِيَزْدَادُوا
ايمَانًا مَعَ ايمَانِهِمْ وَلِلّهِ
جُنُودُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَكَانَ اللّهُ عَليمًا
حَكيمًا
Fetih / 4. İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye
müminlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları
Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır.
وَالَّذينَ
امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُولئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
Bakara / 82. İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da
cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
وَالَّذينَ
امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا اَبَدًا لَهُمْ
فيهَا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلًّا ظَليلًا
Nisa / 57. İnanıp; iyi işler yapanları da, içinde ebediyen
kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada
onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız
يَااَيُّهَا
الَّذينَ امَنُوا امِنُوا بِاللّهِ
وَرَسُولِه وَالْكِتَابِ الَّذى نَزَّلَ عَلى
رَسُولِه وَالْكِتَابِ الَّذى اَنْزَلَ مِنْ
قَبْلُ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّهِ
وَمَلئِكَتِه وَكُتُبِه وَرُسُلِه وَالْيَوْمِ الْاخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا
بَعيدًا
Nisa / 136. Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine,
Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat)
ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet
gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır.
فَاِنْ
امَنُوا بِمِثْلِ مَاامَنْتُمْ بِه فَقَدِ اهْتَدَوْا
وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ فى شِقَاقٍ
فَسَيَكْفيكَهُمُ اللّهُ وَهُوَ السَّميعُ
الْعَليمُ
Bakara / 137. Eğer onlar da sizin inandığınız gibi
inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine
düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir.
لَيْسَ
الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ
قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلكِنَّ الْبِرَّ مَنْ امَنَ بِاللّهِ
وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَالْمَلئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّنَ وَاتَى الْمَالَ عَلى
حُبِّه ذَوِى الْقُرْبى وَالْيَتَامى
وَالْمَسَاكينَ وَابْنَ السَّبيلِ وَالسَّائِلينَ
وَفِى الرِّقَابِ وَاَقَامَ الصَّلوةَ وَاتَى الزَّكوةَ وَالْمُوفُونَ
بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُوا وَالصَّابِرينَ
فِى الْبَاْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحينَ الْبَاْسِ اُولئِكَ
الَّذينَ صَدَقُوا وَاُولئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Bakara / 177. İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına
çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret
gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını
gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve
kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı
zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında
sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak
onlardır!
لَااِكْرَاهَ
فِى الدّينِ قَدْ تَبَيَّنَ
الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ فَمَنْ
يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ
الْوُثْقى لَا انْفِصَامَ لَهَا
وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ
Bakara / 256. Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik
birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan
sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.
اِنَّ الَّذينَ امَنُوا وَالَّذينَ هَادُوا
وَالنَّصَارى وَالصَّابِينَ مَنْ امَنَ بِاللّهِ
وَالْيَوْمِ الْاخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَاخَوْفٌ
عَلَيْهِمْ وَلَاهُمْ يَحْزَنُونَ
Bakara / 62. Şüphesiz iman edenler; yani Yahudilerden,
Hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih
amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir
korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.
صِبْغَةَ
اللّهِ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ
اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ
Bakara / 138. Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık.
Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).
Hadisler
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kim Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammedin
de Onun Resûlü olduğuna şehadet ederse, Allah ona ateşi haram eder."
Ubâde radıyallahu anh. Tirmizî.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kalbinde zerre kadar îmanı olan kimse, cehennemden
çıkar."
Ebû Saîd radıyallahu anh. Tirmizî.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Şüphesiz Allah, yalnız kendi rızasını isteyerek,
"Lâ ilâhe illallah" diyen kimseye, ateşi haram etmiştir."
İbn Şihâb radıyallahu anh. Buhârî.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Muhammedin nefsi elinde olana yemin ederim ki, yahudi
olsun, hıristiyan olsun, bu insanlardan beni duyup da, getirdiğim kitaba îman
etmeden ölen kimse, kesinlikle cehennemlik olur."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"iman, cennete, cehenneme, hesap gününe, yaptıklarını
tartan mîzana ve iyisiyle kötüsüyle kadere, inanmandır."
İbn Abbas radıyallahu anh. Ahmed.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Allah, şüphesiz kıyamet gününde ümmetimden bir adamı
ortaya çıkartacak. Herkesin gözü önünde, herbiri gözün görebildiği kadar büyük
olan tam doksandokuz dosya açılacak. Sonra ona şöyle diyecek:
"Bunlardan bir şeyi inkâr edebilir misin? Yazıcı
meleklerim sana haksızlık ettiler mi?"
