RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI'NDA MEHDİ
Her Yüzyıl Başında Bir Müceddid Gönderilmesi
Müceddid: Yenileyen, yenileyici. Hadislerle bildirilen ve her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre açıklamak üzere gönderilen büyük alim ve Peygamberimiz'in (s.a.v.) varisi olan zat.
Ashab-ı Kütüb-i Sitteden İmam-ı Hakim, "Müstedrek"inde ve Ebu Davud "Kitab-ı Sünen'inde; Beyhaki, "Şuab-ı İman"da tahriç buyurdular: "Her yüz senede Cenab-ı Hak bir müceddid-i din gönderiyor." Hadisi şerifine mazhar ve masadak ve müzhir-i tam olan Mevlana eşşehir kutbü'l-arifin, gavsü'l vasilin, varis-i Muhammedi, kamilü't-tarikatü'l-aliyye ve-l müceddidiyye Halid-i Zülcenaheyn Kuddise sırruhu ... (Barla Lahikası, s. 119)
Her yüzyıl başında bir müceddid (dini canlandıran, yenileyen) gönderileceğini Hz. Muhammed hadisleriyle biz inananlara müjdelemektedir. İnkarın, fuhuşun, sapkınlığın ve her türlü yozlaşmanın had safhaya ulaştığı hicri 1400 senesinde (1979-1980) yani hicri 14. asrın başında da hadisin haber verdiği gibi bir müceddidin, bir kurtarıcının gönderilmesi gerekmektedir. Bu da hadislerin ve din alimlerinin yorumlarına göre, İslam aleminin 1400 senedir beklediği Mehdi'dir.
Her yüz sene başında bu ümmetin uleması arasından bir müceddid gelecek ve şeriatı ihya edecektir. Bilhassa, aradan bin sene geçtikten sonra… Zira, böyle aradan bin senenin geçtiği vakit, geçen ümmetlerde ulül'azm bir peygamberin geldiği vakittir. (Mektubat-ı Rabbani, 1/520)
Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre; Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş: Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz sene başında şu ümmetin dinini bidatten ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) bir zatı gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)
Mehdi Hicri 14. Asırda Gelecektir
Ta ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahibleri, yani Mehdi ve şakirtleri, Cenab-ı Hakk'ın izniyle gelir, o daireyi genişlendirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah'a şükrederiz. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 138-Kastamonu Lahikası, s. 72)
Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten işittim ki; o zat, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş ve kanaatı gelmiş ki; "Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid'atlar zulümatını dağıtacak." Ben, böyle bir nurun zuhuruna umutla bekledim ve bekliyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsi çiçeklere zemin hazır etmek lazım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nurani zatlara zemin izhar ediyoruz... (Sikke-i Tasdik-i Gaybi s. 189 Mektubat s. 345)
O ileride gelecek acib şahsın bir hizmetkarı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı ve o büyük kumandının pişdar bir neferi olduğunu zannediyorum. (Barla Lahikası, s. 162)
Bediüzzaman yukarıdaki açıklamalarında; yaptığı çalışmalarla Mehdi'ye uygun ortam hazırladığını ve Mehdi geldiğinde kendisinin vefat etmiş olacağını, Mehdi'nin hizmetlerini kendi kabrinden seyredeceğini ifade etmektedir.
Risale-i Nur Külliyat'ında, Mehdi'nin mücadele ve hakimiyet devreleri ile ilgili verilen ebcedler şu şekildedir:
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. (Tevbe Suresi, 32)
Yukarıdaki ayette geçen "Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor" cümlesi hakkında Bediüzzaman hazretleri şöyle demektedir.
Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli (Arapçada bir harfin iki kez okunması) "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin Şakirdleri olabilir. (Şualar, s. 605)
Bu ayetin ebced değeri ile (1424-Miladi: 2004) Mehdi önderliğinde İslamın Dünya hakimiyeti devrelerine dikkat çekilmektedir.
"... inkar edenlerin velileri ise tağut'tur..." (Bakara Suresi, 257)
ayetindeki "tağut" (küfrün fikir sistemi ) kelimesinin kendi içinde çöküş ve yıkılış tarihini de Bediüzzaman (ebced değerini) 1417 (miladi 1995) olarak vermektedir.
Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar var ki, herşey'i kendi hesabına aldığı için, faraza hakiki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zat dahi bu zamanda gelse, harekatını o cereyanlara değiştirecek diye tahmin ediyorum. (Kastamonu Lahikası, s. 57)
Bediüzzaman Said Nursi, "hakiki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zat" diyerek Mehdi'nin henüz gelmediğini, Müslümanlar tarafından beklendiğini ve kendi yaşadığı devirden bir asır sonra geleceğini bildirmektedir. Bediüzzaman hicri 13. asırda yaşamıştır. Kendisinden sonra gelecek asır Hicri 14. asırdır. Bu asır Mehdi'nin çıkış zamanıdır.
"İşte bu hakikatı bilmeyen insafsız derler ki: "Ahiretin tafsilatını ders alan müteyakkız (uyanmış, tetikte) kalbli, keskin nazarlı olan sahabelerin fikirleri niçin bin sene hakikattan uzak olarak fikirleri düşmüş gibi, istikbal-i dünyevide bin dörtyüz sene sonra gelecek bir hakikatı asırlarında karib (yakın) zannetmişler?" (Sözler, s. 318)
"1400 sene sonra gelecek bir hakikatı"
Burada ne 1373, ne 1378, ne de 1398 denmemiş, tam 1400 denmiştir. Yani Hicri 14. yüzyıl. Hicri 1400 yılı İslam toplumlarının başsız kaldığı, fuhuşun, azgınlığın, inkarın son safhaya ulaştığı, Müslümanların maddi ve manevi büyük kayıplara uğradığı bir yüzyıl başlangıcıdır. Madem her yüzyıl başında bir müceddid (dini yenileyen, dini bidatlerden, sapmalardan önleyen bir kişi) gönderilmiş, demek ki bu ümmetin fesadı zamanında da bunu dağıtacak, küfrü yok edecek, Müslümanların birleşmesine sebep olacak bir müceddidin gelmesi gerekmektedir. Bu da Müslümanların 1400 senedir beklediği Hz. Mehdi'dir.
Bediüzzaman Said Nursi'nin Şam Hutbesi
Bediüzzaman Hicri 1327'de Şam'da Emevi Camii'nde onbin kişilik bir cemaate verdiği hutbesinde, 1371'den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapmakta, ahir zamandan çeşitli tarihler vererek, beklenen Mehdi'nin mücadele zamanlarına ve sonunda onları yeneceği tarihe dikkat çekmektedir:
Ta 1371 senesinden sonraki alem-i İslamın mukadderatına nazar eden Hutbe-i Şamiyedeki hakikatlar...
Evet şimdi olmasa da otuz-kırk sene sonra fen ve hakiki marifet ve medeniyetin güzelliklerini o üç kuvveti tam techiz edip, cihazatını verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için gerçekleri araştırma isteğini ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş, inşaallah yarım asır (elli yıl) sonra onları darmadağın edecek. Hutbe-i Şamiye, s. 25
Yetmiş birde fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu, fecr-i kazib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak. (Hutbe-i Şamiye, s. 23)
1371 + 30 = 1401 (Miladi 1981)
1371 + 40 = 1411 (Miladi 1991)
1371 + 50 = 1421 (Miladi 2001)
Bediüzzaman Hicri 1400 yılı başlarında Mehdinin inkarcılarla mücadele zamanına 1401-1411 = 1981 -1991 yılları arası - fen, hüner, sanat ve medeniyetin iyiliklerini birleştirip bunları yeneceği, darmadağın edeceği tarihe (1421=2001) dikkat çekiyor.
Fecir: Tan yerinin ağarması, güneş doğmadan önceki kızıllık, sabah vakti
Fecr-i Kazib: Sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan birinci kızıllık.
Fecr-i Sadık: Fecr-i Kazib'ten sonra yayılmaya başlayan ikinci aydınlanma,
1371 + 30 = 1401 = 1981
1371 + 40 = 1411 = 1991
Bediüzzaman İslam'ın dünyaya tekrar hakim olmasını güneşin doğuşuna benzetmektedir. Güneşin battıktan sonra ertesi gün yeniden doğması gibi, İslam'ın da dünya üzerinde tekrar doğup parlayacağına bu benzetmeyle işaret ediyor olabilir. Fecr-i Kazib ve Fecr-i Sadık ifadeleriyle bu doğuşun başlangıç yıllarına dikkat çekilmiştir. Buna göre zulmün, karanlığın dağıtılmaya başlaması 1981-1991 yıllarında, tam anlamıyla susturulup dağıtılması ise 2001 yılında tamamlanacaktır.
