Allah insanı nasıl korur?

Zünnu-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor.

Bu sudan İçmek Müslümana Haram

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı,” bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: - “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Hiçbirinin haccı kabul edilmedi!

Ali bin Muvaffak hazretleri, Şam’da yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Zünnûn-ı Mısrî ve Abdullah bin Mübarek ile görüştü. 878 (H.265) senesi vefât etti... Abdullah bin Mübarek bir hac mevsiminde Mekke’de hac vazifelerini ifa ettikten sonra, Harem’de uyuyakalır

Kuran Sırları

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran’da 18:65 numaralı Kehf Suresi’nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nefsin Mertebeleri

BİRİNCİ DAİRE: Nefs-i Emmare: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir. Nefs-i emmâre denilen bedbaht nefis zenginleştikçe şımarır. Bilgisi arttıkça kibri, gururu da artar. Hele bir de makam sahibi olursa artık onun yanına varmak, sokulmak ne mümkün!

YAHUDİLERİN MAYMUN OLMASI

Onlar, Davud Aleyhisselâm’ın zamanında "Eyle" denilen bir şehirde yaşıyorlardı. Eyle Medine ile Şam arasında bir yerde ve Kızıldenizin sahilinde bir yerdeydi. Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasak etti. Cumartesi günü olduğu zaman, denizde balık kalmaz, hepsi sahile gelirdi.

ARAPÇA ÖĞRENİYORUM

Öncelikle Hafıza tekniği konusunda size olağan üstü bir ip ucu.Sureler kolaydan zora doğru sıralanır. Bir sayfa alınarak 3′e bölünür. Önce ilk 5 satır, daha sonra diğer satırlar 5′er 5′er ezberlenir ve sonrasında birleştirilerek tekrar yapılır.

Günahın Reçetesi

Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp

Ahir Zaman Bu Zaman Mı?

Ahir zamanın kendini hissettirdiği şu günlerde, Rabbimizin ikazlarını neden duymamazlıktan geliyoruz acaba? Nereye gidiyorsunuz? Nerede Muhammed ümmeti?

Şeytan İşi

Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Artan pilav

Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.

Olgun İmana Kavuşma

MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu:

Gönül Örtüsü Hayâ

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.

KÂLU BELÂ

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

AY'IN RESÛLULLAH (S.A.V)'A SELAM VERMESİ

Ebû Kubeys dağının altında duruyorduk.Ay doğu tarafından göründü.Yükselerek yukarı çıktı. Nûru bütün âlemi doldurmaya başladı.Göğün ortasında kâmil bir dolunay haline geldi...

29 Temmuz 2012 Pazar

Kabir Alemi


   Gerçekten şu mezarların sessizliği bizi aldatmamalıdır. Orada ni'met görenlerde, azap çekenlerde vardır. Buna göre, aklı başında olan kimse kabre girmeden önce orayı sık sık hatırlamalıdır.

Nitekim Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir: “Kim kabri sık sık hatırına getirirse orasını bir cennet bahçesi olarak bulur. Buna karşılık kabri hiç hatırına getirmeyen kimse de orayı bir cehennem çukuru olarak bulur.”

Yine Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir: “İnsan, malını ve çoluk çocuğunu koruduğu gibi, amelleri de kişiyi korur. O vakit ona; “Allah seni yatağına mübarek etsin, ne güzel dostların ve ne güzel arkadaşların vardır!” diye söylenir.”

Ubeyd b. Umeyr şöyle demiştir: “Her ölüye mezarı şöyle seslenir: Ben karanlık ve yalnızlık yeriyim. Şayet hayatında Allah'a itaat ettinse, bugün ben sana rahmet yeri olurum. Eğer asi isen ben sana azap yeri olurum. Ben öyle bir yerim ki, itaat ettiği halde bana gelmiş olan sevinmiş olarak benden çıkar. İsyankar olarak bana girende helak olarak çıkar, der.”

Muhammed b. Sabih ise şöyle demiştir: “ Bir adam mezara konup azap olduğu veya hoşa gitmeyen bir şeyle karşılaştığı vakit, civarındaki komşular, “Bizden ibret almadın mı? Biz senden önce gelmiştik, bizi görmedin mi? Bugünü düşünmedin mi? Bizim amellerimizin kesildiğini görmedin mi? Halbuki senin defeterin açık idi.”

Mezarı kendisine seslenerek; “Ey dünyanın dış görünüşüne aldanan, tanıdıklarından, senden önce toprak altına girenlerden ders almadın mı? Onlarda dünyaya aldanıp dururken ecelleri kendilerini, mezar altına aldı, sen hiç aldırmadın, şimdi çekersin.” der.”

Ubeyd oğlu Abdullah'ın anlattığına göre, Hz. Peygamber (S.A.V.) bir cenazede şöyle buyurmuştur:

“Ölü mezarına oturur. Kendisini defnedip dağılanların ayak seslerini bile duyar. Kendisiyle yalnız mezarı konuşur. Ve der ki: 'Ey Ademoğlu! Yazıkları olsun sana, benimle seni hiç korkutan olmadı mı? Benim darlığımı, benim korkunçluğumu, kurt böcek ve şiddet yeri olduğumu sana anlatan olmadı mı? Benim için ne hazırladın?' " (İbn Ebi'd-Dünya)

Enes (R. A) şöyle anlatmıştır: “Çok hasta olan Hz. Peygamber (S.A.V)' in kızı öldüğü vakit, Hz. Peygamber (S.A.V.) onu takip etti. Hz. Peygamber (S.A.V.)'in durumu pek hoşumuza gitmiyordu. Mezar başına geldiğimiz vakit, kendisi bizzat mezara girdi, benzi değişti ve kızardı.

Hz. Peygamber (S.A.V.)'e: “Bu halin nedir?” diye sorduğumuzda şöyle buyurdu: “Mezarın kızımı sıkıştırmasını ve kabir azabının şiddetini düşünerek geldim ve bana Allah-u Teala'nın ondan bu mezar sıkmasını hafiflettiği bildirildi. Buna rağmen öyle sıkıştı ki, kızımın feryadını doğu ile batı arasında olan her şey duydu.” (İbn Ebi'd-Dünya)

İnsan, vefatından ve dar-i fenadan dar-i bekaya irtihalinden sonra yeni bir hayata, yeni bir aleme geçer ki buna “Berzah Alemi” denir. Berzah, dünya alemi ile ahiret aleminin arasındaki alemdir. Berzah; engel, perde, duvar manalarına gelir. Bu aleme berzah denmesi de iki hayatı, “dünya hayatı” ile “ahiret hayatı”nı birbirinden ayırması sebebiyledir. Şu ayet-i kerime buna işaret etmektedir: “Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında; ‘Rabbim, der, lütfen beni (dünyaya) geri gönder, ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.’ Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.”(Mü’minûn, 99,100)
Yani önünde dünyaya dönüşünü engelleyen kıyamete kadar devam edecek bir perde, bir engel vardır. Bu engel de Haşir Günü’ne kadar kalacağı yer olan “kabir”dir.

Mücahid der ki: “Berzah, dünya ile ahiret arasında Kıyamet Günü’ne kadar devam edecek bir perdedir ki o da kabirdir.”

ÖLÜM TAMAMEN BİR YOK OLUŞ MUDUR?!

Bazı gafillerin tasavvur ettikleri gibi ölüm tamamen bir son buluş bir yok oluş değildir, bilakis bir hayattan başka bir hayata geçiştir. Tıpkı çocuğun hayatını devam ettirmekte olduğu ana karnından, onun üstünde bir alem olan dünya hayatına geçişi gibi –ki bu iki alemin her biri de diğerine nazaran çok büyük farklılıklar arz eder-. Çocuğun durumunu düşündüğümüz zaman; o, anasının karnında, o daracık kutuda yiyor, içiyor ve teneffüs ediyordu, iki hayatını karşılaştırdığımızda ikisi arasında çok büyük farklılıklar olduğunu görürüz. O, daracık bir yerde idi, oradan çok daha geniş ve büyük bir aleme intikal etti. Aynı şekilde Berzah alemi de dünya aleminden farklıdır.

Kitap ve sünnette insanın kabir hayatını isbat eden nasslar varid olmuştur ki bunlar kat’i olan haberlerdir. Bütün bu nasslar meyyitin kabirde karşılaşacağı mükafat veya azaba işaret etmektedir ki onlarla kabir denilen o çukurda karşılaşacaktır. Kabir (Ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır.) bunu Sâdiku’l-masdûk aleyhi efdalüssalatü ve’t-teslim efendimiz haber vermektedir.[1]

KABİR AZABINA DAİR KUR’ÂNÎ NASLAR

İki meleğin sual sormasına ilişkin Kur’ânî naslar arasında şunları zikredebiliriz:

Birinci olarak; Buhari’nin tahric ettiği bir hadis-i şerifte Berâ bin Âzib (R.A.) Rasulullah (S.A.V.) Efendimizin şöyle buyurduğunu naklediyor: “Müslüman kabirde suale çekildiği zaman Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun Resulü olduğuna şehadet eder. Bu Allah’ın şu kavl-i şerifinde ifade edilmektedir: “Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir söz üzerinde tutar.”(İbrahim,27)

Bu, ölen kişinin kabirde sorguya çekileceğine dair Kur’ân'dan sarih ve apaçık bir nastır. Ayet-i kerimede geçen sağlam bir söz ifadesinin açıklama ve izahını Hz. Peygamber kelime-i şehadeti kabirde söylemek olarak yapmıştır.

İkinci olarak; Cenab-ı Hakk’ın Firavun’un kavminden bahsettiği şu kavl-i şerifidir: “Allah o mümini, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun'un adamlarını ise, o kötü azab kuşattı. Onlar, sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet kopacağı gün de: "Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!" (denilecektir).”(Gafir (Mümin)45,46) Yani onlar sabah ve akşam kabirlerinde azaba uğrarlar. Burada “nar”dan maksad kabir ateşidir, cehennem ateşi değil. İkinci ayette gelen şu ifade bunun delilidir: “Kıyamet kopacağı gün de: "Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!" (denilecektir)” buradan anlaşılıyor ki kıyamet henüz kopmamıştır. (Bu durumda) nasıl Cenab-ı Hakk onların ateşe atılmalarını ve onlara azab edildiğini haber verir? Hiç şüphesiz kesinlikle burada bahsedilen kabir azabıdır cehennem azabı değil, bu ateş ahretteki ateşten önceki bir ateştir.

Hafız İbn Kesir diyor ki: “Bu ayet-i Kerime ehl-i sünnetin kabirde berzah azabının olacağına dair delil olarak kabul ettiği en önemli dayanaklardan biridir.” Bu ayetteki ifadeden dünya var olduğu sürece sabah ve akşam bu azabın devam edeceği anlaşılmaktadır.[2]

Üçüncüsü; Cenab-ı Hakk’ın Nuh Aleyhisselamın kavminden bahsettiği şu ayet-i kerimedir: “Hatalarından dolayı boğuldular, ateşe sokuldular, kendilerine Allah'a karşı yardımcılar da bulamadılar.”(Nuh,25)

Burada ateşten kasıt kabir ateşi ve berzah azabıdır, cehennem ateşi değildir, çünkü, “fâ” ile atfedilmiştir. “Fâ” atıf harfi, Arap dilinde takiple beraber tertip ifade eder. Ayette yanmaları, boğulmalarından sonra zikredilmiştir. Yani azgınlıkları ve şeni cürümleri sebebiyle malum tufan ile gark edildiler(boğuldular), hemen ardından da büyük ve korkunç bir ateşe sokuldular ki o da kabir ateşidir.

Dördüncüsü; Cenab-ı Hakk’ın kafirler ve facirlerden bahsettiği şu ayet-i kerimedir: “(Ahirette ki) en büyük azaptan önce, onlara mutlaka (dünyada) en yakın azaptan tattıracağız; olur ki dönerler.”(Secde,21)

Burada yakın azaptan kasıt kabir azabıdır, çünkü; ahiret azabı henüz gelmemiştir ancak kıyamet günü gelecektir.

RUHUNUN ALINMASI ESNASINDA KAFİRİN AZAP ÇEKMESİ

Beşincisi; Ölüm anında sekerat-ı mevt haline işaret eden –ki bu da Kur’an’ın haber verdiği gaybi hakikatlerdendir- kafirlerin uğradığı şiddet, bela, darb ve musibettir ki bu, onların habis ruhlarının bedenlerinden çıkması için yüzlerine ve sırtlarına uygulanan bir azaptır. Şu ayet bunu ifade eder: “Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve ‘Tadın yakıcı cehennem azabını’ (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin! İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullara zulmedici değildir.”(Enfal;50,51)

Yani “ey dinleyen kişi, o şaki ve mücrimlerin halini azap melekleri onların habis ruhlarını bedenlerinden çıkarırken ve demir değneklerle yüzlerine ve sırtlarına vururken keşke bir görseydin.” demektir.

Burada azabın şiddetini ve korkunçluğunu ifade etmek için “lev”in cevabı hazf edilmiştir. Yani çok büyük, korkunç, iğrenç bir şey görmüş olurdun, şiddeti ve korkunçluğu anlatılamayacak derecededir demektir. Her ne kadar azap meleklerini kafirlerin ruhlarını kabzederken veya onlara demir değneklerle vururken görmemiş olsak da, olduğundan şüphe duymuyoruz, çünkü bu konuda Allah’ın, en ufak bir şüphe kabul etmeyen kati bir haberi varittir. Allah-u Teala bu hususları, bize sınamak ve imtihan etmek için bize göstermemektedir ki müminlerin tasdiki ortaya çıksın. Zira müminler gayba inanan insanlardır, sadık müslümanın ilk vasfı gaybe iman etmesidir. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: “O kitap (Kur'an); O’nda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.”(Bakara; 2,3)

Altıncısı; Cenab-ı Hakk En’am Suresi’nde de kâfirlerin ruhlarının sökülüp alınması esnasında korku içerisinde olduklarını haber vermektedir. Şöyle ki, azap melekleri gelir, yakıcı değneklerle ona vururlar ve alay ve istihza ederek derler ki: “Gücün yetiyorsa kendini bu azaptan kurtar bakalım hadi! Bu gün, daha önce alay ettiğin ve yalanladığın azabı tadıyorsun!” Cenab-ı Hakk buyuruyor ki: “O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: ‘Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!’ derken onların halini bir görsen!”(En’am; 93)

Yedincisi; Allahü Teala azap meleklerine yemin etmektedir ki o melekler kâfir ve facirlerin ruhlarını şiddetle ve çok sertçe, adeta zorla söküp alarak kabzetmektedirler. Çokça dişleri olan demir taraklar, ıslanıp dolaşmış yüne sokulup ta çekilince nasıl yırtılıp parçalara ayrılırsa, kafirlerin ruhları da adeta bir iğnenin deliğinden çıkarılıyormuşçasına son derece şiddet ve sertlik içerisinde alınır.

Allah Teala rahmet meleklerine de yemin etmiştir ki onlar da müminin ruhunu gayet kibarca kabzetmektedirler. Müminin ruhunu adeta tereyağından kıl çeker gibi kolayca alıvermektedirler. Buna şu ayet-i kerime işaret etmektedir: “Söküp çıkaranlara andolsun; yavaşça çekenlere, yüzdükçe yüzenlere, yarıştıkça yarışanlara, derken iş düzenleyenlere .” (Nâziât;1,5)

Müfessirler diyorlar ki: “Bu, Cenab-ı Hakk’ın meleklere yaptığı bir kasemdir; hem azap meleklerine hem de rahmet meleklerine. Azap melekleri ki, kafirlerin ruhlarını çok sert ve kaba bir şekilde kabzederler; rahmet melekleri ki, müminlerin ruhlarını çok yumuşak ve kibar bir şekilde hafifçe alırlar.”