"Hayır, ya Rabbi!" diyecek.
Allah, "Evet, katımızda senin sevabın vardır. Bugün
sana hiçbir haksızlık yapılmayacaktır," diyecek ve ona içinde "Eşhedü
en Lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resûlüh," yazılı
bir kâğıt çıkartacak ve "Haydi tartıya hazırlan!" diyecek.
"Ya Rabbi, bu kadar dosyanın yanında bu kâğıt neye
yarar ki?" der demez, kendisine şu söylenecek:
"Sen bugün haksızlığa uğratılmayacaksın."
Terazinin bir kefesine dosyalar, diğer kefesine de şehadet
kelimesi yazılı kâğıt konacak ve kâğıt, dosyalara ağır gelecektir. Zira,
Allahın ismini hiçbir şey tartamaz."
İbn Amr radıyallahu anh. Tirmizî.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"iman, Allaha, onun meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine, âhiret gününe inanman ve kadere iyisiyle kötüsüyle îman
etmendir."
İbn Yâmer radıyallahu anh. Müslim.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Yaptığın iyilik sebebiyle seviniyor ve yaptığın
kötülük sebebiyle üzülüyorsan, sen müminsin."
Ebû Ümâme radıyallahu anh. Taberânî.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Şu üç şeyi kendinde bulunduran îmanın tadını alır:
Allah ve Resûlünü herşeyden fazla seven. Bir kulu, başka bir maksatla değil de,
sadece Allah için seven. Allah tarafından küfürden kurtarıldıktan sonra, tekrar
küfre dönmeyi ateşe atılmak kadar çirkin ve korkunç gören."
Enes radıyallahu anh. Buhârî.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Üç şey îmandandır: Darlıkta sadaka vermek, herkese
selâmı yaymak, insafı gözetmek."
Ammar radıyallahu anh. Bezzâr.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kendisinde şu üç şey bulunan kişi, hem sevabı hak
etmiş, hem de îmanını tamamlamıştır: Dünyada yaşadığı güzel bir ahlâk,
kendisini Allahın yasaklarından uzaklaştıran verâ ve cahilin cehlinden alıkoyan
olgunluk."
Enes radıyallahu anh. Bezzâr.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Sizden biriniz, ben kendisine babasından, evladından
ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, tam îman etmiş olmaz."
Enes radıyallahu anh. Buhârî.
35. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Biriniz, kendisi için sevdiği bir şeyi, kardeşi için
de sevmedikçe, tam îman etmiş sayılmaz."
Enes radıyallahu anh. Buhârî.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Allah için seven, Allah için nefret eden, Allah için
veren, Allah için tutumlu olan, îmanını tamamlamıştır."
Ebû Ümâme radıyallahu anh. Ebû Dâvud.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Sabır, îmanın yarısı, kesinkes bilerek inanmak ise,
tümüdür."
Alkame radıyallahu anh. Taberânî.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Müminin işine şaşarım, çünkü onun işleri tamamen
hayırdır. Bu da ancak mümine özgüdür. Çünkü o, sevindirici bir şeyle
karşılaşınca şükreder, hayır olur. Zararlı ve üzücü bir şeyle karşılaşınca
sabreder, bu da hayır olur."
Suheyb radıyallahu anh. Müslim.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Birinizin içinde îman, elbisenin eskimesi gibi eskir.
Allahtan kalblerinizdeki îmanı yenilemesini dileyin!"
İbn Amr radıyallahu anh. Taberânî.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kişi zina ettiği zaman îman ondan çıkar, üzerinde bir
gölgelik gibi olur. Zinayı tamamen terkettiği zaman, îman tekrar ona döner.
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.
*. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kim, Allaha hiçbir şeyi ortak koşmadan ve haram kana
bulaşmadan ölürse, cennetin hangi kapısını dilerse oradan girdirilir."
Cerîr radıyallahu anh. Taberânî.
TEREDDÜTSÜZ İMAN ve ALLAH'A TAM GÜVEN (Yakîn ve Tevekkül)
75. Abdullah İbni Abbas radıyu anhümâ'dan rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
(Geçmiş) ümmetler bana gösterildi. Peygamber gördüm,
yanın-da üç-beş kişilik küçük bir grup vardı. Peygamber gördüm, yanında bir iki
kişi bulunuyordu. Ve peygamber gördüm, yanında kimsecikler yoktu. Bu arada
önüme büyük bir kalabalık çıktı. Kendi ümmetim sandım. Bana 'Bunlar Mûsâ'nın
ümmetidir, sen ufka bak!' dediler. Baktım; (çok) büyük bir karaltı. 'İşte
bunlar senin ümmetindir. İçlerinden hesapsız-azabsız cennete girecek yetmiş bin
kişi vardır' dediler.
