2 Ocak 2015 Cuma

Hz. Muhammed(s.a.v) Çanakkale'de

Allah bizimledir

Resûlullah (s.a.v)  Çanakkale'deki asker evlâtlarinin yardimina gitmisti.

Tarihler 1928 yilini göstermektedir. Osmanlinin son devir âlimlerinden ilmi ile amil Alasonyali Cemal Ögüt Hocaefendi hacca gider. Cumhuriyet yeni kurulmus hizli bir degisim yasaniyor Çanakkale savasinin üzerinden de on yili askin bir zaman geçmistir. 

Cemal Ögüt Hocaefendi Mekke'deki vazifesinin tamamladiktan sonra Medine'ye gider. Medine'de her zamankinden fazla kalir. Bu esnada Osmanli cografyasinin degisik bölgelerinden gelen hacilarla istisarelerde bulunur. Osmanli devleti yikilmistir Osmanli'dan geri kalan topraklarin büyük çogunlugu ya isgal altindadir ya da sömürge durumuna düsmüstür. 

Cemal Ögüt Hocaefendi vaktinin çogunlugunu Mescid–i Nebevî'de geçirir. Bu arada Efendimizin türbesindeki görevlilerle yakinlik hâsil olur. Hiçbir dünyalik beklemeden sadece Resûlullah'a sevgi ve muhabbetinden dolayi türbeye hizmet eden bu güzel insan da Cemal Ögüt Hocaefendiye yakinlik duyar ve güzel bir dostluk kurulmus olur. 

Cemal Ögüt Hocaefendi türbedarla yaptigi sohbetlerde bir sey dikkatini çeker. Türbedar Osmanli devletine son derece baglidir hatta o kadar ki Osmanli adi geçtigi yerde muhakkak bir hürmet ifadesi belirtisi gösteriyordu. Bu nuranî ihtiyarin Osmanli'ya bu derece bagli ve hürmetli olmasi Cemal Ögüt Hocaefendinin merakimi celbeder bir gün sorar:

"Sizde Osmanli'ya karsi derin bir sevgi ve muhabbet görüyorum bunun özel bir sebebi var mi?" Nurani ihtiyar derin bir düsünceye daldi kisa süre sonra basini kaldirdi ve söyle dedi:

"Allah ve Resûl'ünün muhabbeti Osmanli'yi sevmemi gerektirir." Cemal Ögüt Hocaefendi bu açiklamadan pek bir sey anlamaz. Anlamadigi da zaten yüz hatlarindan anlasilmistir. Türbedar pek fazla bilgi vermek niyetinde degildir ancak Cemal Ögüt Hocaefendi bir seylerin oldugunu anlar ve israr eder. Nur yüzlü ihtiyar anlatmaya devam eder:

"Osmanli'yi sevmem için su anlatacagim hâdise yeter de artar bile."

1915 senesinde Medine'de basindan geçen bir hâdiseyi söyle anlatir.

1915 yilinin hac mevsimi idi. Her hac mevsiminde oldugu gibi dört bir yandan mü'minler geliyordu bu gelenlerin içinde Hindistan ulemâsindan âlim zahit kesfi açik gerçek bir Allah dostu da bulunuyordu. Bu Allah dostu ile sizinle oldugu gibi yakinlik olustu sohbetine katildik. O kadar güzel sohbetleri oluyordu ki kendi agliyordu dinleyenleri de aglatiyordu. O zamanlar Osmanli'nin çok sikintida oldugu zamanlardi ehl–i küffar Islâm'a karsi saldiriya geçmis Payitahtta Çanakkale Bogazi'nda büyük savas oluyordu. 

Hindistanli âlimde bir sey dikkatimi çekmisti sohbetlerinde agliyor namazlarinda agliyor yolda yürürken bile gözünden yas eksik olmuyordu. Aglamadigi zamanlar bile devamli hüzünlü idi. Merakim artikça arti ve bir gün kendisine bunun sebebini sordum:

"Efendi! Bu mübarek yerdesin gözün gönlün açilacagi yerde devamli agliyorsun aglamadigin zamanlarda yüzünde hüzün var bunun sebebi hikmeti nedir?" Beni yayina oturttu gözlerindeki yas damlalari daha da hizlanarak akmaya basladi. Sonra yaslarini sildikten sonra bana dedi ki:

"Ben uzun yillarin hasreti ile çok uzaklardan buralara geldim. Ben Kâinatin Efendisi'nin kokusunu ruhaniyetini Hindistan'dan alirdim. Simdi buralara geldim Efendimin kabr–i serifi basindayim ama Hindistan'da aldigim feyiz ve nuranîligi burada bulamadim. Bu ne hâldir diye düsünüyorum acaba bir günah mi isledim bir suçum mu var? Efendim benim üzerimden himmetini çekti mi? Ya da Efendim burada degil burada olsa onu hisseder onun ruhaniyetinden bereketlenirdim. Bu hâl beni perisan etti… Aglamamin sebebi budur." 