Bunlar gaybi hakikatlerdir, en ufak bir şüphe duymaksızın inanmak gerekir, zira Allah Teala’nın kat’i olarak haber verdiği hususlardır.

KABİR AZABI İLE ALAKALI SAHİH HADİSLER

Kabir azabı ve mükafatı hakkındaki hadislere gelince onlar sayılamayacak kadar çoktur, ancak biz burada bazı hadis-i şerifleri zikretmekle yetinenceğiz.

1. HADİS: Osman bin Affan (R.A.)dan şöyle dediği nakledilmiştir: “Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ölünün defin işlemini bitirdikten sonra başında kalır ve derdi ki: “Kardeşiniz için istiğfarda bulununuz ve ona tesbit için (dilinin kabirdeki meleklerin suali esnasında kavl-i sabit olan kelime-i şehadeti söyleyebilmesi için) dua edin, zira o, şu anda sorguya çekilmektedir.”[3]

2. HADİS: Ebu Said el-Hudri (R.A.)den şöyle dediği nakledilmiştir: Peygamber Efendimiz buyururdu ki: “Cenaze (tabuta) konup da omuzlara alındığı vakit, salih birisi ise der ki: ‘Çabuk çabuk, acele acele beni yerime götürünüz.’ Eğer Salih birisi değilse de ehl-ü ıyaline der ki: ‘Vah zavallı onu nereye götürüyorsunuz.’ Onun sesini insan hariç bütün mahlukat işitir. Şayet insan onun bu haykırışını duyacak olsa helak olur, ölür giderdi.”[4]

3. HADİS: Hz. Ali’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Bakîu’l-Garkad’de -yani Medine’deki Cennetü’l-Baki’ kabristanı- bir cenazedeydik, Rasulullah Efendimiz yanımıza geldi, O oturdu bizler de etrafına oturduk, elinde uzunca bir asa vardı. Asasıyla yere bir şeyler çizmeye başladı. Sonra: ‘Sizden kimse yok ki, şu anda cennet veya cehennemdeki yeri yazılmış olmasın!’ buyurdu. Cemaat: ‘Ey Allah'ın Resulü; öyleyse hakkımızdaki yazıya (Allah’ın takdirine) itimad edip (boyun eğip) ona dayanmayalım mı?’ diye sordu. Peygamberimiz: ‘Hayır; Çalışın, buyurdular. Herkes kendisi için yaratılmış olana erecektir. Cennetlik olanlar, saadet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır. Şekavet ehli olanlar da şekavet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır!’ dedi.”

Sonra şu ayeti tilavet buyurdular: "Kim bağışta bulunur, günahtan kaçınır ve dinin en güzelini tasdik ederse, biz de ona hayır ve kolaylık yolunu kolaylaştırırız." (Leyl 5-7)”[5]

4. HADİS: Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin anlattığına göre, bir Yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek: "Seni kabir azabından Allah korusun!" dedi. Hz. Aişe de Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanına girince Yahudi kadının söylediklerini anlattı ve kabir azabından sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: "Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir!" buyurdu. Hz. Aişe der ki: "Bundan sonra Aleyhissalâtu vesselâm'ın namaz kılıp da, namazında kabir azabından istiaze etmediğini hiç görmedim." [6]

5. HADİS: Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki: "Kul kabre konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup: "Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) denen kimse hakkında ne diyordun?" diye sorarlar. Mü'min kimse bu soruya: "Şehadet ederim ki, O, Allah'ın kulu ve elçisidir!" diye cevap verir. Ona: "Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti" denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür. Sonra ona, kabri geniş ve rahat hale getirilir. Eğer ölen münafık ve kafir ise: “Sizin içinizde gönderilmiş bu kişi (Muhammed Aleyhisselam) hakkında ne diyordun? denilir. "(Sorduğunuz zatı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!" diye cevap verir. Kendisine: "(Allah Rasülü’nün getirdiklerini) Anlamadın ve (Allah’ın Kitabını) okumadın!" denilir. Sonra demirden sopalarla vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) sekaleyn dışında ona yakın olan bütün (kulak sahibi) varlıklar işitir."[7]

Bu hadis kafirin kabirde azap çekeceğini, aynı zamanda demir sopalarla dövüleceğini ve bunun neticesinde insan ve cinler dışında bütün yer ve sema ehlinin duyacağı şekilde bağıracağını açıkça ifade etmektedir. Kafirin kabri öyle bir daraltılır ki adeta cehennem çukurlarından bir çukura dönüşür. Tabi ki müminin kabri de öyle geniş ve rahat bir hale getirilir ki adeta cennet bahçesine döner. Aynı zamanda hadis-i şerif, insanın kabirde işiteceğini, göreceğini ve hissedeceğini ifade etmektedir, ancak; onun bu hayatı normal insan hayatından farklıdır çünkü berzah hayatıdır. Allah her şeyi en iyi bilendir.

6. HADİS: Bera bin Âzib (R.A.)’ın anlattığına göre Rasulullah (S.A.V.) bir gün güneşin battığı sırada dışarı çıkmıştı ki bir ses işitti. “Bunlar Yahudiler! kabirlerinde azap çekiyorlar” buyurdu.[8]

Görüyoruz ki Rasulullah (S.A.V.) Yahudilerin kabirlerinde uğradıkları azap neticesinde çıkardıkları sesleri işitiyor ve bu seslerin kaynağını ashabına haber veriyor. Bu da kabir azabının varlığına Sadikul-Masduk Efendimiz’den varid olan apaçık, kati bir delildir.

7. HADİS: Bera bin Âzib (R.A.)’ın naklettiğine göre Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Mümin kabrinde oturtulur, (melekler sorgu için) ona gelirler, sonra o Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed Aleyhisselam’ın O’nun Resulü olduğuna şahadet eder. Bu, Cenab-ı Hakk’ın şu kavl-i şerifi ile ifade edilmektedir: “Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır ve Allah, dilediğini yapar.” (İbrahim,27) [9]

8. HADİS: Abdullah bin Ömer (R.Anhüma)’in naklettiğine göre Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Sizden birisi öldüğü (ve kabre konulduğu zaman) sabah akşam kendisine gideceği yer gösterilir. Cennet ehlinden ise cennet ehli olarak yok eğer cehennem ehlinden ise cehennem ehli olarak. Yani cennet ehlinden olacaksa cenneti görür ve kabri cennet bahçelerinden bir bahçe haline gelir. Şayet cehennem ehlinden olacaksa ona da kabrinde iken cehennem gösterilir de bu şekilde kabri cehennem çukurlarından bir çukur haline gelir. Sonra kendisine denilir ki: Kıyamet gününde Allah seni diriltip haşr edinceye kadar kalacağın yer işte burasıdır.”[10]

9. HADİS: Abdullah bin Abbas (R.A.) anlatıyor: “Peygamber Aleyhisselam iki kabre uğramıştı, -azap çektiklerini bizzat kendisi işitti- ve dedi ki: ‘Bu ikisi kesinlikle azaba uğruyorlar, azaba uğramalarının sebebi de büyük günahlardan biri değil; bu kişilerden birincisi, nemime yapıyordu (yani insanlar arasında laf götürüp getirmek suretiyle aralarını bozmaya çalışıyordu). Diğeri ise idrarının üzerine sıçramasından sakınmıyordu.’ Daha sonra yaş bir dal aldı, ikiye böldü ve her bir dal parçasını bir kabrin üzerine toprağa soktu ve buyurdu ki: ‘Bu dallar yaş kaldığı müddetçe umulur ki onların azabı hafifletilir.”[11]

10. HADİS: Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “Sizler birbirinizi defnediyor olmasaydınız kabir azabını size işittirtmesi için Allah’a dua ederdim.”[12]

Kabir azabına dair zikrettiğimiz bu hadis-i şerifleri teyid eden en önemli hususlardan birisi de Peygamberimiz kabir azabından Allah’a sığınır, namazlarında da şu meşhur duasını yapardı: “Allahım, kabir azabından, cehennem azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden, Deccal fitnesinden sana sığınıyorum.”



İNSANA KABİRDE NASIL AZAB EDİLİR?

Allah Teala’nın kudretini idrak edememiş, hadiselere şaşı bir bakış açısıyla bakan, selim bir şekilde düşünemeyen bazı basit, gafil ve zavallı insanlar diyorlar ki; “insan kabirde nasıl sorguya çekilir? Melekler nasıl insanları karşısına oturtup hesaba çeker, soru sorup cevap alır? O, bu daracık yerde ve üzeri tamamen toprakla örtülü olduğu halde bu nasıl olabilir? Peki demir sopalarla nasıl dövülebilir, halbuki biz onun kabrini açıp da baksak onun üzerinde en ufak bir darp ve işkence izi göremeyiz?”

Buna şöylece cevap verebiliriz: Bu tür vesveseler insana Allah Celle ve Alâ’nın kudretinden gafil olması ve Berzah Alemi’ni Dünya alemine kıyas etmesi sebebiyle gelir. Böyle bir kıyas hatalı bir kıyastır ki bu hatanın kaynağında ahiretle ilgili hususları yeterince bilmeme ve ölümün mahiyetini doğru bir şekilde anlayamama vardır.

Ölüm külliyen bir yok oluş değildir, bilakis bir hayattan bir başka hayata geçiştir; tıpkı bir çocuğun anne karnından dünya hayatına geçişi gibi. Çocuk anne karnında iken gayet rahat ve ferah içerisinde yaşar, yer-içer, ama onun yeme-içmesi doğduktan sonra yiyip-içmesiyle aynı değildir, teneffüs de etmektedir ancak farklı bir yolla bunu yapmaktadır. Biz insanı dünya hayatından tekrar daha önce yaşadığı anne karnına, o daracık mekana geri çevirmek, o hayat şartlarında yaşatmak istesek ve ağız yoluyla yeme içmesini kessek, onun göbek bağı vasıtasıyla beslenmesini istesek muhakkak boğulup ölecektir. Bu kıyas apaçık ortada iken berzah (kabir) alemi dünya alemine nasıl kıyas edilebilir?

Yine önümüzde küçültülmüş bir örnek durmaktadır ki o da uykudur. Cenab-ı Hakk uykuyu şu ayet-i kerimesinde vefat ve ölüm olarak isimlendiriştir: “Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkor, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.”(Zümer, 42)



KÜÇÜK ÖLÜM İLE BÜYÜK ÖLÜMÜN BENZERLİĞİ

Cenab-ı Hakk Celle ve Alâ insanların ecelleri gelip de ömürleri sona erdiği zaman onların ruhlarını almak suretiyle vefat ettirdiğini haber vermektedir. İşte bu, hakiki, kamil manadaki ölümdür. Bir de gerçekte ölmemiş olan insanlara da uykularında vefat halini yaşatır ki, buna da küçük ölüm denir. Çünkü insan uykuda iken adeta ölü gibidir. Uyuyan kişi uyanıncaya kadar görememektedir, işitememektedir, etrafında olup bitenleri hissedememektedir; bu yönüyle uyku ölüme benzemektedir.

İşte Cenab-ı Hakk bu küçük ölümü, tekrar diriltilmeye (ba’s ve neşr) bir delil kılmıştır. İnsan uyuduktan sonra nasıl tekrar uyanıyor ve bilinci yerine geliyorsa aynı şekilde ölür, Allah ölümünden sonra hesaba çekilmek ve yaptıklarının karşılığını görmek üzere onu tekrar diriltir. Bu sebeple Hazreti Peygamber (S.A.V.) uykudan uyandıkları vakit şöyle derlerdi: “Ölümden sonra bize tekrar hayat bahşeden Allah’a hamd-ü senalar olsun, dönüş ancak onadır.”[13]

Cenab-ı Hakk’ın “Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar” kavl-i şerifinin manası ölenlerin ruhlarını katında alıkoyar bedenlerine geri dönmelerine müsaade etmez demektir. “Diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir” kavl-i şerifi ise uyku suretiyle ölüm halini tadanların ruhlarını uyandıklarında bedenlerine geri gönderir şeklinde anlaşılmalıdır. Bunda ibret ve mev’iza (nasihat) vardır.



UYKUDA GÖRÜLEN RÜYALARIN TEMSİLİ

Kabirde azab veya mükafat görme meselesini zihnimizde daha somut hale getirmek ve daha iyi anlaşılmasını sağlamak maksadıyla şöyle bir misal verelim: İki kişinin aynı odada uyumakta olduğunu düşünelim. Birincisi rüyasında şunu görüyor: Sıkıntı içerisindedir, fakirlerin yaşadığı bir semtte oturmaktadır, hayatı boyunca fakirliğinden yoksulluğundan dolayı rahat yüzü görmemiştir. Aradan seneler geçer ve Allah kendisine bolca nimetler verir, rızkını öyle genişletir ki hayal edilemeyecek bir noktaya ulaşır. Yüz binler ve milyonlarla ifade edilebilecek çok büyük bir mal varlığına sahip olur.

Kendisine çok büyük bir köşk yaptırır. Köşkün yemyeşil, geniş, bakımlı, ağaçlarla, çiçeklerle, meyvelerle dolu bahçeleri vardır, kendi hizmetinde çalışan, kendisine harikulade lezzetli yemekler, canının çekebileceği her şeyi sunan hizmetçiler vardır, sadece hükümdarların sofralarında bulunan yemekler sunulmaktadır, harika döşekler, minderler, şahane koltuklar, akıllara durgunluk verecek meclisler, köşkün bahçelerinde nehirler gibi akan su pınarları…… Fakirliği ve onun türlü sıkıntılarını tattıktan sonra azgın, şımarık, büyük zenginler gibi çok lüks bir hayat yaşar, çok güzel kadınlarla evlenir, oğulları ve kızları olur, hayatında çok büyük bir değişiklik olmuştur, adeta cahimden sonra naimi tatmıştır. Bütün bunları rüyasında, yatağında yatıyorken yaşamaktadır.

Aynı odada bu arkadaşıyla yan yana yatmakta olan ikinci kişiye gelince; o da uykuya dalıp gittiğinde rüyasında şunu görmektedir: Çok sertçe vurulan bir kapının arkasındadır, korkarak çıkıp kapıyı açtığında, karşısında emniyet güçlerinden ve polislerden oluşan bir grup buluyor. Tepeden tırnağa silahlandırılmış olan bu kişiler kapı açılır açılmaz içeri dalıp evin her tarafını kuşatıyorlar, bir kötülük yapacakları gözlerinden okunuyor zaten ve onu görür görmez hemen ellerini ve ayaklarını kelepçe ve zincirle bağlıyorlar, gözlerini de kapatıp beraberlerinde onu polis merkezine götürüyorlar. O ise haykırıyor; “ben ne yaptım? Suçum ne? Beni neden hapse atıyorsunuz?” Onlar alay ederek gülüyorlar ve diyorlar ki: “İşlediğin o çirkin cürmü bilmiyor musun? Sen katilsin, sen bir canisin, mücrimsin, filan kimsenin kanını akıttın, katlettin, sonra da suçunu gizleyebilmek için onun cesedini demir yoluna trenin önüne attın, ancak sen onu öldürürken birçok insan bunu gördü ve şahitlik ettiler ki katil senden başkası değil, sensin...”