(İbni Abbas diyor ki) Söz buraya gelince Peygamber
aleyhisselâm kalkıp evine gitti. Oradaki sahâbîler bu hesapsız-azabsız cennete
girecek yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında konuşmaya başladılar:
Kimileri, Bunlar peygamberin sohbetinde bulunanlar olmalıdır derken, kimileri,
Bunlar İslâm geldikten sonra doğup, şirki tanımamış olanlardır dediler. Daha
başka birçok görüş ileri sürenler oldu.
Onlar bu meseleyi tartışırken Peygamber aleyhisselâm
çıkageldi.
- Ne hakkında konuşuyorsunuz? diye sordu.
- Hesapsız-azabsız cennete gireceklerin kim oldukları
hakkında konuşuyoruz, dediler.
Bunun üzerine Nebi sallu aleyhi ve sellem:
- Onlar büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve
Rablerine güvenenlerdir buyurdu.
Ukkâşe İbni Mihsan yerinden fırladı ve:
- Beni de onlardan kılması için Allah'a dua et (Yâ Resûl)!
dedi.
Peygamber aleyhisselâm da:
- Sen onlardansın! buyurdu. Sonra bir başka kişi daha kalktı
ve:
- Beni de onlardan kılması için dua buyur, dedi.
Peygamber aleyhisselâm bu defa:
- Fırsatı değerlendirmekte Ukkâşe senden önce davrandı
buyurdu.
Buhârî, Tıb 1, Rikak 50, Libâs 18; Müslim, Îmân 374. Ayrıca
bk. Tirmizî, Kıyâmet 16
76. Yine Abdullah İbni Abbas radıyalluha anhümâ'dan rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallu aleyhi ve sellem şöyle söylemeyi itiyat
edinmişti:
Allah'ım! Sana teslim oldum, ben sana inandım, sana
dayandım. Yüzümü gönlümü sana çevirdim, senin yardımınla düşmanlara karşı
mücâdele ettim.
Allah'ım! Beni saptırmandan yine sana, senin büyüklüğüne
sığınırım, -ki senden başka ilah yoktur-. Ölmeyecek diri yalnız sensin. Cinler
ve insanlar ise, hep ölümlüdürler!
Müslim, Zikir 67. Ayrıca bk. Buhârî, Teheccüd 1, Tevhîd 7,
8, 24, 35; Müslim, Müsâfirîn 199; Ebû Dâvûd, Salât 119; Tirmizî, Daavât 29;
Nesâî, Kıyâmü'l-leyl 9; İbni Mâce, İkâmet 180
77. Yine Abdullah İbni Abbas radıyu anhümâ şöyle dedi:
Allah bize yeter, o ne güzel vekildir sözünü, ateşe
atıldığında İbrahim aleyhisselâm söylemiştir. Muhammed sallu aleyhi ve sellem
de bu sözü Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çaresine bakınız!
dediklerinde söylemiştir. Nitekim bu haber müslümanların imanını arttırmıştı ve
onlar hep birlikte Allah bize yeter, o ne güzel vekildir demişlerdi.
Buhârî'nin Abdullah İbni Abbas radıyu anhümâ'dan naklettiği
bir başka rivayette Abdullah şöyle demiştir:
Ateşe atıldığı zaman İbrahim aleyhisselâm'ın son sözü:
Allah bana yeter, o ne güzel vekildir demek olmuştur.
Buhârî, Tefsîrû sûre (3), 13
78. Ebû Hüreyre radıyu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî
sallu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Cennete girecek bir kısım insanlar vardır ki, onların
kalpleri kuş kalbi gibi (rakîk ve güven içinde)dir.
Müslim, Cennet 27. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II,
331
79. Câbir İbni Abdullah radıyu anh'den rivayet edildiğine
göre o, Nebi sallu aleyhi ve sellem ile birlikte Necid taraflarında bir gazvede
bulunmuştu. Dönüşte Resûlullah ile birlikteydi. Öğle vakti ağaçlık, çalılık bir
vadiye geldiklerinde Resûlullah sallu aleyhi ve sellem orada mola vermiş,
mücâhidler ağaçlar altında gölgelenmek üzere çevreye dağılmışlardı. Resûlullah
sallu aleyhi ve sellem ise, semure denilen sık yapraklı bir ağaç altında
istirahate çekilmiş kılıcını da ağaca asmıştı.