Mehdi Liderliğinde İslam Ahlakı Dünyaya Hakim Olacaktır
El cevap: Cenab-ı Hakk; kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslamiyetin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zişan veya bir kutb-u a'zam veya bir mürşid'i ekmel veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zatları göndermiş; fesadı izale edip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmediye (A.S.M)'yi muhafaza etmiş. Madem adeti öyle cereyan ediyor, ahir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hakim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u azam olarak bir zat-ı nuraniyi gönderecek ve o zat da, ehl-i beyt-i Nebeviden olacaktır. Cenab-ı Hakk, bir dakika zarfında beyn-es-sema vel-arz alemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yazmevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadir-i Zülcelal; Mehdi ile de, alem-i İslam'ın zulümatını dağıtabilir.
Ve va'detmiştir, va'dini elbette yapacaktır. Kudret-i İlahiye noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer daire-i esbab ve hikmet-i Rabbaniye noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve vukua layıktır ki; 'Eğer muhbir-i Sadık'tan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lazım gelir. Ve olacaktır' diye ehl-i tefekkür hükmeder. (Mektubat, s. 411-412)
Ahir zamanın EN BÜYÜK FESADI Karışıklık, zulüm.
En büyük bir müçtehid İhtiyaç hasıl olduğunda ayet ve hadislerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderi.
Hem en büyük bir müceddid Dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre izah etmek üzere gönderilen büyük alim ve Hz. Muhammedin varisi olan zat.
Hem Hakim Haklı ve haksızı ayırıp, adalet üzere hükmeden devleti idare eden.
Hem Mehdi Hidayete vesile olan.
Hem Mürşid Doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran
Hem Kutb-u azam olan Birçok Müslümanın kendisine bağlandığı, zamanın en büyük yol göstericisi
BİR ZAT-I NURANİ gönderecek O ZAT ehl-i Beyt-i Nebevi'den olacaktır. Peygamberimiz'in (s.a.v.) soyundan olacaktır
Bediüzzaman, ahir zamanın EN BÜYÜK FESADI zamanında Peygamberimiz'in soyundan bu fesadı dağıtacak TEK BİR ŞAHSIN, BİR ZAT-I NURANİNİN (Nurani bir şahsın) İslam alemindeki bu karanlığı dağıtacağını bildirmiş ve bunun kıştan sonra baharın gelmesi gibi Allah'ın kanununa uygun olduğunu, bunun da Allah'ın gücü dahilinde olduğunu belirtmiştir.
Rivayetlerde, ahir zamanın alametlerinden olan ve al-i beyt-i nebeviden (Peygamberimiz'in ailesinden) Hazret-i Mehdi'nin hakkında ayrı ayrı haberler var. Hatta bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velayet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.
Allahu a'lem bissavab, bu ayrı ayrı rivayetlerin bir te'vili şudur ki: Büyük Mehdi'nin çok vazifeleri var. Ve siyaset aleminde, diyanet aleminde, saltanat aleminde, cihad alemindeki çok dairelerde icraatları olduğu gibi, her bir asır me'yusiyet vaktinde, kuvve-i maneviyesini te'yid edecek bir nevi Mehdi'ye veyahut Mehdi'nin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan; rahmet-i ilahiyye ile her devirde belki her asırda bir nevi Mehdi al-i beyt-ten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş. Mesela: Nakşibend ve aktab-ı erbaa ve oniki imam gibi büyük Mehdi'nin bir kısım vazifelerini icra eden zatlar dahi, Mehdi hakkında gelen rivayetlerde, medar-ı nazar Muhammed Aleyhissalatü Vesselam olduğundan - rivayetler ihtilaf ederek, bir kısım ehl-i hakikat demiş: "Eskide çıkmış." Her ne ise...
Evet yüzer kudsi kahramanları yetiştiren ve binler manevi kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-ı Kur'aniyenin mayası ile ve imanın nuriyle ve İslamiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden a-li beyt, elbette ahir zamanda şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi (Kuran'ı Kerim'in esası) ve sünnet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) ihya (yeniden canlandırma) ile, ilan ve icra ile, başkumandanları olan "Büyük Mehdi"nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır (gerekliliğidir)..." (Şualar, s. 456 )
Bediüzzaman, Müslümanların ümitsizlik içine düştükleri her asırda, manevi kuvvetlerini desteklemek, şevklerini-mücahede güçlerini artırmak için bir nevi Mehdi manasında (müceddid) gönderildiğini ve bu şahısların, ahir zamanda gelmesi beklenen Büyük Mehdi'nin vazifelerinden sadece bir kısmını yaptıklarını söylemiştir.