Bu durum karşısında haykırmaya ve suçsuz olduğuna, bu hadiseden habersiz olduğuna, adam öldürmekle suçlandığı günde evinden dışarıya hiç çıkmadığına dair çok ağır yeminler etmeye başlıyor.

O gece hapse atılıyor, hem de daracık bir hücreye konuyor. Sabahleyin hapisten alınıp mahkemeye çıkarılıyor. Mahkeme huzurunda adam öldürdüğü suçlaması mahkeme heyetine arz ediliyor -tabi o inkar etmektedir-. Suçlamalar karşısında diyor ki: “Allah’a yemin ederim ki benim bu mesele hakkında bilgim yok, bu bana yöneltilen bir suçlamadan öte bir şey değil, ben suçsuzum, ben bu işten uzağım.” Uzun süren yargılama süreci neticesinde –ki her seferinde hapisten alınıp mahkemeye getiriliyor ve mahkeme sonrası tekrar zindana; o daracık hücreye atılıyor- üç hakimce de suçun sabit olduğuna hükmedildi. Zira duruşmalara katılan çok sayıda şahit, mahkeme reisinin ve üç hakimin huzurunda açıkça dediler ki: “Evet cinayeti işleyen kişi, katil, bu adamdan başkası değildir.”

Hakimlerin müzakereleri neticesinde hüküm kesinleşir; işlediği katl cürmü sebebiyle asılarak idam edilecektir. İdam cezasının infaz edileceği gün de belirlenir. O gün gelince hücreden çıkarılır idam edileceği yere getirilir, yağlı urgan boynuna geçirilir, kalabalık bir insan topluluğu önünde suçu ve cezası bir kez daha yüzüne okunur, artık hükmün uygulanmasına mani bir durum kalmamıştır sadece ipin çekilip de idam sehpasından aşağıya düşüvermesi kalmıştır.

Tam bu korkunç sona varacağı sırada uykusundan uyanıverir. O anda kendisi gördüklerinin korkusundan tir tir titremekte ve şunu demektedir: Elhamdülillah, ya rabbi sana şükürler olsun ki bu bir rüyaydı, gerçek bir şey değildi.

İşte bunlar her iki şahsında rüyalarında gördükleri olaylardır. Onların yüzlerinden örtüyü açsak da biz birinci şahsın fakirlikten sonra kavuştuğu zenginlik sebebiyle duyduğu neşe ve mutluluğu göremeyiz. Aynı şekilde ikinci şahsın o korkunç sona doğru gidiyor olmaktan dolayı duyduğu endişe, korku ve sıkıntıyı da göremeyiz.

Peki akıllı olan bir insan Allah’ın kudretini ve kabri sahibine göre; dilerse cennet, dilerse cehennem yapabilmesini nasıl imkansız görür? Nasıl idrak edemez ki? Uyku, kabirde insanın başına gelecekler için en basit bir örnektir.

----------------------------------------------------------

[1] Berzah aleminde ilginç ve acayip şeyler vardır; iki meleğin gelip sorguya çekmesi ve kişiye dinini, rabbini, peygamberini sormaları, kafirlerin kaburga kemiklerinin ayrılması, kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur haline gelmesi gibi. Bütün bunlar, hakkında hiçbir şüphe bulunmayan gaybi hakikatlerdir ki kitap ve sünnette zikri geçen meselelerdir.

[2] İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’i’l-Azîm, III, 244.

[3] Ebu Davud, Cenaiz, 73.

[4] Buhari, Cenaiz, 49, 51, 89; Nesai, Cenaiz, 44.

[5] Buharî, Cenaiz 81, Edeb 120, Kader 3, Tevhid 54; Müslim, Kader 6, (2647); Ebu Davud, Sünnet 17, (4694); Tirmizî, Kader 3, (2137) Tefsir, Leyl, ( 3341).

[6] Buhârî, Cenaiz 89, Müslim, Mesacid 123; Nesâî, Cenaiz 115.

[7] Buhârî, Cenaiz 68, 87; Müslim, Cennet 70; Ebu Davud, Cenaiz 78; Nesâî, Cenaiz 110; Tirmizî, Cenaiz 70.

[8] Buhârî, Cenaiz 86; Müslim, Cennet, 17; Nesai, Cenaiz, 114.

[9] Buhari, Cenaiz, 85, Tefsir; Müslim, Cennet,17; Ebu Davud, Sünnet, 27; Tirmizi, Tefsir; İbrahim; Nesai, Cenaiz, 114.

[10] Muvatta, Cenaiz,16; Buhari, Cenaiz, 88, Bed’ül-halk, 8, Rikak,42; Müslim, Cennet,17; Tirmizi, Cenaiz,71; Nesai, Cenaiz, 116.

[11] Buhari, Vudu, 55; Cenaiz, 80, 87, Edep, 46; Müslim, Taharet, 34; Nesai, Cenaiz, 116; İbn Mace, Taharet, 26.

[12] Müslim, Cennet, 17; Nesai, Cenaiz, 114.

[13] Buhari, Deavat, 7, 8, 15; Tevhid,13; Müslim, Zikir ve Dua, 17; Ebu Davud, Edeb, 107; İbn Mace, Dua, 16.

Kabir alemine alem-i Berzah da denilmektedir.
Berzah, kelime manasıyla, perde demektir. Bu perdenin iki yüzü var.. Biri dünyaya bakıyor, diğeri ahirete…

Allah Resulü’nün (a.s.m.) bildirmesiyle; “Kabir Cennet bahçelerinden bir bahçedir.” Dünya ile cennet arasında bir köprüdür; dünya bağlarından güzel, Cennet bostanlarından geri…

Yine kabir “Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” Dünya azabından ileri, Cehennem ateşinden geri…

Berzah; Cehennemin ilk karakolu, yahut Cennete geçiş salonudur.

Hepimiz kabir ziyaretinde bulunuruz. Ziyaretlerine gittiğimize göre oradaki dostlarımız hayatta olmalılar… Ecdadımız onların beldesine güzel bir isim koymuş: Kabristan…

Kabristan, hayat saçan bir kelime…
Kabristan, kabir ehlinin memleketi… Türkistan, Afganistan, Habeşistan gibi…
Kabristan: Mahşerden bir önceki şehir…

Dünyadaki ruh-beden beraberliğine o geçiş aleminde sanki bir mola veriliyor… Mahşer ile yeniden bir araya geliyorlar. İşte kabir alemi bu iki beraberlik arasında bir perde…
O alemin bize yakınlığı ölçü birimine girmez. Biz o aleme çok yakınız, o alem de bize… Arada bir perde var. Dünya hayatı. Bu perdenin kapanmasıyla, oraya göçülecek.
Bir tarafta elektrik akımı, ötede ısı yahut ışık… Bunlar arasında bir tel, perde oluyor… O tel ampule ait ise, elektrik cereyanı bir anda ışık haline geliyor, ütüye ait ise ısı haline…

Bütün mesele düğmeye basmakta… Ölümle bu düğmeye bir melek basacak ve kendimizi ya ışıkta ya da ısıda bulacağız…

Gerçekten de o diyar bu dünyamıza çok ama çok yakın…

Yatağa girmemizle uykuya dalmamız arasında kısa bir süre geçer. Daha sonra rüyamızda eski dostlarımızla görüşürüz. Onlarla tam manasıyla buluşmamız ise, ruhun bedenden ayrılmasıyla mümkün…

Bu ayrılışla berzah alemine doğacağız. Bir süre de orada kalacağız… Ne kadar mı? Bilemiyoruz. Bu dünyada ne kadar kalacağımızı biliyor muyuz ki? Nitekim, ana rahminde de dilediğimiz kadar kalamadık… O gün için zaten dilemek nedir bilmiyorduk. Bizi yaratan ve bu dünyaya sevk eden Rabbimizin inayetiyle, o dar alemden kurtulduk ve bu geniş aleme eriştik… Öldükten sonra da yine O’nun sevkiyle mahşere çıkacak ve O’na hesap vereceğiz.

“Sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülemeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun, 115)

İşte berzah, ölümle diriliş arasındaki perde alem… Bu alem, her mekana ve zamana eşit mesafede… Dünyanın hangi bölgesinde ölürse ölsün, insan gözünü o alemde açıyor. Mekke’deki İstanbul’daki ile, Pakistan’daki Cezayir’deki ile birlikte kucaklaşıyor. Oraya her vasıta gidiyor… Trafik kazasında ölen de, cinayete kurban giden de, hastalıktan kurtulamayan da gözünü o alemde açıyor.

Gökdelende ölenle, gecekonduda can veren o aleme beraber sevkediliyor… Birincisine daha fazla iltifat söz konusu değil… Orada dünyanın akçesi geçmiyor, elbisesi giyilmiyor, süsüne rağbet edilmiyor…

Kimseye nereden, hangi makamdan geldin diye sorulmuyor, o alemde… Sadece nasıl geldin deniliyor. İmanla mı, inançsız mı?.. Takvayla mı, günahla mı?… Namazla mı, sefahatle mi?…

Alaâddin Başar (Prof. Dr.)

Mülk Suresi İbnu Abbas Hadis Tirmizi`de, İbnu Abbas`tan gelen bir diğer rivayette, İbnu Abbas (ra) Resulullah (sav)`ın şöyle dediğini belirtir: "Bu süre (kabir azabına, veya kabir azabına sebep olan günahlara karşı) engeldir, bu süre kurtuluş sebebidir, kişiyi kabir azabından kurtarır." (Rezin şunu ilave etmiştir: "İbni Şihab demiştir ki: "Humeyd İbnu Abdirrahman`ın bana haber verdiğine göre, Resulullah şöyle buyurmuştur: "Mülk suresi, kabirde, arkadaşı yerine mücadele eder (ve onu azabtan korur))

Her ölenin ameline son verilir, ancak Allah yolunda ölen murabıt müstesna. Çünkü onun ameli kıyamet gününe kadar artırılır. Ayrıca o, kabir azabına da uğratılmaz. (Tirmizi`nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Gerçek mücahid, nefsiyle cihad edendir.")

Resulullah (sav) teşehhüdden sonra şunu okurdu: "Allahümme inni euzu bike min azabi cehennem ve euzu bike min azabi`l-kabri ve euzu bike min fitneti`d`Deccal ve euzu bike min fitneti`l-mahya ve`l-memat (Allahım, ben cehennem azabıdan sana sığınırım. Kabir azabından da sana sığınırım. Deccal fitnesinden de sana sığınırım, hayat ve ölüm fitnesinden de sana sığınırım)".


Resulullah (sav) akşam olunca şu duayı okurdu: "Elhamdülillah geceye erdik. Mülk de, Allah için geceye erdi. Allah`tan başka ilah yoktur. Tektir, ortağı yoktur. Mülk O`nundur, hamdler O`nadır. O, her şeye kadirdir. Rabbim! Bu gecede olacak hayrı, bundan sonra olacak hayrı senden taleb ediyorum. Bu gecede olacak şerden ve bundan sonra olacak şerlerden sana sığınıyorum. Rabbim! Tembellikten, yaşlılığın kötülüklerinden sana sığınıyorum. Rabbim! Cehennem azabından, kabir azabından sana sığınıyorum!" İbnu Mes`ud (ra) devamla, Resulullah (sav)`ın sabah olunca şu duayı okuduğunu söyledi: "Elhamdülillah sabaha erdik. Mülk de Allah için sabaha erdi".

Hz. Peygamber (sav) şöyle istiaze ederlerdi: "Allah`ım! Aczden, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten sana sığınırım. Keza, kabir azabından sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım."


Resulullah (sav) bir cenazenin namazını kıldırdı. Okuduğu duadan şunları ezberledik: "Allahım, şunu mağfiret et ve şuna rahmet eyle. Afiyet ver, affeyle, vardığı yerde ikramda bulun, girdiği yeri genişlet. Onun (günahlarını) kar ve buzla yıka, hatalardan pak eyle, tıpkı elbisenin kirden pak edilmesi gibi. Onu dünyadaki evinden daha iyi bir eve, ailesinden daha hayırlı bir aileye koy, eşinden daha hayırlı bir eşe ulaştır. Onu kabir azabından, ateş azabından sakındır." Avf (ra) der ki: "(Resulullah`ın bu dualarını işitince) o ölünün yerinde kendimin olmasını temenni ettim."

Şu ayet ininceye kadar kabir azabından şüphelenmeye devam etmiştik. (Mealen): "Sayınızın çokluğuyla övünmek sizi oyaladı. Öyle ki, kabirleri ziyaret ettiniz."

Hz. Aişe, anlattığına göre, bir Yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek: "Seni kabir azabından Allah korusun!" dedi. Aişe de Resulullah (sav)`a kabir azabından sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir!" buyurdu. Hz. Aişe der ki: "Bundan sonra Aleyhissalatu vesselam`ın namaz kılıp da, namazında kabir azabından istiaze etmediğini hiç görmedim."

Resulullah (sav), bizimle birlikte, Beni Neccar`a ait bir bahçede bulunduğu sırada bindiği katır, onu aniden saptırdı, nerdeyse (sırtından yere) atacaktı. Karşımızda beş veya altı kabir vardı. Aleyhissalatu vesselam: "Bu kabirlerin sahiplerini bilen var mı?" buyurdular. Bir adam: "Ben biliyorum!" deyince, (aleyhissalatu vesselam): "Ne zaman öldüler?" dedi. Adam: "Şirk devrinde" deyince Aleyhissalatu vesselam: "Bu ümmet kabirde fitneye maruz kılınacak. Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım şahsen işitmekte olduğum kabir azabını size de işittirmesi için Allah`a dua ederdim" buyurdular ve sonra şunları söylediler: "Kabir azabından Allah`a sığının!" Oradakiler: "Kabir azabından Allah`a sığınırız!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Cehennem azabından da Allah`a sığının!" dedi. "Cehennem azabından Allah`a sığınırız" dediler. "Fitnelerin açık ve kapalı olanından Allah`a sığının!" dedi. "Açık ve kapalı her çeşit fitneden Allah`a sığınırız!" dediler. "Deccal`ın fitnesinden Allah`a sığının!" buyurdu. "Deccal`ın fıtnesinden Allah`a sığınırız!" dediler.

Resulullah (sav) bir kabirden bir ses işitmişti: "Bu ne zaman öldü? (bileniniz var mı?)" buyurdular. "Cahiliye devrinde!" dediler. Bu cevaba sevindi ve: "Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım kabir azabını size de işittirmesi için dua ederdim" buyurdular.

(Bir gün) Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in, güneş battıktan sonra (Medîne hâricine) çıktığı ve bir ses işiterek: - Yahûdiler mezarlarında azâb olunuyor, buyurduğu rivâyet edilmiştir.

Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (bir kerre) hutbe îrâdına başlamış ve kişinin kabirde görüp geçireceği sorgu ve sualleri anlatmıştı. Resûl-i Ekrem kabir ahvâlini böyle tafsîlâtiyle anlatınca müslümanlar dehşetli bir sûrette feryâd edip ağlaştılar.

Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: (Münker, Nekîr adlı) melekler gelerek mü`min kabrinde oturtuldukta (bunların suallerine cevâben:) mü`minin "Lâ ilâhe illâ`llâh, Muhammedün Resûlullah" diyerek şehâdet getirmesi: "Allah mü`minleri, gönüllerinde yerleşen şehâdet kelimesiyle dünyâda ve kabirde böyle sâbit kılar" meâlindeki kavl-i şerîfi (n canlı bir ifadesi) dir.

Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: (Mü`min) kul, kabrine konulup onun ashâb ve yârânı geri dönüp gittiklerinde -ki meyyit, bunlar yürürken ayakkablarının sesini bile muhakkak işitir- ona (Münker ve Nekîr adlı) iki melek gelir. Bunlar meyyiti oturturlar. Ve ona: - Hâ! Şu Muhammed -salla`llâhu aleyhi ve sellem- denilen kimse hakkında (ki kanâatin nedir?) Ne dersin? diye sorarlar. O mü`min de: - Samîmî bildiğim ve size de bildirmek istediğim şudur ki, Muhammed salla`llâhu aleyhi ve sellem Allâh`ın kulu, ve Allâh`ın Resûlü`dür, diye cevab verir. Bunun üzerine melekler tarafından: - Ey mü`min! Cehennem`deki yerine bak, Allâhu Teâlâ bu azâb yerini senin için Cennet`ten (yüce) bir makâma tebdîl eyledi, denilir. Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem: "O mü`min, Cehennem ve Cennet`teki iki makâmını birden görür" buyurmuştur. Fakat kâfir veyâhud münâfık olan meyyit (meleklerin bu suâline karşı): - Muhammed hakkında birşey bilmiyorum. Halkın ona (peygamber) dedikleri bir sözü (işitir), ben de halka uyup söylerdim, diye cevâb verir. Bu iki melek tarafından bu kâfir veya münâfıka: - Hay sen anlamaz ve uymaz olaydın! denilir, sonra bu kâfir veya münâfıkın iki kulağı arasına demirden bir topuzla vurulur. O topuzu yiyince kâfir veyâ münâfık şiddetli sayha ile bir bağırır ki, bu feryâdı ins ve cinden başka bu ölüye yakın olan herşey işitir.

Peygamber Efendimiz(sav) şöyle buyurmuştur
-Ben size kabir ziyaretini yasaklamıştımŞimdi ise ziyaret edinÇünkü kabir ziyareti size ölümü hatırlatır
(Müslim)
-Peygamber Efendimiz(sav) her yılın başında uhud şehitlerinin kabirlerine gelir ve şöyle derdi;
-Sabrettiğiniz şeyler karşılık sizlere selam ve selamet!Ahiret diyarı ne güzeldir!
Yine Peygamber Efendimiz(sav) Baki mezarlığına çıkar ve şöyle derdi;
-Ey mü'minler yurdunun sakinleri!Selam size bizlerde inşaallah sizlere kavuşacağızAllah-u Teala'dan bizim ve sizin için afiyet,ahiretle ilgili korku ve sıkıntılarda selamet ve sıyanet dilerim
-Kabir ziyaretinde bulunan kimsenin Yasin-i Şerif'i okuması müstehabtırÇünkü Enes(ra) dan rivayet edildiğine göre Rasülullah(sav) şöyle buyurmuştur;
-Her kim kabristana girerde Yasin'i okur ve sevabını ölülere bağışlarsa o gün de Allah-u Teala onların azabını hafifletirKendisinde bu kabristandaki ölüler sayısınca sevabı olur
(Bahr)


"Kim babasının veya anasının veya bunlardan birisinin kabrini Cuma günü ziyaret ederek orada Yasin Sûresini okursa, Allah kabir sahibini bağışlar" (İbni Mace)

İmam-ı Beyhakî'nin bir rivayetinde, Abdullah bin Ömer'in ölülerin ruhuna Bakara Sûresinden okunabileceğini tavsiye ettiği anlatılmaktadır (Beyhaki, 4:56)

Kur'anın kalbi Yasindir Kim Allah'ı ve Ahiret yurduna kavuşmayı isteyerek onu okursa Allah onu bağışlar onu ölülerinizin üzerine okuyunuz (İmam-Ahmed - Beyhaki, Tac 4/18 )

Ebû Hureyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz veya ölü kabre konulunca simsiyah mavi gözlü iki melek ona gelir onlardan birine münker diğerine nekîr denilir. O iki melek şöyle derler:
Bu Muhammed denilen adam hakkında ne dersin? O kimse ise ölmeden önce söylediğini aynen tekrar ederek: O Allah’ın kulu ve Rasûludür. Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka gerçek ilah yoktur. Muhammed’de onun kulu ve elçisidir. O iki melek derler ki: Senin böyle söyleyeceğini biliyorduk. Sonra o kabir yetmiş arşın kadar genişletilir ve aydınlık hale getirilir ve rahatça yat uyu burada denilir. O kimse bu durumu benim aileme dönüp haber verebilir miyim? Deyince o iki melek; gelin güvey gibi rahatça uyu gelin güveyi olan kimseyi ailesinden en çok sevdiği kimse uyandırır derler. O kişi o kabirde mahşer için diriltilinceye kadar rahat rahat uyur.

O kabre konulan kimse münafık ise Muhammed (s.a.v.) hakkında sorulan soruya; İnsanların peygamber dediklerini duydum bende aynen öyle söyledim, gerçek midir? değil midir? bilemiyorum diyecek. Bunun üzerine o iki melek; senin böyle söyleyeceğini biliyorduk derler. O kabre, sıkıştır onu denilir, kabirde onu sıkıştırır da kaburga kemikleri yerlerinden oynar. Allah onu böylece mahşer günü uyandırıncaya kadar azab etmeye devam eder.”
(Nesâî, Cenaiz: 114; Buhârî, Cenaiz: 86)

* Bu konuda Ali, Zeyd b. Sabit, İbn Abbâs, Berâ b. Âzib, Ebû Eyyûb, Enes, Câbir, Âişe, Ebû Saîd’den de kabir azabıyla alakalı hadis rivâyet edilmiştir.

İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bir kimse öldüğü zaman ahiretteki kalacağı yer sabah akşam kendisine gösterilir o kimse Cennetliklerden ise Cennet’ten, Cehennemliklerden ise Cehennem’den olan yeri gösterilir ve ona işte senin oturacağın yer burasıdır, kıyamet günü Allah seni buraya gönderecek denilir.”
(Buhârî, Cenaiz: 89)

* Tirmîzî: Bu hadis hasen sahihtir.

el-Berâ b. Âzib -Radıyallahu anh-dan rivayete göre o şöyle demiştir :
Mümin kula :
Ona iki melek gelir, onu oturturlar ve ona Rabbin kimdir? derler. O da: Rabbim Allah’tır der, dinin nedir? diye sorarlar. O da, dinim islam’dır der. Ona, şu aranızda peygamber olarak gönderilen adam nedir? diye sorarlar, o da: O Allah’ın Rasûlüdür, der. Yine iki melek ona: Senin bilgin nedir? diye sorarlar, o: Ben Allah’ın Kitabını okudum, ona iman edip tasdik ettim. Bunun üzerine sema’dan bir münadî; Benim kulum doğru söylemiştir, ona cennetten bir döşek yayınız ve ona cennetten bir kapı açınız, diye seslenir. Bunun üzerine cennetin hoş ve güzel kokuları ona gelir ve gözünün alabildiği kadar bir mesafe kabrinde ona genişlik verilir. Güzel yüzlü, güzel elbiseli, hoş kokulu bir adam ona gelir. Bu adam ona: Seni sevindirecek şeylerin müjdesini sana veriyorum. İşte bugün sana vadolunan gündür, der. Ona: Sen kimsin? Yüzün hayır ile gelen kimsenin yüzüne benziyor, diye sorar. Ona, ben senin salih amelinim der. Bu sefer o kişi: Rabbim kıyameti kopart ki ben de aile halkımın yanına ve malıma geri döneyim, diye yakarır.

Kafir Kula :
Yanına iki melek gelir, onu oturturlar ve ona Rabbin kimdir? derler. O da; hah, hah bilmiyorum der. Bu sefer ona: Aranızda peygamber olarak gönderilen bu adam ne idi? derler. O yine, hah, hah bilemiyorum der. Bunun üzerine semadan bir münadî: O yalan söyledi. Ona cehennemden bir döşek yayınız ve ona cehennem ateşine giden bir kapı açınız, diye seslenir. Cehennemin o yakıcı ve kavurucu sıcağı ona gelir. Kabri üzerine öyle bir daralır ki kaburga kemikleri birbirine girer. Son derece çirkin yüzlü, çirkin elbiseli, pis kokulu bir adam ona gelerek; Senin hoşuna gitmeyecek şeyleri müjdelemeye geldim. İşte (dünyada iken) sana vadolunan günün budur, der. Sen kimsin? diye sorar. Senin yüzün kötü şeyler getiren birisinin yüzüne benzer, der. O da: Ben senin kötü amelinim, der. Bu sefer o kimse: Rabbim kıyameti kopartma! der.
Musned, IV, 287, 295-296; Ebû Davûd 4753./ Bu hadisi İmam Ahmed ve Ebu Davud rivayet etmişlerdir. Nesaî ve İbn Mace onun baş taraflarını rivayet ettikleri gibi, Hakim ile Ebu Avane el-İsferayinî, Sahih’lerinde ve İbn Habban da rivayet etmiştir.

Bütün ehl-i sünnet ve hadis ehli bu hadisin gereğini kabul etmişlerdir. Bu hadisin Sahih(-i Buharî)de de destekleyici rivayetleri vardır.


عن عائشة عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : ان للقبر ضغطة ولو كان أحد ناجيا منها نجا منها سعد بن معاذ
{ …. Aişe r.a dan. Rasulullah s.a.v buyurdular ki :
Muhakkakki kabrin bir sıkıştırması vardır. Eğer ondan kurtulacak olan olsaydı, Sa’d bin Muaz olurdu. }
AHMED : 6 / 55 – 23762.N , HEYSEMİ : 3 / 46 – 4255.N , S.SAHİHA : 1695.N

{ … Enes İbni Malik r.a dan :
Peygamber s.a.v buyurdular ki :
Eğer ölülerinizi defnetmeme endişesi olmasaydı, kabir azabından sizlere işittirmesi için muhakkak Allah’a dua ederdim. }
MUSLİM : 8.C.2868.N , AHMED : 6. 21149 , İBNİ EBİ ASIM ES-SÜNNE : 868.N , İBNİ EBİ ŞEYBE MUSANNEF : 3/373


{ … İbni Abbas r.a şöyle demiştir :
Peygamber s.a.v iki kabrin üzerine uğradı da :
- Bu iki kabrin içerisindekiler muhakkak ki azab olunuyorlar. Halbu ki büyük bir şeyden dolayı da azab olunmuyorlar,buyurdu. Sonra da :
- Bunlardan birisi koğuculuk ederdi, diğeri de idrarından sakınmazdı, buyurdu.

Ravi dedi ki : Bundan sonra rasulullah s.a.v bir yaş çubun aldı,onu iki parçaya böldü, sonra o parçalardan her birini bir kabrin üzerine dikti. Sonra da : Bunlar yaş kaldıkları müddetçe umulur ki bu kabir sahiplerinden azab hafifletilir, buyurdu. }
BUHARİ : 3.C.1300.S , İBNİ MACE : 1.C.347.N ,MUSLİM : 1.C.292.N


﴿ سُؤَال الَمَلَكَيْنِ الْمَيِّتِ فِي الْقَبْرِ وَهُوَ فِتْنَتُهُ ﴾

“İki meleğin, kabirde, ölüye sorguya çekmesi ve bunun, ölü için bir fitne olması ile ilgili hadisler"
Bu iki melek, insanlara, bilmedikleri ve görmedikleri bir şekilde göründüklerinden “Münker” ve “Nekir” isimleriyle isimlendirilmişlerdir.

Konu ile ilgili hadisler için : Buhârî, Cenaiz 66, 85, 86, Meğazi 44; Muslim, Küsuf 3, Cennet 70 (2870), 73 (2871); Ebu Dâvud, Cenaiz 72, Sunnet 27; Tirmizî, Cenaiz 70; Nesâî, Cenaiz 109-110, 113, 115; İbn Mâce, Zuhd 32; Musned: 2/146, 172, 3/3, 4, 126, 233-234, 346, 4/63, 139-140, 352, 6/252; Taberânî, el-Kebir, el-Evsat; Hâkim, Mustedrek, 1/370; Bezzâr; Beyhakî, Kitabu azabi’l-kabr, s. 21, 26, 38; İbn Ebi Dunya; İbn Ebi Hâtim

Suyûtî (ö. 911/1505) “Şerhu’s-Sudûr”da aynen şöyle der:
“Kabrin fitnesi, iki meleğin (ölüyü) sorguya çekmesidir. İki meleğin kabir de ölüyü sorguya çekmesi ile ilgili Enes, Berâ’ b. Âzib, Temîm ed-Dârî, Beşîr b. Ekâle, Sevbân, Câbir b. Abdullah, Abdullah ibn Revâha, Ubâde b. es-Sâmit, Huzeyfe, Hamza b. Hubeyb, Abdullah ibn Abbâs, Abdullah ibn Amr, Abdullah ibn Ömer, Abdullah ibn Mes’ud, Hz. Osmân, Hz. Ömer, Amr b. el-Âs, Muâz b. Cebel, Ebu Ümâme, Ebu’d-Derdâ’, Ebu Râfi’, Ebu Saîd el-Hudrî, Ebu Katâde, Ebu Hureyre, Ebu Musa el-Eş’arî, Esmâ’ bint. Ebi Bekr, Hz. Aişe’den naklen gelen hadisler, tevatürdür.”

“ Allah onu – yani Musa’yı – onların kurdukları tuzakların kötülüğünden korudu ve Fravn ailesini azabın en kötüsü kuşattı.Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet koptuğu gün de,Fravn ailesini azabın en çetin yerine sokun denir.”
(Mu'min 45-46)

Bu Ayet’i kerimelerde zikredildiği gibi, Fravn ailesi kıyametten önce kabirlerinde sabah akşam azaba sunulmaktadırlar. Kıyamet koptuktan sonra ise ikinci bir azabtan ve bunun da şiddetinden bahsedilmektedir.