(Câbir dedi ki[img]images/smilies/smile.gif"
border="0" alt="" title="Smile"
class="inlineimg" /> birazcık (uyku) kestirmiştik ki,
Resûlullah'ın bizi çağırdığını işittik ve hemen yanına koştuk. Bir de baktık,
Resûlullah'ın yanında (müşriklerden) bir bedevi, Resûlullah sallu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
- Ben uyurken bu bedevi kılıcımı almış, uyandığımda kılıç
kınından sıyrılmış vaziyette bunun elindeydi. Bana:
- Seni benim elimden kim koruyup kurtaracak? dedi. Ben de üç
defa:
- Allah cevabını verdim.
(Câbir diyor ki) Resûlullah adamı cezalandırmamıştı, yanında
oturu-yordu.
Buhârî, Cihâd 84, 87, Meğâzî 31, 32; Müslim, Fezâil 13, 14,
Müsâfirîn 311
(Buhârî'deki) bir başka rivayette (bk. Meğâzî 31) Câbir
radıyu anh şöyle demiştir:
Resûlullah sallu aleyhi ve sellem ile birlikte zâtü'r-rikâ'
denilen gazvede bulunuyorduk. Gölgeli bir ağaç bulduğumuzda onu Resûlullah
sallu aleyhi ve sellem'e bırakmayı âdet edinmiştik. (Bu defa da öyle yaptık. )
Ancak müşriklerden bir adam gelerek Resûlullah'ın (ağaçta asılı olan) kılıcını
alıp çekmiş ve:
- Benden korkuyor musun? diye seslenmiş. Nebi sallu aleyhi
ve sellem:
- Hayır cevabını vermiş. Adam:
- Peki seni benim elimden kim kurtaracak? demiş. Resûlullah
sallu aleyhi ve sellem de
- Allah buyurmuştur.
Ebû Bekir el-İsmâîlî'nin Sahîhinde yer alan bir rivâyette
olayın bundan sonraki kısmı şöyle anlatılmaktadır:
Adam:
- Seni benim elimden kim kurtarır? dedi.
Nebi sallu aleyhi ve sellem:
- Allah cevabını verdi. Bunun üzerine adamın elinden kılıç
düştü. Resûlullah sallu aleyhi ve sellem kılıcı aldı ve:
- Peki şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? buyurdu.
Adam:
- İyi bir cezalandırıcı ol! dedi. Resûlullah sallu aleyhi ve
sellem:
- Allah'tan başka ilâh olmadığını ve benim Allah'ın elçisi
olduğu-mu kabul ve itiraf eder misin? dedi.
Adam:
- Hayır, kabul etmem. Ancak seninle çarpışmamaya, seninle
savaşacak herhangi bir topluluk içinde bulunmamaya söz veririm, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallu aleyhi ve sellem adamı
serbest bıraktı. O da arkadaşlarının yanına döndü ve onlara:
- En hayırlı kişinin yanından geliyorum, dedi.
80. Ömer İbnü'l-Hattâb radıyalluha anh'den rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim
demiştir:
Eğer siz Allah'a gereği gibi güvenseydiniz, (Allah), kuşları
doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak
çıktıkları halde akşam dolu kursaklarla dönerler.
Tirmizî Zühd 33. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 14
81. Ebû Ümâre Berâ İbni Âzib radıyu anhümâ'dan rivayet
edildiğine göre, Resûlullah sallu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- Ey falân! Yatağına yattığında şöyle dua et:
Allah'ım! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim.
İşimi sana ısmarladım, işimde sana güvendim. (Rızânı) isteyerek, (azâbından)
korkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka
sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.
Eğer bu duayı yapıp yattığın gece ölürsen, iman üzere
ölürsün, ölmez de sabaha çıkarsan hayra kavuşursun.
Buhârî, Vudû 75, Daavât 6; Müslim, Zikr 56-58. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Edeb 98.
Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde (gösterilen yerlerde) yine
Berâ İbni Âzib'den rivayet edildiğine göre Berâ, Resûlullah sallu aleyhi ve
sellem bana şöyle buyurdudemiştir:
- Yatağına yatacağın zaman, namaz kılmak için abdest alıyor
gibi abdest al, sonra sağ tarafına yat ve -yukarıdaki duayı aynen zikrederek-
böyle dua et! Sonra da şunu ilâve etti:
- En son sözün bu dua olsun!