Ahir zamanda beklenen Büyük Mehdi'nin de çıktığı zaman Peygamber Efendimiz'in gösterdiği yola uyacağını, Kuran'ı Kerim'in, iman delillerini anlatarak insanların imanını güçlendireceğini, bunları açıkça bütün dünyaya göstereceğini ve herkese duyuracağını haber vermiştir.
Peygamber Efendimiz'in hadislerinde işaret edilen alametlerin büyük çoğunluğunun gerçekleşmiş olması, birçok İslam aliminin ve Bediüzzamanın izahlarında da belirtilmiş olması tek bir gerçeği göstermektedir: İnşallah hicri 14. asırda, yani içinde bulunduğumuz asırda Hz. Mehdi'nin liderliğinde İslam ahlakı dünyaya hakim olacak ve bütün dünya bunu tastik edecektir. (En iyisini Allah bilir.)
Mehdi'nin Üç Büyük Vazifesi
Birincisi: Çok def'a mektuplarımda işaret ettiğim gibi, "Mehdi Al-i Resulün temsil ettiği kudsi cemaatinin şahs-ı manevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cem'iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i ilahiyyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşey'i bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdinin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevi ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman, Mehdi'nin üç vazifesi olacağını bildirmiştir.
…Fen ve felsefenin tasallutiyle (tesiriyle) ve maddiyyun (maddecilik) ve tabiiyyun (Tabiatçılık inancının) beşer içinde intişar etmesiyle (yayılmasıyla) herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini (maddeci düşünceyi) tam susturacak.
Bediüzzaman burada Mehdi'nin birinci ve en önemli vazifesinin, Allahın varlığını inkar eden materyalist felsefeyi tam anlamıyla ortadan kaldırmak olduğunu söylemektedir.
...Mehdi'nin o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife (grup) bir cihette (bir yönüyle) görecek. O zat (Mehdi) o grubun uzun tasdikatı (araştırmaları) ile yazdıkları eserleri kendine hazır bir program yapacak. Onun ile o birinci vazifesini tam yapmış olacak.
Bediüzzaman burada Mehdi'nin en önemli vazifesi olan materyalist felsefeyi sustururken vaktinin olmayacağını, talebelerinin geniş araştırmalar sonucu hazırlamış olduğu eserleri kendisine program olarak seçeceğini, onlardan faydalanacağını bildirmektedir.
Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevi ordusu, yalnız ihlas, sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirdleridir (talebeleridir). Ne kadar da az olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'ye birinci vazifesinde yardımcı olan talebelerinin; ihlas, sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olduklarını, sayılarının çok az olmasına rağmen, yaptıkları çalışmalarından dolayı bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli olduklarını haber vermektedir.
İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M) ünvanı ile şeair-i İslamiyeyi ihya etmektir. Alem-i İslamın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve manevi tehlikelerden ve gabad-ı İlahiden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-ı istinadı ve hadimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lazımdır. (Emirdağ Lahikası, s. 259)
Hz. Mehdi (a.r)'in ikinci vazifesi ise,
Hilafet-i Muhammediyye (Peygamberimiz'in yerine halife) ünvanı ile şeair-i İslamiyeyi (islamın adetlerini) ihya etmek yani yeniden canlandırmaktır.
Hz. Mehdi şu anda çeşitli gruplar halinde dağınık olan Müslümanları birleştirip, lider olarak başlarına geçecek, İslamın emirlerini canlandıracak, dine sonradan sokulan yanlış uygulamaları kaldıracaktır.
Üçüncü Vazifesi: İnkilabat-ı zamaniye ile çok ahkam-ı Kur'aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M) kanunları bir derece ta'tile uğramasıyla O zat, bütün ehl-i imanın manevi yardımlarıyla ve ittihad-ı İslamın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Al-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakar seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmaya çalışır. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesinin zamanın değişip, inkarın hakim olmasıyla zedelenen birçok Kuran hükmünü ve belirli bir süre ertelenen Kuran ahlakını, Müslümanların ve Peygamberimiz'in soyundan gelen seyitler cemaatinin yardımıyla yeniden canlandırmak ve uygulamak olduğunu bildirmektedir.