{ … Bera İbni Azib r.a dan : peygamber s.a.v :
“ Allah iman edenlere dünya hayatında da ahirette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder.Allah zalimleri ise şaşırtır.Allah dilediğini yapar. “ Ayet’i kabir azabı hakkında indi.
Kabirde ölüye : Rabbin kimdir ? diye sorulur. O da : “ Rabbim Allah ve Peygamberim Muhammad s.a.v dir “ der. İşte bu,Aziz ve Celil olan Allah’ın : “ Allah iman edenlere dünya haya-tında da ahirette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder…. “ Ayetindeki sabit kavlin delalet ettiği sözdür“ buyurdu. }
Muslim : C.8 ; Hadis no : 2871

{ … Rasûlullah'ın zevcesi mü'minlerin annesi Aişe R.A'dan şöyle haber verdi : Rasûlullah s.a.v namaz'ın sonunda :

" Allah’ım ! kabir azabından sana sığınırım. Mesih deccalin fitnesinden sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Allahım ! günahtan ve borçlanmaktan sana sığınırım “ diye dua ederdi. Biri kendisine :
" Yâ Rasûlullah borçtan ne de çok istiaze ediyorsun " dedi. Bunun üzerine :
" İnsan borçlandığı vakit söz söyler de yalan uydurur, söz verir de sözünde durmaz " buyurdu. }
Buhari : C 2 , Hadis No 820 ; Muslim : C 2 ; Hadis No 589

Kabir Herkese Daralır

îmam Ahmed, Hakim-İ Tirmizi, Beyhaki, Huzeyfe 'den rivayetlerine göre şöyle demiştir:
Bir cenazede Rasûlullah ile beraberdik, kabre vardığımızda Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) kabrin kenarında oturdu, sık sık kabrin içine bakmaya başladı ve sonra şöyle buyurdu:
Burada mümin Öyle sıkıştırılır ki damarları ve kasları şiddetten kopar. Kâfir ise üstü ateşle dolar.
imam Ahmed, Ibn-i Cerir, Beyhaki (Radıyallahû anhâ)'dan vâyet ettiklerine göre Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ; Şöyle buyurdu:
Kabrin öyle bir sıkıştırılması vardır ki, eğer kimse ondan tulabilseydi Sa'd ibn-i Muâz da kurtulurdu.
îmam Ahmet, Hakim-i Tirmizi, Taberani, Beyhaki, Câbir bin Abdullah’dan rivayet ettiklerine göre:
Sa'd bin Muâz defnedildiği zaman peygamber teşbih getirdi. Millet de uzun uzun teşbih getirdiler. Sonra tekbir getirdi Millet de tekbir getirdi, «ya Rasûlallah neden teşbih getirdin» dediler. Buyur­du ki:
Bu salih adama kabir çokça sıkıştı. Sonra Allah sıkıntısını gi­derdi.
Said bin Mansur, Hakim-i Tirmizi, Taberani, Beyhaki, ibn-i Ab-bas (Radıyallahû anhuma)'dan rivayet ettiklerine göre;
Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Sa'd bin Muâzı defnet­tiği zaman kabrinin başında durdu. «Eğer kabrin sıkıştırmasından bir kimse kurtulsaydı Sa'd kurtulurdu. O bir sefer sıkıştırıldı sonra gevşetildi» diye buyurdu.
Nesai ve Beyhaki Abdullah bin Ömer (Radıyallahû anhuma) ta­rikiyle Rasûlullah (Sâllallâhû Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettikle­rine göre:
Sai'd bin Muâz (Radıyallahû anh) 'in ölümü için Arş sevincinden titredi, semânın kapıları ona açıldı. Ve yetmiş bin melek cenazesine hazır bulundu. Bunun beraber o da kabir sıkıntısını çekti. Sonra genişlenerek ona ferah verildi.
Hâkim-i Tirmizi, İbni Ömer (Radıyallahû anhuma)'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Sad bin Muâz'ın kabrine girdi ve içinde biraz durdu. Çıkınca:
«Yâ Rasûlullah niye kabirden geç çıktın?» dediler.
Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) cevaben:
«Kabir daraldı. Genişlemesi için Allah'a dua ettim» diye buyurdu.
Hakim-i Tir
mizi ve Beyhaki, ibn-i îshak yoluyla Umeyye bin Abdullah'dan rivayet ettiklerine göre;
Sa'd'ın bâzı akrabalarından, Rasûlullah'ın «Sa'd için kabir daraldı» sözünden ne anladınız diye sorulmuş. Onlar cevaben:
Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'e ne kastettiği soruldu, küçük taharetten kusurlu davrandığından dolayı kabir ona sı­kıştı diye buyurdu, demişler.

Taberani, Enes (Radıyallahû anh) 'den şöyle rivayet etmişti»:
Rasûlullah'ın kızı Zeyneb vefat edince Rasûlullah'a vardık. Mah­zun olduğunu gördük. Kabrin yanında oturdu ve göğe bakmaya baş­ladı. Sonra kabrin içine indi. Mahzunluğu devam ediyordu. Kabirden çıkınca sevinçli olduğunu gördük. Hemen sebebini sorduk. Cevaben, kabrin darlığını ve Zeyneb'in zayıf olduğunu düşünüyordum. HafifIenmesi için dua ettim. Kabul oldu. Amma yine de ins ve cinnin hari­cinde her şeyin duyacağı bir bağırmaya sebeb olan kabir daralma­sından kurtulamadı» buyurdu.
Yine sahih bir senedle Ebû Eyyub'dan rivayet edildiğine şöyle demiştir:
Küçük bir çocuk defin edildi. Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi Sellem) :
«Eğer kabir daralmasından kimse kurtulsaydı bu çocuk kurtula­caktı dedi.

Saîd bin Mansûr ve İbn-i Ebi Dünya Za'zan'dan rivayetine göre, İbni Ömer (Radıyallahû anhuma) dedi ki:
Rasûl-u Ekrem kızı Rûkiye'yi defin edince kabrin yanında otur­du. Yüzünden sevinçli olmadığı belirleniyordu. Sonra sevinmeye baş­ladı. Bunun üzerine Ashabı Kiram'dan bâzıları sebebini sordular. Cevaben «Kabrin sıkıntısı ve Rukiye'nin zayıflığını hatırladım. Ko­laylaşması için dua ettim, kabri genişledi. Allah'a yemin ederim ka­bir onu öyle sıkıştırdı ki yer ve göklerin arasındaki her şey ısıttı, diye buyurdu.

Hennad bin Sırrı Zühd'de İbn-i Ebi Melike'den rivayete göre şöyle demiştir:
Kabrin sıkıştırmasından hiç kimse kurtulmaz. Sa'd bin Muâz Cennette, bütün dünyadan daha hayırlı mendillere sahip olduğu hal­de yine kabrin ilk sıkışmasından kurtulamadı.
[Bu, Muslim ve Buhari'nin Sahih bir senedle rivayet ettikleri hadise İşaret­tir. Berra' ( Radıyallahû anhl'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (Salla­llâhû Aleyhi ve Seli em)'e İpek bir kaftan hediye edildi. Sahabeler, giyip güzellik ve yumuşaklığından hayrette kaldılar. Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) «Neden hayrette kalıyorsunuz. Allanın Cennetteki mendiller) bundan daha güzel ve daha yumuşaktır» buyurdu). ’den ağladığım sorunca, kabrin daralmaması için, çocuğa şefkatden ağladım» dedi]

Yine Hennâd'ın, Hasan (Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre:
Rasûlullah Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Sa'd bin Muâz defin edilince şöyle buyurdu:
Sa'd kabirde öyle sıkıştırıldı ki, bir kıl kadar înceldi. Allah'dan bu sıkıştırılmanın kolay geçmesi için dua ettim.
Ve bu sıkışmanın sebebi de bevl'den kendini korumadığındandır.

îbn-i Said , Saîd' el Makberi'den rivayet edip dedi ki:
«Eğer kabrin sıkıştırmasından bir kimse kurtulsa idi Sa'd, de kur­tulacaktı. O kabirde öyle sıkıştırıldı ki kaburgaları birbirinden geçti. Bunun sebebi ise küçük abdeste dikkat etmediğidir.
Abdurrezzak ...Mücahid'den rivayet edip dedi ki, peygamber­den duyduğumuz en şiddetli hadis, Sa'd ile ilgili hadis ve kabir du­rumunu bildiren hadistir.
Ali bin Mabed «Taat ve İsyan» kitabında îbrâhim el-Ganeyi ta­rikiyle bir adamdan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Ben Âişe (Radıyallahû anhâ) 'nın yanmda idim. O anda oradan bir çocuğun cenazesi geçiyordu. Âişe (Radıyallahû anhâ) ağladı, Ömer bin Şeybe, Enes (Radıyallahû anh)'den rivayet ettiğine gö­re;
Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
Kabrin şiddetinden Esed'in kızı Fâtıma'dan başka hiç kimse kur­tulamadı, diye buyurdu. Oğlun Kasım da mı kurtulmadı? diye sor­dular :
Hayır oğlum İbrahim de kurtulmadı, diye buyurdu. İbrahim oğullarının en küçüğü idi.

Başka bir rivayette Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Sa'd'ın kabri başında ayakta iken şöyle buyurdu: «Sa'd öyle bir sıkıştırıldı ki, eğer ameliyle biri kurtulsa idi Sa'd kurtulacaktı.

îbn-i Asakir ve ibn-i Ebi Dünya, Abdulmecid bin Abdülaziz'den, o da babasından rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:
İbn-i Ömer'in kölesi Nâfi sekerâta girince ağlamaya başladı, ni­ye ağlıyorsun? diye sorulunca
«Sa'd bin Muâz'ı ve kabir şiddetini hatırladım» dedi.
Zübeyr bin Bekkâr «Münkıyat» adlı kitapda îbrâhim bin Muhammed bin İshak'dan rivayet ettiğine göre Abdullah bin şöyle dedi:
Sa'd bin Muâz vefat etti. Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sel­lem) de cenazeye hazır bulundu. Cenazeyi kabre taşırlarken Rasûlullah geride- gecikti. Bunun üzerine (sahabeler) durdular ve Rasûlullah onlara kavuştu.
(Ashab) neden geride geciktiğini sordular
Rasûlullah cevaben: «Sa'd'ın kabirde sıkıştırıldığını işittîm de onun için geciktim.»
Onlar : «Yâ Rasûlullah, Arş Sa'd için sallandı. Bu durumda olan bir kim­se kabir sıkıntısını çeker mi?» diye sordular.
Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
«Evet. Sa'd mi efdal, yoksa Zekeriya Peygamber mi efdaldır? Al­lah'a yemin ederim ki, Zekeriya arpa ekmeğinden bir defa doyun­caya kadar yediği için o da kabir daralmasını çekmişti,» dedi.
Ben diyorum ki bu hadis Münkerdir. Senedinde iki halka kopuk­luk var ve meşhur olan odur ki, peygamberler kabir cezasını çek­mezler.

Ebu'l-Kasim es-Sadi «Ruh» kitabında demiş ki:
Ne salih, ne de salih olmayan hiç kimse kabrin daralıp sıkıştır­masından kurtulmaz. Mümin ile kâfir arasındaki fark ise, kâfirin sıkıştırılması devam eder, müminin ise başta daralır, sonra ferah­lanır.
Hakim et-Tirmizi demiştir ki:
Kabir sıkıştırılmasının sebebi kulların mutlaka bir hatayı işlemeleridir. Kabrinde sıkıştırılması bu hatâya keffârettir. Sonra rah­met imdada gelir.
Sa'd küçük abdestten taksirat yaptığı için sıkıştırıldı.
Peygamberler hakkında ise kabrin sıkışmasını bilmiyoruz-ve ma­sum oldukları için onlara sual de yoktur.
îmam Subki, «Bahr'ul-Kelâm»da dedi ki:
«Muti» kullara kabir azabı yoktur, ancak kabrin sıkışması vardır. Kul, bunun şiddet ve korkusunu hisseder. Çünkü gerektiği gibi ni­mete şükür etmemiştir,
ibn-i Ebi Dünya, Muhammed et-Teymi'den rivayet ettiğine göre şöyle denilmiştir:
Kabir azabının sebebi kabrin insanların anası olmasındandır. Ve insanlar ondan yaratılmışlar. Uzun zaman analarından uzakta kaldıklarından kabir, ananın kucaklaması gibi, onları kucaklar. Tıp ki çocuğunu bulmuş ana gibi... İşte kim ki, Allah'a itaat etmişse, bir onu şefkat ve yumuşaklıkla kucaklar. Kim ki, isyan etmişse kg bir onu kızgınlık içinde kucaklar. Kabir bu işi Allah için yapar.
[ İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman Yayınları: 193-199.]

Faidelî Bir Mesele

Bâzı âlimler demişler ki;
«Kim bir günahı işlese o günahın cezasından on şeyle muaf bilir.
Tevbe edip istiğfar ederse... o günaha bedel iyiliklerde bulunup günahın yok olmasına çalışırsa...
Ve dünyada musibete düçâr olup, günahına kefaret olursa... Ve­ya kabirde sıkıştırılıp günahına kefaret olursa... ,
Mümin kardeşleri onun için duada bulunsa... veya onun için istiğfarda bulunsalar... veya amellerinin sevabını ona hediye etse­ler... veya kıyamette şiddetlere düçâr kalıp günahına kefaret olur­sa;... veya peygamberin şefaati imdadına yetişirse... Bu on şekilde kurtulabilir.
Beyhakî, ibn-i Mende, Deylemi, ibn-i Necar, Saîd bin Museyyib (Radıyallah'û anh)'dan rivayet ettiklerine göre, Hz. Âişe (Radıyal-lahû anhâ) Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'a şöyle demiştir:
— Yâ Rasûlullah; Bana Münker-Nekirin sesinden ve kabrin sı­kıştırmasından söz ettiğinden bu yana hiç bir şeyden yararlanamı­yorum.
— Ey Âişe! Münker-Nekir'in sesi, müminler kulağında gözdeki sürme gibidir. Kabrin sıkıştırması ise şefkatle ananın kucaklaması gibidir. Çocuğu başının ağrıdığını ona anlatır. O da yumuşaklıkla ba­şını okşar. Fakat Ey Âişe, ne yazık o kimselere ki, Allah'dan şikâyet ederler. Taş, yumurtanın üstüne düşüp onu ezdiği gibi kabirlerinde ezilirler.

Ebû Nuaym'in «Hüye»de Abdullah bin eş-Şağir'den rivayet etti­ğine göre, Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) dedi ki:
«Son hastalığında kim İhlâs sûresini okursa kabir fitnesinden emin olur- ve kabrin daralıp sıkıştırılmasından da emin kalır. Kıyamet gününde melekler onu avucuna alarak Sırattan geçirip Cennete korlar.
îbn-i Ebi Dûnya, «Kabirler» kitabında demiş ki:
Ölünün kabirde ilk olarak hissettiği şey, ayaklarının yanında bir kımıldanmanın varlığıdır. O zaman meyyit bağırıp o şeye «neci­sin diye sorar, cevaben:
«Ben senin amelinim» diye söyler.
îbn-i Ebi Dünya, Yezid, er-Rakkaş'dan rivayet ettiğine göre O demiş ki:
Ölü kabre konulunca amelleri onu sarar. Cenab-ı Hak (Celle Celâluhu) onun amellerini konuşturur. Onlar;
«Ey bu çukurda dostlarından ayrılıp yalnız kalan kul! Bugün bizden başka dost ve arkadaşın yoktur» derler.

Ata bin Yesar'dan rivayet edildiğine göre Meyyit kabre bırakılınca ilk olarak ona varan şey amelidir. Sol baldırına dokunup, «senin amelinim» der. Meyyit kendi amelinden sorar:
— Benim ehlim, çocuklarım, aşiretim ve nimetlerim nerde kal­dılar?
Ameli cevaben:
— Onlar seni unutup terk ettiler. Benden başka seninle kabre giren olmadı, der.
Meyyit o zaman :
— Keşke dünyada seni ehlime, evladlarıma ve aşiretime tercih etseydim, der.
Başka bir rivayette de ölü kabre girince dünyada Allah'daiî baş­ka neden korkmuşsa o şeyle korkutulur. O şey ona temessül eder.
Tirmizi, Hasen gördüğü bir rivayetle Ebû Said (Radıyallahû anh)' dan nakline göre, Rasûlullah {Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­yurdu :
«Lezzetleri yıkan ölümü hatırlayınız. Zira kabir, her gün ko­nuşarak şöyle der: 'Ben gurbet ve yalnızlık eviyim. Ben topraktan bir evim. Ben böcekler eviyim.'
Mümin kul defin edilince' kabir ona «enlen merhaba» diyerek «üzerimde yürüyenlerin en sevimlisi sensin. Benimle başbaşa kaldı­ğında sana ne yapacağımı göreceksin,» der. Sonra, gözü kestiği ka­dar kabir ona genişleyip Cennete bir kapı açılır.
Zâlim veya kâfir ise, defin edilirken kabir «merhaba olmasın. Üzerimde yürüyenlerden en nefret ettiğim can sensin. Benimle baş­başa kaldığında sana ne yapacağımı göreceksin.» Kabir, onu öyle sıkıştırır ki kaburgaları birbirine geçer.
(Ravi dedi ki, Peygamber (Sallallâhû'Aleyhi ve Sellem) parmak­larını birbirine geçirerek böyle olur, buyurdu.)