82. Ebû Bekir es-Sıddîk, Abdullah İbni Osman İbni Âmir İbni
Ömer İbni Kâ'b İbni Sa'd İbni Teym İbni Mürre İbni Kâ'b İbni Lüey İbni Galib
el-Kureşî et-Teymî radıyu anh'den rivayet edildiğine göre -ki Allah
kendilerinden razı olsun, kendisi, babası ve annesi sahâbîdir- o şöyle
demiştir:
(Hicret yolculuğunda) biz Resûlullah ile mağaradayken,
tepemizde dolaşıp duran müşriklerin ayaklarını gördüm ve:
- Ey Allah'ın elçisi! Eğer şunlardan biri eğilip aşağıya
bakacak olsa mutlaka bizi görür, dedim. Resûlullah sallu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
- Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyor (ve
haklarında neler düşünüyor)sun, Ebû Bekr?
Buhârî, Tefsîru sûre (9), 9; Fezâilü'l-ashâb 2; Müslim,
Fezâilüs-sahâbe 1
83. Asıl adı Hind Binti Ebû Ümeyye Huzeyfe el-Mahzûmiyye
olan Ümmü Seleme radıyu anhâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallu aleyhi ve
sellem evinden çıkacağı zaman şöyle dua ederdi:
Allah'ın adıyla çıkıyorum, Allah'a güveniyorum. Allah'ım
sapmaktan, saptırılmaktan, kaymaktan kaydırılmaktan, haksızlık yapmaktan,
haksızlığa uğramaktan, câhilce davranmaktan ve câhillerin davranışlarına
muhatap olmaktan sana sığınırım.
Ebû Dâvûd, Edeb 103; Tirmizî, Daavât 34; İbni Mâce, Duâ 18
84. Enes radıyu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah
sallu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Kim, evinden çıkarken:
Allah'ın adıyla çıkıyor, Allah'a güveniyorum. Günahlardan
korunmaya güç yetirmek ve taate kuvvet bulmak, ancak Allah'ın tevfik ve
yardımıyladır derse kendisine:
Doğruya iletildin, ihtiyaçların karşılandı, düşmanlarından
korundun, diye cevap verilir. Şeytan da kendisinden uzaklaşır.
Ebû Dâvûd'un rivayetinde şu ilâve vardır:
Şeytan, diğer şeytana: Hidâyet edilmiş, ihtiyaçları
karşılanmış ve korunmuş kişiye sen ne yapabilirsin ki? der.
Ebû Dâvûd, Edeb 103; Tirmizî, Daavât 34
85. Enes radıyu anh şöyle dedi:
Nebî sallu aleyhi ve sellem zamanında iki kardeş vardı.
Bunlardan biri (ilim öğrenmek için) Peygamber sallu aleyhi ve sellem'e gelir,
diğeri de (geçimlerini temin için) çalışırdı. (Bir gün) çalışan kardeş, ötekini
Nebi sallu aleyhi ve sellem'e şikâyet etti. Peygamber aleyhisselâm da:
- Belki de sen, onun yüzünden iş buluyor,
rızıklandırılıyorsun buyurdu.
Tirmizî, Zühd 33
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken
dinlediğini anlatır:
“Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar.
Akşam olunca, yatıp uyumak üzere bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir
kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine:
- Yaptığınız iyilikleri anlatarak Allah’a dua etmekten başka
sizi bu kayadan hiçbir şey kurtaramaz, dediler.
İçlerinden biri söze başlayarak:
- Allahım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı.
Onlar yemeklerini yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime
bir şey yedirip içirmezdim.
Birgün hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım. Onlar
uyumadan önce de dönemedim.
Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama
götürdüğümde, baktım ki ikisi de uyumuş.
Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev
halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim.
Süt kabı elimde bütün gece şafak atana kadar başlarında
uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı.
Nihayet uyanıp sütlerini içtiler.
Rabbim! Şayet ben bunu senin rızânı kazanmak için yapmışsam,
şu kaya sıkıntısını başımızdan al! diye yalvardı.
Kaya biraz aralandı; fakat çıkılacak gibi değildi.
Bir diğeri söze başladı:
- Allahım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok
seviyordum. Ona sahip olmak istedim. Fakat o arzu etmedi.
Bir yıl kıtlık olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini
bana teslim etmek şartıyla ona yüzyirmi altın verdim. Kabul etti. Ona sahip
olacağım zaman bana dedi ki:
Allah’tan kork! Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde
etme!
En çok sevip arzu ettiğim o olduğu halde kendisinden
uzaklaştım. Verdiğim altınları da geri almadım.
Allahım! Eğer ben bu işi senin rızânı kazanmak için
yapmışsam, başımızdaki sıkıntıyı uzaklaştır, diye yalvardı.