Türbedar bu Allah dostunu dikkatle dinledi ancak o da bu ise ne bir yorum getirebildi ne de bir sey diyebildi. Ancak nur yüzlü türbedarin da kafasi karismisti. Bu Hindistanli âlimin yalan söyleme abarti yapma gibi bir durumu söz konusunu degildi. Son derece samimî bir hâl içindedir. Hindistanli âlimin söylediklerine yabanci degildi. Her hac mevsiminde degisik bölgelerden gelen Allah dostlari ile karsilasir onlari Allah Resûlü'nün ruhaniyeti ile nasil baglantilar kurduklarini bilirdi. Bu Hindli âlim de onlardan biri idi türbedarin bunda zerre süphesi yoktu. Peki bu âlimin söyledikleri nasil açiklanacakti?

Yasli türbedar gündüz dinlediklerinin etkisinde kalmisti gece yatagina yattiginda da kafasindaki soru isaretleri gitmemisti. 

Sabah namazina kalkmadan önce türbedar bir rüya görür. Rüyasinda Kâinatin Efendisini görür. Nur yüzlü türbedar edebinden Efendimize bir sey soramaz. Dün yasananlar aklina gelir bir sey diyemez. Türbedarin düsüncelerine Kâinatin Efendisi cevap verir:

"O kardesimin hissettigi dogrudur. Ben her zamanki makamimda degilim birkaç zamandir Çanakkale'deyim… Çok zor durumda bulunan kardeslerimi yalniz birakmaya gönlüm razi olmadi. Onlara yardim ediyorum…"

Hindistanli âlim Allah dostunun vaziyeti anlasilmisti. Burada akla söyle bir soru gelebilir: Efendimiz bulundugu makam itibariyle bir anda birden çok yerde bulunamaz mi? Elbette bulunur basta Hizir Aleyhisselâm'in ve Allah'in veli kullarinin bulundugu gibi. Buradaki hâdise birine gösterirler ondan da herkese duyururlar mahiyetindedir. 

Yetis ya Muhammed Kur-an’in elden gidiyor!

Çanakkale en zorlu günlerinden birini geçiriyor. Küffar ordusunun askerleri ilk defa karaya ayak basmistir ellerindeki üstün silah ve teçhizatla saldiriya geçerler. O zamanlar Osmanli'nin müttefiki olan Almanya ordusuna mensup bazi subaylar da cephede bulunmaktadir. Simdi bu subaylardan birine kulak verelim. 

Alman Subay Sanders anlatiyor:

Çok dehsetli bir saldiri karsisinda kalmistik. Karaya çikan Ingiliz askerlerini gemiden top atislari ve makineli tüfekler destekliyordu. Bulundugumuz siperlerden degil hareket etmek en küçük bir hareket belirtisi bile onlarca mermiyi hemen o hareket noktasina çekiyordu. 
Mevzilerden elini kaldiranin eli migferini kaldiranin migferi parçalaniyordu. Böyle bir saganak altinda çaresizlik içinde beklemekten baska bir sey yapamiyorduk. 

Bu sekilde ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Birden bulundugum yerden yaklasik on bes metre uzagimizdan korkunç bir ses geldi. Sesle birlikte bir Türk askeri siperden kalkti düsmana dogru kosmaya basladi. Hem kosuyor hem kollarini saga sola salliyor hem de sesi çiktigi kadar bagiriyordu. Yanimda bulunan tercümanima dedim ki:

–Su kosan asker ne diyor? 
–Komutanim! "Yetis ya Muhammed Kitabin elden gidiyor!" diye bagiriyor. 




   Böyle bir manzarayi tarih görmemistir. Asker sanki üzüm toplar gibi düsman mermilerini elleriyle topluyordu. Onu gören diger askerler de siperlerinden hareketlendi ve o anda çok çetin bir savas basladi.



 Kisa zaman sonra karaya çikan Ingiliz birliginden geriye yerde yatan asker cesetlerinden baska bir sey görünmüyordu.