Kabirde ona pis koku salan yetmiş ejderha eşlik edecekler, eğer birisinin üfürüğü yere isabet etseydi, yer yüzünde bitki bitmezdi.
Hesaba çekilinceye kadar onu rahatsız edip, kendisini parçalaya­caklardır.
Râvi dedi ki: Rasûluliah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)
«Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çu­kurlarından bir çukurdur,» diye buyurdu.
Taberani, «Evsat»da Ebû Hureyre Radıyallahû anh)den rivâyet ettiğine göre şöyle dedi:
«Bir cenaze ihtifalinde Rasûlullah Sallallâhû Aleyhi ve .Sellem)| ile beraber gittik. Kabrin yanma oturdu ve şöyle dedi:
«Her gün bu kabir anlaşılır bir lisanla şöyle çağırır: 'Ey Âdem oğlu! Nasıl beni unuttun, benim yalnızlık ve gurbet diyarı olduğumu bilmiyor muydun?. Ben, vahşet ve kurt diyarıyım, dar bir menzilim. Ancak Cenâb-ı Hak (Celle Celâluhu) benim geniş olmamı emrettiği zaman genişlenirim.'
Sonra Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) dedi ki: «Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çu­kurlarından bir çukurdur.»
Rasûlullah , Ebu Hacâc-es-Semâli'den rivayet edildiğine (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle ferman etti:
Ölü kabre konulunca, kabir ona der ki:
«Yazıklar olsun, benim fitne, zulmet, yalnızlık Ve kurtlar diyarı olduğumu bilmiyor muydun? Ey Âdem oğlu üzerimde neşeyle gez­diğin zaman beni nasıl unuttun.»
Eğer ölü salih birisi ise kabre karşı şöyle sorulup: «Bu adam em­ri marufu işlemişse, münkerden kaçmışsa yine ona öfkelene­ceksin»
Kabir cevaben, «Öyle ise yeşilliğe dönüşürüm.! Cesedi nura dö­nüşerek ruhu öylece Allah'a doğru yükselir» der.
İbn-i Mendeh «Ruhlar» babında Mucâhid tarikiyle Berâ bin Azib (Radıyallahû anh)'den o da Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sel­lem) 'den naklettiklerine göre:
«Mümin sekerâta girince, güzel surette, güzel kokuyla ona bir melek gelir. Ruhunu kabz etmek için yanma oturur. Cennetten bir tabut ve kefenle iki melek daha gelir. Bunlar biraz uzakta oturur­lar. Ölüm meleği ruhunu çıkarınca uzakta duran o iki melek acele ile onu alırlar, onu ilaçlarlar. Ve iyice kefenlerler. Sonra semaya yük­seltirler. Semanın kapısı ona açılır. Melekler onun semaya çıkmasıyla birbirlerine müjde verirler:
«Bu güzel ruh kimindir ki semanm kapısı ona açıldı» derler. Ve dünyada iken en güzel ismiyle onu isimlendirirler.
Öylece semadan semaya yükselterek Cenâb-ı Hakk'm huzuruna eriştirirler. Ve ameli Âla'yı İlliyine bırakılır. Cenâb-ı Hak (Celle Ce­lâluhu) o meleklere:
«Siz şâhid olun ki ben bu amelin sahibini affettim.» der. Kitabı mühürlenir ve illiyine (en yüksek makama) konulur.
Sonra Cenâb-ı Hak «kulumun ruhunu yere götürün» der. «Zira onlara öyle söz vermiştim.» Kabre konulunca kabir der
«Üstümde iken en sevimli idin. Şimdi içime düştün. Sana yapa­cağımı göreceksin.» Gözünün kestiği kadar ona genişlenir. Ayakları tarafından Cennete bir kapı açılır. «Allah'ın sana hazırladığı mükafatı gör» denilir. Sonra baş ucunda bir pencere açılır. Cehennemi de gör. Allah seni nasıl kurtarmış, uykuya dal» denilir. Bundan sonra meyyit için en sevimli şey kıyametin kopmasıdır.

İbn-i Ebi Dûnya, Abdullah bin Ebi Ubeyd (Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle ferman etti:
«Ölü kabirde oturur, kabri başındakilerin ayak sesini işitir, onun­la ilk önce kabri konuşur ve şöyle der:
'Yazıklar olsun sana ey Âdem oğlu! Acaba darlığımdan, şidde­timden, korkulu ve kurtlu oluşumdan dünyada iken hiç uyarılmadın mı? Sen buraya hazırlandın. Bana ne hazırladın?
İbn-i Ebi Şeybe Musannaf adlı kitapta Abdullah bin Ömer radıyallahû anh) 'den rivayet edip dedi ki:
Kul kabre konulunca kabir onunla konuşur:
«Ey Âdem oğlu yalnızlık, karanlık ve hak diyarı olduğumu bil­miyor muydun? Seni kandıran neydi ki, sevinçli olarak etrafımda gezerdin.»
Eğer ölü mümin ise kabir ona genişlenir, yeşilliğe dönüşür ve ruhu Cennete yükselir.
Yine İbn-i Ebi Şeybe, Yezid bin Şecere'den rivayet ettiğine göre kabir kâfirlere der ki:
«Karanlıklı olduğumu, vahşetli, yalnızlık ve dar bir yer olduğu­mu düşünmüyor muydun? Gam ve kederli olacağımı hatırlamıyor muydun?»
Yine ibn-i Ebi Şeybe, Ubeyd bin Ömer'den rivayet ettiğine göre kabir insana şöyle der:
«Ey Âdem oğlu! Bana neyi hazırladın. Yalnızlık, gurbet ve kurt­ların menzili olduğumu bilmiyor muydun?»
îbn-i Ebi Dûnya, Ubeyd bin Umeyr'den rivayet ettiğine göre; içinde defin edilen çukur (kabir) kendisine varan herkesle mutlaka şöyle konuşur:
«Ben karanlık, yalnızlık menziliyim. Eğer dünyada Allah'a itaat edenlerdensen, sana rahmet mekânı olurum. Allah a isyan edenlerdensen ben sana bir bela bir musibet olacağım. Ben mutîlerin sevineceği, âsilerin helak olacakları bir mekânım.»
Câbir'den merfûan rivayet edildiğine göre:
Kabir konuşacak bir lisana sahiptir. Ve şöyle der:
«Ey insan oğlu! Beni nasıl unuttun? Vahşetli, gurbetti, kurtlu bir mekân olduğumu bilmiyor muydun?
Ebû Bekir bin Abdülaziz bin Cafer el-Hambeli, «El-Mesâni» ki­tabında müttesil bir sened ile Berrâ Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre;
Bir cenaze merasiminde Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sel­lem) ile beraber çıktık. Kabir henüz tamamlanmamış idi. Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) oturdu. Biz de onun etrafında oturduk. Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) dedi ki:
«Meyyit kabre bırakılınca yer onunla konuşur: «Vahşet, gurbet, ve kurtlar diyarı olduğumu bilmiyor muydun? Bana ne hazırladın» diye sorar.
Beyhaki Şuab'de Bilal bin Sa'd'dan rivayet edip dedi ki: Hergün kabir şöyle sesleniyor:
«Ben gurbet, kurt ve vahşet diyarıyım. Ben Cehennem çukurla­rından bir çukur veya Cennet bahçelerinden bir bahçeyim.» Mümin kabre konulunca kabir onunla konuşur: «Vallahi üstümde gezerken bana en sevimli idin. Şimdi içime düştün. Sana ne yapacağımı bundan böyle göreceksin, der ve gö­zünün kestiği kadar ona genişlenir.
Kâfir kabre konulunca, kabir ona da şöyle seslenir: «Vallahi üstümde gezerken bana en fazla nefret veren kişi sen­din. Şimdi ise, içime düştün. Sana ne yapacağımı göreceksin» der ve onu öyle sıkıştırır ki, kaburgaları birbirine geçer.
Deylemî, ibn-i Abbâs (Radıyallahû anhuma) 'dan rivayet ettiğine göre Rasûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kabirleriniz için hazırlanınız. Çünkü kabir hergün yedi sefer şöyle der ki
'Ey zayıf olan insanoğlu! Bana gelmeden önce, kendine acı ki, ben de sana acıyayım.»
İbn-i Ebi Dûnya «Kabirler» kitabında ve ibn-i Mende Zer'den rivayet ettiklerine göre demiş ki:
Mümin kabre konulunca kabir ona şöyle seslenir:,
«Allah'a itaat edenlerden misin, yoksa isyan edenlerden misin?» Eğer salih biri ise, kabir köşesinden biri kabre, «yeşilliğe dönüş, ona rahmet ol» emrini verir, «Sana gelen en iyi bir kuldur. Çok se­vimli biridir» der. Toprak da «işte şimdi ikrama müstahak oldu» der.
İbn-i Ebi Dünya «Kabirler» kitabında Muhammed bin Subayh'den rivayet edip şöyle demiştir:
Ölü kabre konulup azaba (işkenceye) verilince, ondan daha ön­ce ölen komşuları ona:
«Ey bizden sonra dünyada yaşayan komşu! Bizim ölümümüzden sana ibret olabilecek bir şey olmadı mı? Senden önce ölümümüz sa­na bir fikir vermedi mi? İşimizin sona erdiğini görmedin mi? Tüm bunlara rağmen işini ciddiye almayıp erteliyordun ve yapman gere­kenleri ifâ etmeye özen göstermiyordun» derler.
Kabir dahi, ona şöyle der-.
«Ey üstümde mağrurcasına dolaşan insan! Daha Önce içime dü­şen akrabalarından ibret almadın mı? Onlarında gafil dolaşıp er geç bana vardıklarını görmedin mi? Ecelleri onları kabre götürürken, dostları onları teşyi* ederken görmedin mi?»
Süfyân es-Sevri demiştir ki
«Kim dünyada, kabirden çok bahsederse, kabir ona Cennet bah­çelerinden bir bahçe olur. Kim kabirden habersiz ve gafil olursa ka­bir ona Cehennem çukurlarından bir çukur olur.»
Hatib el-Bağdad «Tarihi»nde Yezid er-Rekkaş'dan rivayet edip dedi ki:
Ölü kabre konulunca amelleri onu sararlar. Allah onları şöyle konuşturur:
«Ey bu çukurda yalnız kalan! Dostların ve ehlin seni yalnız bı­raktılar; bizden başka bugün herhangi bir dostun yoktur.»
Ravi dedi ki: Yezid bunu derken, ağlamaya başladı. Ve şöyle devam etti:
«Müjdeler olsun o kimseye ki, amelleri salih olup ona eşlik eder. Meyi olsun o kimseye ki, amelleri kötü olup ona eşlik eder.
Beyhaki «Şuab-ı İman»da Enes bin Mâlik (Radıyallahû) 'dan rijvâyet ettiğine göre şöyle demiştir: .
«Size duymadığınız, bilmediğiniz çok önemli iki gün ve iki ge­ceden haber vereyim mi? Bu iki günden biri, Allah tarafından elçinin ya beraat veya cezayı getirdiği gündür. İkinci gün ise Allah'ın hu­zurunda kişinin hesaba çekileceği gündür. O gün kitabı ya sağına veya soluna verilir. İki geceden ilki ise, kabre ilk misafirlik gecesidir. ikincisi de Haşır arefesi olan gecedir.»

[İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman Yayınları: 199-207.]


KABİR SUALİ

Ehli sünnet ve'l-cemaat, Öldükten sonra her insanın sorguya çekileceği konusunda ittifak etmişlerdir.
İster kabre konulsun veya konulmasın, isterse yırtıcı hayvanlar yesin veya kül oluncaya kadar ateşte yansın, isterse de havada toz olsun veya denizde boğulsun, mutlaka yaptığı işlerden sorulacak; yaptığı hayırla mükâfat, yaptığı kötülükle de ceza görecektir. Nimet veya azab ruh ve bedene beraberce uygulanacakur.
İbn Kayyım şöyle demiştir: "Ümmetin öncekileri ve önderleri, kişinin, Öldüğü zaman nimet veya azab içinde olduğu görüşündedirler. Bu nimet veya azab rûh ve bedene beraberce uygulanır. Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra, nimet veya azab içinde devam eder. Ruh bazen bedenle birleşir, onunla nimet veya azab meydana gelir. Sonra büyük kıyamet olduğu zaman ruhlar bedenlere döndürülür. Alemlerin Rabbi için kabirlerden kalkarlar. Bedenlerin tekrar yaratılması müslüman, yahudi ve hıristiyanlar arasında ittifak konusudur."

Mervezî şöyle demiştir: Ebû Abdullah; "kabir azabını ancak sapmış ve saptırılmış kişiden başkası inkâr etmez," demiştir.
Ahmed bin Hanbel demiştir ki: "Ebû Abdullah'a kabir azabı hakkında sordum. Şöyle dedi: "Bunlar sahîh hadisler olup inanmak ve kabul etmek gerekir. Biz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen hadisleri kabul etmeyip reddedersek Allah'ın emrini reddetmiş oluruz: "Rasûl size ne verirse, onu alınız. "(Haşr:7)
Ebû Abdullah'a dedim; "kabir azabı hak mıdır?" "Evet haktır. Kabirde azab görürler," dedi.
Hanbel demiştir ki: Ebû Abdullah'tan işittiğime göre, şöyle demiştir:
"Kabir azabına, Münker ve Nekir'e inanırız. Kul, kabirde sual olunur: "Allah inananları dünya hayalında ve ahirette (kabirde) şahadet kelimesi ile sabit kılar."(ibrahim: 27.)
Ahmed bin Kasım dedi ki:

"Ebû Abdullah'a Münker, Nekir ve kabir azabı hakkında rivayet olunanları kabul ediyor musun?" diye sordum. "Subhânallah... kabul ediyor ve biz de aynı şeyi söylüyoruz," dedi. "Peki, Münker ve Nekir'in veya iki meleğin kabirde soru soracağını kabul ediyor musun," diye sordum. "Evet, Münker ve Nekir'dir" dedi. "Münker ve Nekir hakkında hadis yok, diyorlar," dedim. "Durum aynıdır, yani o iki melek Münker ve Nekir'dir" dedi.
Hafız, "Fetih" kitabında şöyle demiştir "Ahmed, İbn Hazm ve Ibn Hübeyre; kabir sualinin, ruh, cesede dönmeden sadece ruha olacağını söylemişlerdir. Alimlerin çoğunluğu onlara muhalefet ederek şöyle demiştir:
"Hadiste geçtiği gibi ruh cesede veya cesedin bir kısmına iade olunur. Eğer sadece ruha sual olsaydı, beden kelimesi özellikle getirilmezdi. Ölünün vücudunun dağınık olması ruhun iadesine mani değildir. Çünkü Allahu Teâlâ cesedin parçalarını bir araya getirmeye kadir olduğu gibi, cesedin parçalarından birisine hayat iade edip ona sual sormaya da kadirdir."
Sualin sadece ruha vâki olduğunu söyleyenlerin sözleri şudur:
"Ölü kabirde sorguya çekilirken; oturmak gibi, kabrin daralması ve genişlemesi gibi durumların dışında bir halde bulunur. İdam edilen kimse gibi, kabire konmayanlar da böyledir."
Onlara cevaben deriz ki;
"Bu, Allah'ın kudretinde olmayan bir şey değildir. Bilakis adette bile bunun benzerleri vardır. Meselâ uyuyan kimse. Uyuyan, yanındaki farkına varmadan lezzet ve acı duyabilir. Yanmdakinin bundan haberi bile olmaz. Bilâkis uyanık bile, duymak veya düşünmekle elem ve lezzet duyabilir. Esas yanlış, gâibde olan bir şeyi görünenlere, Ölümden sonra olacakları öncekilere kıyas etmekten doğmaktadır. Zahir olan; Allahu Teâlâ, ölülerini gömmemek gibi bir durum olmasın diye kulların gözlerini ve kulaklarını görmek ve işitmekten alıkoymuş, bu meseleleri onlara örtülü bırakmıştır. Dünyaya ait duyuların, Allah'ın dileği dışında melekût alemiyle ilgili işleri idrak etme kudreti yoktur. Bu konuda, alimlerin çoğunun benimsediği bir çok hadis sabit olmuştur.
Meselâ, "Nalinlerinin sesini işitir." "Kabrin daralmasından kemikleri birbirine geçer." "Çekiçlerle ona vurulduğu zaman, sesini işitir." "Kulakları arasına vurulur. "Onu oturturlar."
Görüldüğü gibi hadislerde geçen bütün bu sıfatlar cesetle ilgilidir.