Kaya biraz daha açıldı; fakat yine çıkılacak gibi değildi.
Üçüncü adam da:
- Allahım! Vaktiyle ben birçok işçi tuttum. Parasını almadan
giden biri dışında hepsinin ücretini verdim.
Ücretini almadan giden adamın parasını çalıştırdım.
Bu paradan büyük bir servet türedi.
Birgün bu adam çıkageldi.
Bana:
- Ey Allah kulu! Ücretimi ver, dedi.
Ben de ona:
- Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin
ücretinden türedi, dedim.
Adamcağız:
- Ey Allah kulu! Benimle alay etme, deyince, seninle alay
etmiyorum, diye cevap verdim.
Bunun üzerine o, geride bir tek şey bırakmadan hepsini önüne
katıp götürdü.
Rabbim! Eğer bu işi sırf senin rızânı kazanmak için
yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar, diye yalvardı.
Mağaranın ağzını tıkayan kaya iyice açıldı; onlar da çıkıp
gittiler.
(Buhârî, Büyû` 98, İcâre 12, Hars ve’l-müzârea 13, Enbiyâ’
53, Edeb 5; Müslim, Zikir 100)
Hz.İsa (a.s) :
Matta incilinde şu şekilde yazılmış: “Ve İsa sabahleyin
şehre dönerken acıktı. Yol kenarında bir incir ağacı görüp ona geldi; ancak
yapraktan başka bir şey onda bulamadı ve İsa ona dedi: Artık senden edebiyen
meyve çıkmasın. Ve incir ağacı hemen kurudu. Şakirtleri bunu görünce: İncir
ağacı hemen nasıl kurur! diyerek şaşırdılar. İsa cevap verip onlara dedi:
Doğrusu size derim. Eğer imanınız olup, şüphe etmezseniz,yalnız bu incir
ağacına olanı yapacak değilsiniz, fakat bu dağa; Kalk, denize atıl, derseniz, olacaktır.
Ve duada iman ederek her ne dilerseniz alacaksınız.” (Matta,Bab: 21/18-22)
Kefeniniz sizin Olsun
Bir ihtiyar… Ömrünün son demlerini yaşamakta…
Yolculukta…Azığı bitmiş. Aç. Susuz. Bir kasabaya geliyor. Camiye gidiyor… Hoş
geldin diyen yok, perişan haline bakıp bir ihtiyacın var mı diyen yok. Sadece
boş ve donuk gözlerle bakıyorlar… Akşam oluyor.. Namaz. Yatsı oluyor. Namaz.
Buyur eden yok. Tek başına camide. Allah’ ın evinde. Allah’ ın misafiri. O gece
ölüyor. Belki de açlıktan.
Sabah namazına gelen aynı insanlar. Yabancıya karşı
vazifelerini yapıyorlar. Yıkıyorlar, kefenliyorlar ve gömüyorlar.
Gömüldüğünün gecesi gene sabah namazı. O da ne; Mihrapta bir
kefen. Kefen. Bir kağıt. Kağıt boş değil. Bir yazı:
- Biz size bir misafir gönderdik. Hem yorgundu. Hem de aç.
Onu misafir etmediniz. Ne yedirdiniz ne de içirdiniz. Alın istemiyoruz.
Kefeniniz de sizin olsun!
İmanı Olmayanın Hayrı
Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) bir kış gününde bir mecûsînin
kuşlara yem dağıttığını görür ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:
- Sen hayır yapıyorum diye kendini boşuna aldatıyorsun.
Allah evvelâ îmanı farz kılmış, geri kalan hayır-hasenatı ondan sonra
emretmiştir. İman etmedikçe senin bu yaptığın iyilik Allah indinde makbule geçmez.
- Ben de biliyorum kabul olunmıyacağını. Fakat Allah bu
yaptığımı görmez, bilmez mi? dedi.
- Elbette görür ve bilir.
- Öyleyse o da bana yeter, der ve bildiğine devam eder.
Aradan zaman geçer. Cüneyd-i Bağdadî Hazretler bir hac
mevsiminde Mescid-i Haram’ı tavaf ederken bir adamın ellerini açmış Allaha
yalvarmakta olduğunu, hatta gözlerinden sel gibi yaşlar akıttığını görür. İyice
dikkat eder, o zatın karlı bir havada kuşlara yem veren mecûsî olduğunu anlar.
Tavaftan sonra yanına yaklaşıp hemen kollarından yakalar. Mecûsîde onu tanır ve
şöyle der:
- İşte Allah gördü ve bildi, deyip kelime-i şehadet getirip
ruhunu oracıkta teslim eder.