Kahramanlar / Nusret Mayın Gemisi ve Cevat Paşa’nın rüyası

   İtilaf devletlerinin Çanakkale ve İstanbul boğazlarını açmak için teşkil ettikleri İngiliz ve Fransız filolarından müteşekkil büyük armada, 17 Mart akşamı Karanlık Umanı çevresinde son bir defa daha yaptırdığı mayın taraması ile emniyet hissi ve ertesi gün kazanmayı düşündükleri zaferin tatlı hayalleriyle uykuya dalarlar. Oysa uyumayan birileri vardır. Saat gecenin bir buçuğunu gösterdiği zamanda 360 tonluk eski bir tekne olan Nusret Mayın Gemisi bütün ışıklarını karartmış, ağır ağır, Rumeli kıyısını çok yakından takip ederek sessizce Boğaz’dan aşağıya doğru inmektedir.


   Gemi kumandanı Yüzbaşı Hakkı Bey, aldığı emir gereği çok rizikolu bir işe girişmiştir. Sisli ve yağmurlu havanın görüş alanını çok azaltmasından faydalanan Hakkı Bey, duman çıkarmaması için makinelerinin dakika devrini l40’da tutmak şartıyla her 15 saniyede bir mayın olmak üzere poyraz lodos yönünden 26 adet Türk yapımı mayını bu bölgeye döktürür.

Böyle bir plan nereden çıkmıştır?

  Müstahkem Mevki Komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa bir gece çok enteresan bir rüya görür. Rüyasında kulağında yankılanan ses şöyle demektedir: “... Deniz üzerine bak! Denize doğru nazar eden Cevat Paşa dalgalar arasında çiçeklerle bezenmiş pırıl pırıl “Kef” ve “Vav” harflerini görür. Heyecanla uyanan Cevat Paşa, rüyaya bir anlam veremez.

  O sırada Seddülbahir, Ertuğrul, Kumkale, Orhaniye istihkam ve bataryaları düşmanın çok üstün sayıda ve taretler içinde korunmuş çabuk ateşli ve büyük çaplı gemilerin acımasız saldırısı karşısında çoktan susmuş, moloz ve toprak yığını haline geldiğinden savaş dışı kalmıştır.

   Tenger, Soğanlıdere ve Baykuş bataryalarını takviye ettirmek için teftişe çıkan Cevat Paşa, Kilitbahir’den istimbota binerken yedi yıl önce veremden ölen kızı Bedile Hanım’ı hatırlar. Kabri büyük veli Ahmed Cahidi Sultan’ın türbesinin haziresindedir. Az sonra onun mezarı başına geldiğinde rüyasındaki sesi burada da duyar; şöyle demektedir lahuti ses: “... Cevat, depolardaki 26 mayını denize döşe”. Cevat Paşa, korku ve şaşkınlık içinde bocalarken karşısında yüzüne bakılmayacak kadar güzel, nurânî bir siluet belirir. Adam, Cevat Paşa’nın kolundan tutup sorar:

- Bir derdin mi var?

Cevat Paşa, gördüğü rüyayı ve az önce duyduğu sesi bir solukta anlatır. Nur yüzlü adam (Ahmed Cahidi Sultan) cevap verir:

- Nur, zafer işaretidir. Ebced hesabında “Kef” harfi 20, “Vav” da 6 rakamını bildirir ve 26 yapar...

Bunları söyledikten sonra aniden kaybolur. Cevat Paşa, hemen Mayın Grubu Kumandanı Nazmi Bey’i çağırıp sorar:

- Depolarımızda kaç mayınımız var? Nazmi Bey’in cevabı çok şaşırtıcıdır:

- Elimizde bir Türk usta tarafından yapılan 26 mayın var. Alman teknisyenler bunları döşememizi istemediler. Şu anda Boğaz’daki mayın sayısı 377’dir ve hepsi Alman yapımıdır.

Nazmi ve Hakkı Bey'le buluşma

Cevat Paşa, daha sonra Nusret Mayın Gemisi Komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey ile Yüzbaşı Hafız Nazmi Bey’i makamına çağırır ve mayınları nereye dökecekleri konusunda plan yaparlar. Ve plan gereği bu sırlı 26 mayın Kumbağı Burnu ile Soğanlıdere arasına iki sıra halinde Boğaz’a paralel olarak tekbir ve dualarla dökülür.

Ertesi gün 18 Mart 1915 sabahı İngilizlerin en büyük zırhlılarından Irresistible ve Ocean zırhlıları, Nusret’in sabaha karşı döktükleri mayınlara çarparak herkesin şaşkın bakışları arasında Boğaz’ın dibini boylarlar. 




Seyyid onbaşı 275 kğ top mermisini taşırken

0 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...