Bu konuda gelen sahih hadislerden bazılarını zikrediyoruz.

1- Muslim'in Zeyd b. Sabit (r.a.)'den rivayet ettiğine göre; o demiştir ki:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Benî Neccâr'a ait bir bostanda iken, üzerine bindiği katır, yana eğilerek Rasûlullah'ı az kalsın yere düşürüyordu. Tam o esnada bir de baktık ki, dört-beş veya altı kişinin kabri gözüktü. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Bu kabirlerde yalanlan tanıyan var mı?" diye sordu.
Adamın birisi; "ben" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Onlar ne zaman öldü?" diye sorunca, adam; "Eşrât olayında," dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Bu ümmet, kabirlerinde imtihan olacak. Ölülerinizi gömmeyeceğinizden korkmasaydım; Allah'tan benim işittiğim kabir azabını size de işittirmesini isterdim."

Sonra yüzünü bize çevirerek "Cehennem azabından Allah'a sığınırız." dedi.
Oradakiler; "Cehennem azabından Allah'a sığınırız" dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Kabir azabından Allah'a sığınırız," dedi.
Onlar "Kabir azabından Allah'a sığınırız," dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Fitnelerin gizli ve açığından Allah'a sığınırız," dedi.
Onlar "Fitnelerin gizli ve açığından Allah'a sığınırız," dediler.

2- Buhârî ve Muslim'in Katade'den, onun da Enes (r.a.)'den rivayet ettiğine göre; Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Kul, kabre konulduktan sonra, arkadaşları oradan ayrılınca kendisine iki melek gelip onu oturturlar ve kendisine; "Bu adam (Yani Muhammed) hakkında ne dersin?" diye sorarlar. O kimse mümin ise; "Onun Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehadel ederim," der. Bunun üzerine kendisine; "Altındaki ateşe bak. Allah onu senin için cennetteki bir yer ile değiştirdi," derler. Mümin bu iki yeri birden görür. Kâfir ve münafığa gelince; kendisine; "Bu adam hakkında ne dersin?" diye sorulur.
O da; "Bilmiyorum, insanların dedikleri gibi derim," diye cevap verince; "Bilmez ve duymaz olaydın," denilir ve kendisine çekiçlerle öyle bir darbe indirilir ki insan ile cinden başka her şey onun kopardığı feryadı duyar."

3- Buhârî, Muslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve İbn Mace'nin, Berâ' bin Azib (r.a.)'len rivayet ettiklerine göre; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Müslüman kabirde sual olunup, "Lâ ilahe İllallah Muhammedun Rasûlullah," dediği zaman; "Allah iman edenleri hem dünyada hem ahirette (kabirde) şehadet kelimesiyle sabit kılar."(ibrahim: 27) ayetinin manası gerçekleşmiş olur."
(Bir rivayette: "Bu ayet kabir azabı hakkında nazil olmuştur. Ölüye; "Rabbin kimdir!" diye sorulunca; "Rabbim Allah, liabibim Muhammed aleyhisselâm," der. Bu da; "Allah iman edenleri hem dünyada hem ahirette (kabirde) şehadet kelimesiyle sabit kılar" ayetinin manasıdır.")

4- imam Ahmed'in "Müsned"iyle, Ebû Hâtim'in "Sahîh"inde geçtiğine göre; Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Ölü, kabrine konduğu zaman, yanından ayrılanların ayaklarının seslerini işitir. Eğer mümin ise, namazı baş ucunda durur. Orucu sağında, zekatı solunda, sadaka olarak yaptığı hayırlı işler, akrabaları ziyaret, iyilik ve ihsanları ise ayak ucunda dururlar.
Başı ucundan ölüye gelindiğinde, namazı; "benim tarafımdan giriş yoktur," der. Sağ tarafından gelindiğinde, orucu; "benim tarafımdan giriş yoktur," der. Sonra ayak ucundan kendisine gelindiğinde, sadakadan yaptığı hayırlı isleri, akraba ziyareti, iyilik ve ihsanları; "bizim tarafımızdan giriş yoktur," derler. Kendisine; "otur," denir. O da oturur.
Güneşin batma durumundaki hali, ona temsil olunur ve adama; "Aramızda bulunan bu adam (Muhammed) hakkında ne dersin? Onun hakkında nasıl şahitlik yaparsın?" diye sorulur.
Adam; "Beni bırakın, namaz kılayım," der. Kendisine; "sen sonra kılacaksın," derler. "Sorduğumuz şeyden bize haber ver, aranızdaki bu adam hakkında ne dersin? Hakkında nasıl şahitlik yaparsın?" Adam; "Muhammed," der. "Onun Allah'ın Rasûlü olduğuna, Allah kalından hakla geldiğine şchadet ederim," deyince, kendisine; "Bu söz üzerine dirildin, bu sözle Öldün, inşâallah bu söz üzerine tekrar dirileceksin," denir. Sonra kendisine cennete giden bir kapı açılır: "Burası oturacağın ve Allah'ın cennette sana hazırlamış olduğu yerdir," denir. Adamın gıpta ve sevinci artar. Sonra kabri yetmiş zira genişleyerek orada aydınlanır. Cesedi, ilk başlangıçta olduğu gibi iade olunur ve ruhu, hoş bir rüzgarın salladığı cennet ağacında asılı bir kuş şeklindedir. Bu durum, "Allah iman edenleri hem dünyada hem ahirette (Kabirde) şehadet kelimesiyle sabit kılar." ayetinin ifade elliği manadır," Kâfir hakkında bunun aksi zikrolunarak şöyle denmiştir:
"Sonra kabri, kemikleri birbirine geçinceye kadar daralır. O öyle zor bir yaşayıştır ki, Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Onun için zor bir yaşayış vardır. Kıyamet günü onu âmâ olarak haşr edeceğiz.''(Ta ha 124)

5- Sahih-i Buhârî'de Semure bin Cundub (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki:
"Nebî aleyhisselam namaz kıldığı zaman, yüzünü bize çevirerek; "sizden biriniz, bu gece rüya gördü mü? diye sordu. Sonra; "eğer rüya gören varsa, anlatsın," dedi. Sonra "mâşâallah" dedi. Bir gün biz sorduk. O, yine; "sizden biriniz bir rüya gördü mü?" dedi. "Hayır," dedik.
Nebî aleyhisselam şöyle buyurdu:
"Bu gece iki adamın bana geldiğini gördüm. O iki adam elimden tutarak beni mukaddes bir yere götürdüler. Bir de ne göreyim; bir adam oturmakta, bir adam ise elinde demirden bir maşa ile ayakta durmaktaydı. Maşayı, ensesinden çıkıncaya kadar adamın avurduna sokuyor, sonra diğer avurduna da bunun gibi yapıyordu. Daha sonra avurdlan birleşerek eski haline geliyor, adam ise aynı şekilde yapmaya devam ediyordu. "Bu nedir?" diye sordum, bana; "gel," dediler. Gittik; sırt üstü yatan bir adamla, başının üzerindeki bir kaya parçasıyla, kendi başına vurup, başını ikiye ayıran bir adamın yanına geldik. Adam başına vurunca taş yuvarlanıyor, taşı almak için gidip dönünceye kadar, başı tekrar birleşerek eski haline dönüyor ve aynı şekilde başına vurmaya devam ediyordu. "Bu nedir?" diye sordum; bana; "gel," dediler. Fırın gibi bir deliğe girdik; üstü dar, altı geniş, allında ateş yanıyor. Bir de baktık ki, içinde çıplak kadın ve erkekler var; altlarından ateş yükseliyor. Ateş onlara yaklaşınca çıkacak gibi oluyorlar. Ateşin şiddeti azalınca tekrar geri dönüyorlar. "Bu nedir?" diye sordum; bana; "gel," dediler. Yürüdük, nihayet kandan bir nehre vardık, fcinde ayakla duran bir adama, önünde taş olan başka bir adam, nehrin ortasında durmaktaydı. Nehirdeki adam gelip dışarı çıkmak isteyince diğeri elindeki taşı ona atarak adamı geri çeviriyordu. Her ne zaman çıkmak istese diğer adam elindeki taşı ona alarak bulunduğu yere döndürüyordu. "Bu nedir?" diye sordum; bana "gel," dediler. Yürüdük, beni, ondan daha güzelini hiç görmediğim bir eve soktular, içinde ihtiyar ve gençler vardı. Sonra oradan beni çıkardılar, daha güzel, daha değerli bir eve soktular.
Ben, "Bu gece beni gezdirdiniz, şimdi bana gördüklerimden haber verin," dedim. "Olur," dediler:
"Gördüğüm avurdu\yanlan kişi, devamlı yalan konuşan çok yalancıdır. Söylediği yalanlar ondan kaldırılarak ufuklara kadar yayılır. Her tarafa yalancı olduğu haberi ulaşır ve kıyamete kadar o kişi böyle muamele görür. Başı yardana gelince; Allah bu kişiye Kur'ân'ı öğrenmeyi nasib etmiş, fakat o gece Kur'ân'dan gafil olarak uyumuş, gündüz de Kur'ân'la amel etmemiştir. Kıyamet gününe kadar o da böyle muamele görür. Fırının içindeki gördüklerin ise; zina edenlerdir. Nehirde gördüklerine gelince; onlar da faiz yiyenlerdir. Ağacın dibindeki ihtiyara gelince; o İbrahim'dir. Etrafındaki çocuklar ise insanların çocuklarıdır. Ateşi yakan, cehennemin bekçisi Mâlik'tir. Birinci ev, bütün mü'minlerin evidir; şu ev ise şehidlerin evidir.
Ben Cebrail'im, bu Mikâil'dir; başım kaldır." "Başımı kaldırdım, bir de baktım ki, bulut gibi bir köşk, bana "bu senin yerindir," diyordu. Ben de; "beni çağırın, yerime gideyim," dedim. "Henüz tamamlamadığın ömrün vardır. Onu bitirdiğin zaman yerine gelirsin," dediler."

îbn Kayyım; "Kabir azabı konusunda bu bir delildir; şüphesiz nebilerin rüyası vahye uygundur," demiştir.

6- Tahavî'nin ibn Mes'ûd (r.a)'dan rivayetine göre; Nebî aleyhissellem şöyle buyurmuştur;
"Allah'ın kullarından bir kula, kabrinde yüz sopa vurulması için emr olunduğunda, adam devamlı olarak cezasının azaltılması için Allah'a dua etmeye başladı. Nihayet cezası bir sopaya indirildi. Sonra kabri ateşle dolduruldu. Ateş yükseldiğinde, ayılarak; "niçin beni dövdünüz?" diye sordu.
Kendisine; "Sen abdestsiz namaz kıldın ve mazlumun yanına uğradın da, ona yardım etmedin," dediler."

7- Enes (r.a.)'dcn rivayet olunduğuna göre;
Nebî aleyhisselam, bir kabirden bir ses işiterek; "Bu ne zaman öldü?" diye sordu. "Cahiliyye devrinde öldü," dediler. Nebî aleyhisselam, böyle olduğuna sevinerek şöyle buyurdu:
"Ölülerinizi gömmeyeceğinizden korkmasaydım kabir azabını size işittirmesini Allah'tan isterdim"
(Hadisi Muslim ve Nesâî rivayet etmiştir.)

8- İbn Ömer (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; Nebî sallallahu aieyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Bu kişi için (Sa'd bin Mu'âz) arş harekete geçip semanın kapıları açıldı; yetmiş bin melek ona şahitlik yaptığı halde, yine de kabir onu sıktı da sonra genişledi."
(Hadisi Buhârî, Muslim ve Nesâî rivayet etmiştir.)

Seyyid sabık ; Fıkhu's -Sunne : 2. C, s.97-101

Esma binti Ebu Bekir radıyAllahu anh şöyle demiştir:
"Güneş tutulması olduğu bir zamanda Aişe radıyAllahu anh namaz kılarken yanına gittim. "Bu halka ne oluyor? (Neden korkuyorlar?)" dedim.
Güneş tutulması meydana geldiğini anlatmak için gökyüzüne başı ile işaret etti. Meğer hep namaza durmuşlarmış.
Aişe radıyAllahu anh:
"SubhanAllah!" dedi.
"Bu bir azab alameti veya kıyametin yaklaşması mı?" diye sordum.
Başıyla: "Evet" diye işaret etti.
Bunun üzerine ta ki terleyinceye kadar ben de namaza durdum. Yanımdaki kırbadan başıma su dökmeye başladım.
Namazdan sonra Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem Allah'a hamd ve sena edip buyurdu ki:
"Cennet ve cehenneme kadar evvelce bana gösterilmiş hiçbir şey kalmadı ki bu makamda görmüş olmayayım. Bana vahyolundu ki siz kabirlerinizde Mesih-i Deccal yüzünden çekilecek imtihanlara benzer yahut ona yakın bir imtihan geçireceksiniz. Kabire girmiş kimseye:
"Bu adam (yani; Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem) hakkındaki ilmin nedir?" diye sorulacak. Mü'min olan kimse:
"O kişi Muhammed'dir. O kişi Allah'ın Rasulüdür. Açık ayetlerle hidayet getirdi. Biz de davetine uyduk. Ve yolunu takip ettik. O kişi Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem'dir" diyecek. Ve bu söz üç kere tekrar olunacak. Ondan sonra o kimseye:
"Öyle ise rahatına bak. O kişinin rasüllüğüne imanın olduğunda şüphe kalmadı" denilecek.
Yok eğer münafık veya kalbinde şek olan birisi ise o soruya karşı:
"Ben ne bileyim, işittim, öteki beriki bir şeyler söylüyorlardı. Ben de söyledim" cevabını verecek."
( Buhari )

Açıklaması :

1 - Güneş tutulduğu zaman kıyamda uzun bir süre kalarak namaz kılmak sünnettir.