O anda Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) Allah tarafından şöyle hitap
olunur:
- Ya Cüneyd! Sen Beytimi arzu ederek geldin ona kavuştun. O
ise beni arzu ederek geldi bana kavuştu.
Iman Konusunda Ibretli Bir Olay ..
Meşhur alimlerden birisi bir beldeye uğramıştı. Yanında
birçok talebe ve halk olduğu halde bir ihtiyar ninenin yanından geçtiler.
İhtiyar nine kalabalığı görünce, oradaki birisine: "Bu kimdir, bu
kalabalık nedir?" diye sordu. Alimin talabelerinden birisi bunu duydu ve :
"Onu tanımıyor musun? O, Allahu Teala'nın varlığı
hakkında binbir tane delil ortaya koymuş bir alimdir." diye cevap verdi.
Nine gülerek: "Eğer onun Allah'ın varlığı hakkında binbir tane şüphesi
olmasaydı, binbir tane delile ihtiyacı olmazdı. Ben Yüce Allah'a delilsiz iman
ediyorum" dedi. Bu söz alime ulaştı, çok hoşuna gitti, ellerini açtı:
"Allahım! Senden şu ihtiyar kadının imanı gibi bir iman ve kalb safiyeti
istiyorum." diye dua etti. Etrafındakilere de: "Benim gibi araştırın,
ama bu nine gibi iman edin" tavsiyesinde bulundu.(Bkz: Edib el-Keylâni,
Şerhu Cevhereti't-Tevhid, l, 193.)
Bu iman ilahi sevgiye dayanır, taklit değildir, bizzat
tatmaktır. Allahu Teala bir kalbi sevgisiyle kendisine bağladığı zaman o kalp
başka bir delil aramaz. Yüce Rabbimizi tanımaya en büyük delil kendisidir. O
istemez ve gel kulum demezse, kim O'nu bulabilir? Buna ilahi hidayet ve inayet
delili denir. En sağlamı, en emini o delille hedefe varmaktır. Elbette iman
için aklın, hislerin ilmin ve araştırmanın bir yeri, değeri ve gereği vardır.
Allahu Teala akıllı kullarını muhatap almış ve onları kendisine davet etmiştir.
Ancak her akıl sahibi O'nu tanıyamamış, her araştırmacı O'na ulaşamamıştır.
Akıllı kul acizliğini anlayıp Yüce Rabbinden özel yardım istemelidir. Kulluğun
esası yüce makamda haddini bilmek ve samimi olarak dua etmektir.
Allahım! Yüce Zatından kalbimizin derinliklerine işleyen ve
bütün hayatımızı süsleyen bir iman istiyoruz. Rahmetini destek, sevgini bize
kuvvet yap. Kalbimizi saran kalın gaflet perdesini aşkının nuru ile aç, önümüzü
aydınlat, bize kudretinin tecellilerini göster; gönlümüzü kendine çek, Zat-ı
Barîne hayran et, yolunda sabit tut bizi Ya Rabbi.
Maşite hatunun imanı
Firavunun hazine işleriyle görevli bir veziri, bunun da
Maşite adında bir hanımı vardı. Firavunun kızının dadılığını yapıyordu. Kendisi
Musa aleyhisselamın dinine inandığı halde imanını gizliyor, ibadetlerini de
gizli yapıyordu.
Maşite hatun bir gün hamamda Firavunun kızının saçını
tararken, tarak yere düştü. Tarağı yerden gayri ihtiyari besmele çekerek aldı.
Firavunun kızı bu söze kızarak dedi ki:
-Ey dadı! Bu nasıl sözdür. Benim babamdan başka tanrı mı
vardır? Babamın adını değil de, bir başkasının adını nasıl söylersin?
-Evet yavrum Allah vardır. Hem yeri, göğü ve içindekileri
yoktan var eden, seni beni, babanı ve bütün varlıkları yaratan bir Allah
vardır.
Firavunun kızı bu sözlere daha da kızarak dedi ki:
-Seni babama şikayet edeceğim. Hak ettiğin cezaya
çarptırılacaksın.
Durumu babasına söyledi. Firavun Maşite hatuna dedi ki:
- Sen benden başka bir tanrıya inanıyormuşsun. Söyle, benden
başka yer yüzünde tanrı var mıdır?
- Ey Firavun sen de biliyorsun ki sen ilâh değil, âciz bir
kulsun. Seni de yaratan Allah'tır. Sen fânisin, yok olacaksın. Fakat Allah
ebedidir. Fâni değildir. Musa aleyhisselam da Onun Peygamberidir.