Birincisi: Ahirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller, fakat hilafet-i Muhammediye (A.S.M) ve ittihad-ı İslam ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı islamiyeyi sürmek cihetinde herkesde, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkarında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor; ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset manasını ihsas eder, belki de hodfüruşluk manasını hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskiden beri ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar Mehdi olacağım diye dava ederler. Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş, fakat herbiri üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibarıyle, ahir zamanın Büyük Mehdi ünvanını almamışlar. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman geçmiş asırlarda gelen müceddidlerin yukarıda sayılan üç vazifeden yalnızca birisini yaptıklarını ve bu sebeple ahir zamanın büyük Mehdi'si ünvanını almadıklarını bildirmiştir.
Fakat ahir zamanda gelecek olan Büyük Mehdinin bu üç vazifenin tamamını eksiksiz yapacağı için bu ünvanı alacağını haber vermiştir. Sonuç olarak ahir zamanda gelecek olan Mehdi insanların imanının kurtulmasına vesile olacak, materyalist felsefeyi tamamen çürütecek, mevcut devletin talebi ile lider olarak başa geçip, Kuran ahlakını tüm insanlara tebliğ edecektir.
Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahkikiyi neşr ve ehl-i imanı dalaletten kurtarmak.
O zatın ikinci vazifesi, Şeriatı icra ve tatbik etmektedir. Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlas ve sadakatle olduğu halde bu ikinci vazife gayet büyük maddi bir kuvvet bir hakimiyet lazım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
O zatın üçüncü vazifesi, Hilafet-i İslamiyeyi İttihad-ı İslama bina ederek, İsevi ruhanileriyle ittifak edip din-i İslama hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakarlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şa'şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avamın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman burada da, ahir zamanda gelecek olan Mehdinin üç büyük vazifesinin olacağını söylemiştir. Bunlardan en önemlisinin imana ait bütün meseleleri ihlasla, sadakatle yaygınlaştırmak, ehl-i imanı sapmalardan, uzaklaşmalardan kurtarmak, ikinci vazifesinin Kuranı uygulamak, üçüncü vazifesinin de bütün İslami güçleri birleştirip, tüm dünyayı kötülüklerden, inkardan temizlemek olduğunu bildirmiştir.
Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-ı imaniyyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor. Rivayat-ı hadisiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanı hakaikdeki tecdid itibariyledir. Fakat, efkar-ı ammede, hayat-perest insanların nazarında zahiren geniş ve hakimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslamiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile, o nokta-i nazardan bakıyorlar, mana veriyorlar. Hem bu üç vezaifin birden bir şahısda, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi pek uzak, adeta kabil görülmüyor. Ahir zamanda, Al-i Beyt-i Nebevi'nin (A.S.M.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdi'de ve cemaatindeki şahs-ı manevide ancak içtima edebilir. (Kastamonu Lahikası, s. 139) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 156)
Bediüzzaman kendi yaşadığı devirde bütün bu vazifenin icrasının BİR ŞAHISTA veya bir cemaatte bulunmasının imkansız olduğunu ve bunların tamamını ancak ahir zamanda gelecek Mehdi ve onun cemaatinin yapacağını da haber vermiştir.
Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakiki beklenilen o zat dahi bu zamanda gelse, harekatını o cerayanlara kaptırmamak için siyaset alemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek, diye tahmin ediyorum.
Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en azamı, iman mes'elesidir. Fakat şimdi umumun nazarında ve hal-i alem ilcaatında en mühim mes'ele, hayat ve şeriat göründüğünden, o zat şimdi olsa da, üç mes'eleyi birden umum rüy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev'i beşerdeki cari olan adetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en azim mes'eleyi esas yapıp, ötesi mes'eleleri esas yapmıyacak, ta ki iman hizmeti, safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında o hizmet başka maksadlara alet olmadığı tahakkuk etsin. Kastamonu Lahikası, 57 Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 43
"faraza hakiki BEKLENEN O ZAT" dahi bu zamanda gelse;
Bediüzzaman hazretleri, burada Mehdi'nin henüz gelmediğini ifade ederek, kendi yaşadığı devirde Müslümanların imani meselelerinin henüz halledilmediğini, Mehdi'nin gelmesi için ortamın uygun olmadığını ve beklenen zatın o zaman da gelse imani meselelerin halledilmesi için çalışacağını, kendisinin bu meseleler üzerine çalışarak Mehdi'ye ortam hazırladığını belirtmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi'nin daha evvelki izahlarında da belirttiği gibi, Hz. Mehdi önce, en azim ve en büyük mesele olan iman konusunu halledip, insanların imanının kurtulmasına vesile olacaktır. Birinci mesele hallolduktan sonra diğer iki vazifesini de yapıp, bu üç önemli vazifeyi tamamlamış olacaktır.