2 - Allah, insanı yarattığında ona bazı özellikler vermiştir. Bu hususiyetlerden birisi de korku ve heyecandır. Korku ve heyecan anında abdest alıp her şeyi yoktan vareden Allah'a yönelmek ve namazla O'ndan yardım istemek, böyle kötü hallerin üzerimizden gitmesine vesile olacaktır. Bu, Allah Rasulü'nün bizatihi uygulamasıyla da teyid edilmiştir.

3 - Kabirde hayat, sorgu ve azab haktır. Ölen kimseye kabir sorgusunu münker ve nekir melekleri yapar. Dünyada iken tevhidin manasını bilip tasdik ederek inanan ve bunu hayat pratiğine aksettirenler, kendisine Allah ve Rasulünden gelen her habere kayıtsız şartsız teslim olanlar, kısacası mü'minler bu sorulara kolayca ve tereddütsüz cevab vereceklerdir. Allah'ın dinini inkar edenler veya iman hususunda cehaletleri ve tereddütleri bulunanlar ise kabir suali karşısında şaşkın ve çaresiz kalacaklar, hiçbir şekilde bu sorulara doğru cevab veremeyeceklerdir.



Kabirde Konuşan Genç İle İlgili Dini Hikayeler

Takva sahibi olmak, hayatın her döneminde güzel Ama fırsatlar çağı gençlikte bir başka güzel Güce, kuvvete, güzelliğe rağmen günahlardan sakınanların mükafatı ebedi mutluluk Hayatın baharı şeytana satılmazsa, sonsuz bahar bir adım ötede

Hz Ömer'in (RA) halifeliği döneminde ibadet ehli, son derece takva sahibi bir genç vardı Hz Ömer'in hayret ve takdirle izlediği bu gencin kalbi, Allah ve Rasulü'nün (AS) sevgisiyle doluydu Vakit namazlarında cemaati kaçırmaz, namazdan çıkar çıkmaz evine döner ve ihtiyar babasının hizmetini görürdü

Bu gencin evine giden yolu bir kadının kapısının önünden geçiyordu Kadın her defasında gencin yoluna çıkarak çirkin tekliflerde bulunuyor, fakat genç, Allah korkusundan ona iltifat etmiyordu

Yine bir gün yatsı namazını kıldıktan sonra evine giderken, kadın tekrar karşısına çıktı Bu sefer bütün maharetini kullanarak genci kandırmayı başardıFakat genç, kadının ardı sıra eve girerken birden bire Allahu Tealâ Hazretleri'ni hatırladı ve korkuyla dilinden şu ayet döküldü:

'Takvaya erenler (var ya); onlara şeytandan herhangi bir vesvese iliştiği zaman (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp, hemen gerçeği görürler' (A'raf/201)

Hemen ardından da bayılarak düştü Kadın hizmetçisini çağırdı Genci tutarak evinin önüne getirip koydular Sonra da kapıyı çalarak babasına haber verdiler Babası dışarı çıkınca, oğlunu baygın bir vaziyette kapının önünde buldu Komşulardan bir kaçı genci tutup eve taşıdılar Uzun bir müddet baygın kalan genç kendine gelince, babası:

- Evladım neyin var ne oldu? diye sordu Oğlu:

- Bir şeyim yok dedi Babası:

- Allah aşkına söyle! deyince, oğlu başından geçenleri anlattı Babası:

- Hangi ayeti okumuştun? diye sordu Genç, ayeti okudu ve tekrar kendinden geçti Bir de baktılar ki genç ruhunu teslim etmiş Bunun üzerine genci yıkadılar ve gece vakti götürüp göz yaşlarıyla defnettiler Sabah olunca olay Hz Ömer'e bildirildi Hz Ömer, gencin babasına gelerek başsağlığı diledi ve:

- Bana niye haber vermedin? diye sordu Gencin babası:

- Ey Mü'minlerin Emiri, vakit geceydi dedi Hz Ömer:

- Bizi onun kabrine götürün dedi Hz Ömer ve beraberindekiler gencin kabrine geldiler Hz Ömer (RA):

- Ey filan kişi! Rabbin makamında durmaktan korkanlara iki cennet var (Rahman/46) dedi Kabirdeki genç konuşup:

- Ya Ömer! Rabbim Cennette bana onları iki defa verdi diye cevap verdi


70.000 TEVHİD KELİMESİ OKUYUNCA...
Şeyh Ebür-rebi, bir keresinde La ilahe illallah sözünden ibaret olan Tevhid kelimesini 70.000 defa söylemişti. Fakat, onun sevabını herhangi bir kimseye bağışlamaya henüz niyet etmemişti.
Bir gün, bir cemaatle birlikte, sofrada yemek yiyordu. Cemaat arasında kalp gözü açık bir gençte vardı. Genç yemeğe elini uzattığı sırada, aniden feryada başladı. Yemekten elini çekti.
Ona, Niçin ağlıyorsun? diye soruldu.
Genç: Şu anda cehennemi ve annemin de cehennemde azapta olduğunu gördüm. Bu sebepten ağlıyorum, dedi.
Şeyh Ebür-rebi bu sözleri duyunca içinden: Ya Rabbi, biliyorsun ki, ben 70.000 defa Tevhid Kelimesini söylemiştim. O yetmiş bin Tevhid Kelimesinin sevabını, bu gencin annesinin, azaptan kurtulması için ona bağışlıyorum, diye niyet etti.
Şeyh Ebür-rebi içinden böyle niyet edince, genç birden tebessüm etti, yüzü güldü:
Ne oldu? diye sorulduğunda, şu cevabı verdi: Annemi görüyorum. Şu anda cehennem ateşinden kurtuldu. Sonra cemaat yemek yemeğe devam ettiler.
Şeyh Ebür-rebi sofrada bulunanlara şu açıklamayı yaptı: Bu gencin keşfi doğrudur. Eğer 70.000 defa la ilahe illallah denip bir ölünün veya dirinin cehennem ateşinden kurtulması için bağışlanırsa, bunun faydası mutlaka görülür.

BABANIN KABİR AZABI NASIL KALKTI?
Büyük Veli İbrahim Gülşenî, bir kabre uğradığında, kabirdeki kişinin azap içinde olduğunu keşfen görmüştü.
Aradan bir müddet geçtikten sonra, tekrar o kabrin yanından geçti. Kabre tekrar baktığında azabın kaldırılmış olduğuna tanık oldu. Bunun nasıl gerçekleştiğine hayret etti. O sırada kendisine bir sesleniş geldi. Deniyordu ki:
Bu kabirde yatan kimsenin küçük bir çocuğu vardı. Annesi o çocuğu okumaya gönderdi. Çocuk Allah ismini söylemeyi öğrenince, söylediği Allah ismi hürmetine babasının azabı kaldırıldı...


(Allahü teâlâ buyuruyor ki: İhtiyarlık, nurumdur. Nuruma narımla [Cehennem ateşiyle] azap etmekten haya ederim. O halde siz de benden haya edin!) [Ebuşşeyh]

(Hak teâlâ, müslüman olarak ihtiyarlayana azap etmekten haya eder.) [Hatib]

(Allahü teâlâ, 40 yaşına gelen müslümanı, cinnet, cüzzam, baras gibi hastalıklardan emin kılar. 50 yaşına gelince hesabını hafifletir. 60a ulaşınca onu keremiyle rızıklandırır. 70e gelince gök ehline onu sevdirir. 80e gelince, iyiliklerini mükafatlandırır, kötülüklerini affeder. 90 yaşına varınca, onun geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret eder ve kendisini aile halkına şefaatçi kılar ve bir münadi ona, "Bu, dünyada Allahü teâlânın himayesine girmiş bir kimsedir" diye seslenir.) [Ebu Ya’la]

(Müslüman olarak ihtiyarlayan kimseye ikram eden, Nuh aleyhisselama ikram etmiş gibi sevap alır. Nuh aleyhisselama ikram eden de Allahü teâlâya ikram etmiş olur.) [Hatib]

(Tekbiri, tahmidi, tesbihi ve tehlili sebebiyle müslüman olarak ihtiyarlayan bir müminden daha efdal kimse yoktur.) [İ.Ahmed]
[Tekbir Allahü ekber, tahmid Elhamdülillah, tesbih Sübhanallah, tehlil ise la ilahe illallah, demektir.]

(Allahü teâlâ, yemin ederek, "Müslüman olarak ihtiyarlayana azap etmekten haya ederim" buyurdu.) Resulullah efendimizin ağladığı görüldü. Sebebi sorulunca, (Allahü teâlâ, kendisinden haya ettiği halde, Ondan haya etmeyen kimseye ağlıyorum) buyurdu. (Beyheki)
[Burada bildirilenler kul hakkı ve farz borçları hariç diğer günahlar içindir.]

İsa as bir yolculukta mezarlıktan geçerken, azap meleklerinin bir mevtaya azap ettiklerini gördü. Seyahatinden dönüşte aynı kabirde, rahmet meleklerinin nurdan tabaklar ile o mü’minin yanında olduğunu görünce hayretler içinde kaldı. İki rekat namaz kılıp dua ederek işin sırrını öğrenmeyi niyaz etti.
hz Allah ona şöyle vahyetti; ya isa! Kulum dünyada ki isyanı sebebi ile kabir azabı çekiyordu; öldüğünde hanımı hamileydi. Çocuğu dünyaya geldi, büyüdü. Annesi onu okumaya gönderdi, hocası ‘bismillahirrahmanirrahim’ demeyi öğretti.
“çocuğu yeryüzünde benim ismimi zikrederken kabirde babasına azap etmekten haya ettim ve onu bağışladım” buyurdu.


Allah dostlarından bir zat: “ben vefat ettiğimde alın ve göğsüme ‘bismillahirrahmanirrahim’ yazın” diye vasiyet etti. Sonra onu rüyada görenler oldu. Haliniz nasıldır diye sorulunca dedi ki; “azap melekleri gelip besmeleyi görünce; sen azaptan emin oldun” dediler. Buyurdu.



Umman'ın devlet hastanesinde ölen 18 yaşındaki gencin cesedi gömüldükten sonra üç saat sonra babasının talebi üzerine kabirden geri çıkarılmıştı. Hastanede vefat eden genç aynı gün hoca tarafından yıkanmış, cenazesi kılınıp defnedilmişti. Görgü tanıklarının, akrabaların ve doktorların ifadelerine göre genç siyah saçlı, hiç bir yerinde kırık, dövülme veya işkence yeri olmadığı şekilde defnedildiğini ifade ediyorlar. Fakat gömüldükten üç saat sonra babası doktorların oğlunun ölüme sebep olan söyledikleri şey hakında şüphe etmiş ve oğlunun kabirden çıkartılıp otopsi yapılmasını talep etmişti.

Üç saat önce defnedilen genç çıkarıldıktan sonra, onu gören aile fertleri ve tüm akrabaları şok olmuşlar. Çünkü kabire koydukları genç idi, fakat üç saat sonra önlerinde yatan saçları bem-beyaz olan, sanki çok ihtiyar bir insanın cesedi idi. Saçlari beyaz, bütün bedenine inanilmaz seviyede işkence ve azab vermenin izleri bulunuyordu. Ellerin, kolların ve ayakların kemikleri kırık vaziyette. Kaburga kemikleri kırık ve bedenin içeresine inanılmaz bir şiddetle basık durumdaydılar. Bütün bedeni ve yüzü yekpare bir morluk hale gelmişti. Kurtuluşu artık ummayan ve sonsuz acıya mazhar olduğu açık gözlerinden ve kurumuş kandan gencin inanılmaz bir işkenceye tutulduğunu gösteriyor.



Ölen gencin akrabaları İslam âlimlerine yöneldiler. Onlar da durumu öğrendikten sonra, hepsi dilbirliği ile Kabir azabının ibretli bir örneğin olduğunu ifade ettiler. Ki Allah (c.c.) ve Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) Kabir azabından haber veriyor ve ümmeti sakındıryorlar.

Şok geçiren baba oğlunun şımarık hayat yaşayıp, çeşitli günahlarda bulunup namazlarını kılmadıgını itiraf etti.

Allahın yolunda, yani Cihadda şehid olanlardan başka ölen her bir insan Kabir imtihanından geçecektir. Kıyamet gününden önce insanı bekleyen ilk korkunç bir sınav.

Peygamberimizden (s.a.v.) Imam Ahmed'in rivayet ettiği hadisi şerifte şöyle naklediliyor:

Peygamberimiz, onun üzerine selat ve selam olsun buyurdu:

- Ölümden sonra ölünün ruhu tekrar cesede döndürülür. Yanına da Münker ve Nekir isimli iki tane melek gelir ve sorguya çekerler:

"Rabbin kim?"

İnsan cevap verir: "Rabbim - Allah." Sonra onlar sorar: "Senin dinin ne?" O cevap verir: "Dinim - İslamdır." Sonra onlar sorar: "Size gönderilen uyarıcı kim?" O cevap verir: "O Allahın resülüdür." O zaman onlar sorar: "Sen bunları nereden biliyorsun?" O cevap verir: "Ben Allahın Kitabını okudum ve Ona iman ettim."

O zaman semadan ses gelir: "KULUM HAKİKATI SÖYLEDİ, ONA CENNET DÖŞEĞİNİ SERİN VE ÖNÜNDE CENNET KAPILARINI AÇIN." - , sonra o çok sevinecek, cennet ferahlığına kavuşacak ve onun kabri göz alabildiği kadar geniş olacak.

Kâfire ve günâhkârâ gelince onun hakkında Allah resülü, sallallahu aleyhi vesellem, şöyle buyurdu:

- ve ruhunu tekrar cesede döndürürler. Yanına da Münker ve Nekir isimli iki tane melek gelir ve sorguya çekerler: "Rabbin kim?"

O cevap verir: "Bilmiyorum." Sonra ondan sorulur: "Size gönderilen uyarici kim?" O tekrar: "Bilmiyorum" der, ve o zaman semadan gelen ses şöyle: "BU YALANCIDIR, ONA ATEŞTEN DÖŞEK SERİN VE ÖNÜNDE CEHENNEM KAPILARINI AÇIN." - , o zaman onun kabrini cehennemin harareti sarar, kabri ise dar olur ve kaburgalar birbirine girinceye kadar kabir onu sıkar.

Başka hadislerde söyleniyor: Sorgu esnasinda Melekler kâfir olan veya günâhları çok olan müslümanı işkence edip dövecekler, ve bu işkence dehşet vericidir.

Peygamberimizin (s.a.v.) de Allahdan Kabir azabından kendisini korumasini ve bu duayı herkese de emir ettiği rivayet ediliyor.

Kabir azabı iki çeşittir:
Birincisi, hiç bitmeyen Kabir azabı. Bunlar hakkında Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor:
- ...o atestir, sabah ve aksam ona giriftâr oluyorlar.

Bazı azap ise bir müddet devam edip sonradan kesilen Kabir azabı. Bu tip Kabir azabı günâhkâr müslümanlar için olur, azabın şiddeti ve ağırlığı ise işlediği günâhların ağırlığına göredir.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...