Bu sözlere çok kızan Firavun onu hemen öldürmektense, her
gün bir uzvunu keserek başkalarına da bir ders olmasını istedi. Önce
tırnaklarını çektirdi. Saçından tavana asıldı. Kamçılarla vücudundan kan
çıkıncaya kadar kırbaçlandı. Bunlara rağmen dininden dönmeyince, Firavunun kini
günden güne fazlalaşıyordu. Maşite hatunu bir ağaca bağlattı. Biri 5 yaşında,
diğeri de 5 aylık olan iki kız çocuğundan büyüğünü karşısına getirerek şöyle
söyledi:
-Ey Maşite, beni tanrı olarak kabul edersen seni serbest
bırakacağım.
Maşite, yavrusunun acıklı hâline, bir de Firavunun hâline
baktı. Sonra dedi ki:
- Ben ancak bir olan Allah'a inanıyorum.
Firavun eline geçirdiği bıçakla 5 yaşındaki yavrunun
gırtlağını annesinin gözü önünde kesti. Kanını da Maşite'nin ağzına yüzüne
sürdürdü. Sonra tekrar hiddetlenerek şöyle sordu:
- Söyle, benden başka tanrı var mıdır?
- Allah birdir, Allah'tan başka ilâh yoktur.
Bu sefer Firavun 5 aylık kundaktaki yavruyu getirmelerini
istedi. Getirilen yavruyu annesine yaklaştırdıklarında saatlerdir süt emmeyen
yavru, meme aramaya başladı.
Maşite hatun önceki yavrusunun uğratıldığı akıbetini
düşündü. İkinci yavrusunun da hunharca kesilmesine bir anne olarak
dayanamayacaktı, kararını verdi. Firavuna Rabbim sensin diyecek, fakat kalben
inanmayacaktı. Tam ''Rabbim sensin'' diyeceği sırada küçük yavru dile gelerek
dedi ki:
- Hayır anne, hayır! sabreyle! Rabbim sensin deme! İmanından
asla dönme. Firavuna inanma! Benim için, ablam için, senin için, Allah'ın
Cennette hazırlamış olduğu makamı görüyorum. O makamı, etrafında sana hizmet
etmek için pervane gibi dönen hurileri de görüyorum.
Firavun ve orada hazır olanlar bu sözü duydular. Tevbe
edeceklerine daha da hiddetlenen Firavun, 5 aylık yavruyu da hemen boğazlattı.
Fakat Maşite hatun ağlamıyor, gülüyordu. Kızının gördüklerini artık o da
görüyordu. Ölümünün bir an evvel gelmesini arzuluyordu. Firavun, kocasıyla
beraber Maşite hatunu ve yavrusunu kaynar kazanın içine attı. Fakat kini hâlâ
yatışmamıştı.
Mekke…
Yaşlı bir adam ve genç bir delikanlı bir köşede oturup
konuşmaktalar. Önlerinde iyi giyimli bir adam belirir. Genç olanın önüne bir
kese altın koyar.
Genç:
- Sağol, paraya ihtiyacım yok.
- Olsun, ben sana veriyorum, ister sen harca, ister fakirere
ver.
Genç fazla ısrar etmez. Keseyi alır hemen hepsini ihtiyacı
olduğunu bildiklerine dağıtır.
Yaşlı adam aynı akşam genci bir başkasından yardım isterken
görür ve sorar:
- Niçin o bir kese altından kendine ayırmadın?
Genç:
-Akşama kadar yaşayacağımdan emin olamam ki.
Terakki-i maneviye mani olan zinetten uzak kalmalı
Hoca, medresede ders verirken talebenin biri arasıra ayağa
kalkar. Hoca sebebini sorar.
Talebe:
-Efendim Hızır geliyor da ondan.
Hoca:
-Ben niçin görmem?
Talebe:
-Sorayım efendim, deyip tekrar geldiğinde sorar.
Hızır Aleyhisselam’ın:
-Hocan süsü ile çok uğraşıyor. Medreseye gelirken ayna
önünde, cübbe sarık şöyle mi yakıştı, böyle mi yakıştı, diye fazla meşgul
oluyor. Bu gibi haller manevi terakkiye manidir, buyurduğunu hocaya bildirdiği
günden itibaren, ayna karşısına geçmeyi terkedip, süslenmekten uzak kalan
hocaefendinin, sarığı eskiyip sallanmaya başladığından “Saçaklı Hoca” ismi
verilmiştir. (Rahmetullahi Aleyh.)
0 yorum:
Yorum Gönder