7/A'RÂF-172
Bismillâhirrahmânirrahîm
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى
أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا
عَنْ ه َذَا غَافِلِينَ
Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”
1.
ve iz ehaze
: ve çıkardığı zaman, (çıkarmıştı)
2.
rabbu-ke
: senin Rabbin
3.
min benî âdeme
: Âdemoğullarından
4.
min zuhûri-him
: onların sırtlarından
5.
zurriyyete-hum
: onların zürriyetlerini
6.
ve eşhede-hum
: ve onları şahit tuttu
7.
alâ enfusi-him
: nefslerinin üzerine
8.
e lestu
: ben değil miyim
9.
bi rabbi-kum
: sizin Rabbiniz
10.
kâlû
: dediler
11.
belâ
: evet
12.
şehid-nâ
: biz şahit olduk
13.
en tekûlû
: demeniz, demenize karşı (dememeniz için)
14.
yevme el kıyâmeti
: kıyâmet günü
15.
innâ
: muhakkak ki biz
16.
kun-nâ
: biz olduk
17.
an hâzâ
: bundan
18.
gâfilîne
: gâfiller, habersiz olanlar
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ zamandan evvel, Âdem (A.S)'dan başlayarak bütün insanların sırtlarından, onların çocuklarını çıkarıyor; onlardan da onların çocuklarını çıkarıyor ve baştan sona kadar bütün Âdemoğullarını etrafında topluyor. Orada, İndi İlâhi'de, herkes Allah'ı görüyor ve işitiyor; kalp gözüyle, kalp kulağıyla...
İlk insan Âdem (A.S)'dan kıyâmet günü yaşamakta olan son insana kadar herkes nefsiyle, ruhuyla ve fizik vücuduyla orada. Ve Allahû Tealâ diyor ki:
"Elestü bi Rabbiküm, Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?" Hepimiz diyoruz ki: "Belâ, (evet)." Belâ, negatif suallerin pozitif cevabıdır. Cevap evetse; negatif suallerde, "belâ" kullanılır.
Allahû Tealâ, insanları nefsleri üzerine şahit tutuyor. Ademoğulları diyor ki: "Evet, Sen, bizim Rabbimizsin. Biz hepimiz, buna şahit olduk." "Kıyâmet günü, biz bundan gâfildik, haberdar değildik demeyesiniz, diye Allah, bunu yaptı." diyor, Allahû Tealâ. Bundan sonra Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde anlattıklarını gerçekleştiriyor. Bütün etrafındaki insanlara: "Ben, sizin Rabbiniz olduğuma göre ey nefsler, sizlerden yemin istiyorum; tezkiye ve tasfiye olarak, Bana teslim olacağınıza dair! Ey ruhlar, sizlerden misak istiyorum; Bana dünya hayatını yaşarken geri dönüp, teslim olacağınıza dair! Ey fizik vücutlar, sizlerden ahd istiyorum; şeytana kul olmaktan kurtulup, Bana kul olacağınıza dair!" diyor ve soruyor:
"Sözlerimi işittiniz mi?"
Hepimiz, kalbimizdeki kulaklarla işitmişiz Allahû Tealâ'nın söylediklerini. Diyoruz ki:
"Semina, işittik."
Allahû Tealâ diyor ki:
"Öyleyse itaat edin.
Yemin verin, misak verin, ahd verin; nefsler, ruhlar, fizik vücutlar! Ve hepimizin nefsi de, ruhu da, fizik vücudu da Allah'a yemin, misak ve ahd veriyor. Allahû Tealâ: "İşte bu, Allah'ın sizi bağladığı, size vasiyetidir." diyor.
Burada Allahû Tealâ'nın bize vasiyet ettiği bir husus var (En'am-152,153).
Allah'ın ahdi, Allah'ın vasiyetidir. Bu ahd, ruhumuzu, vechimizi (fizik vücudumuzu), nefsimizi ve irademizi Allah'a teslim etmemizi emreder. Ama Allahû Tealâ'nın bizden aldığı yemindir, misaktir, ahddir. Ruhumuzun, nefsimizin ve fizik vücudumuzun Allah'a verdiği yeminler. Allahû Tealâ, irademizden yemin almak gereğini duymuyor. Çünkü bu, otomatik olgunlaşan bir konu. Fakat Maide-7'de geçen misak kelimesi Allah'a verilmiş kesin bir sözü ifade ediyor. Bu söz ruhumuzun misakini, nefsimizin yeminini ve fizik vücudumuzun ahdini muhtevasına aldığı gibi, iradenizi Allah'a teslim etmeyi de içine alan, Allah'ın Ahdine ve Allah'ın vasiyetine eşit ve ruhumuzun misakinden farklı bir MİSAK bütünü ifade eden bir kesin sözdür.
Al-i İmran-81'deki MİSAK gibi kesin söz.
72 fırkanın daha var olduğunu söylüyor, Peygamber Efendimiz (S.A.V). O fırkalardan hiçbirine tâbî olmayın ki, o fırkalar sizi Allah'ın yolundan ayırırlar. İşte o yola, Sıratı Mustakîm'e tâbî olursanız takva sahibi olursunuz. diyor Allahû Tealâ.
Allahû Tealâ'nın üzerimize bir vasiyeti var: İşte bu vasiyet, sadece ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi değil; irademizi de Allah'a teslim etmemizi isteyen bir vasiyettir. Hepimiz için o vasiyete itaat etmek, vasiyeti yerine getirmek söz konusu olmalıdır.
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah'ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti
6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.
3/
ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka îmân edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahû Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim."buyurdu.
Ayrıntıya geçelim
Allah (c.c.) Ruh’ları alaca bir karanlıkta yarattı. Ve onlara sordu “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” O zaman her ruh ( Kalu Belada) Rabbini gördü, tasdik etti ve bütün ruhlar evet manasına “BELA” dediler.
Rabbimiz her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir ki, hiçbir şeyi kullarının arzusu hilafına yapmadı . çünkü çok şerefli yarattığı insana zulüm murat etmedi.
Adalet sıfatı gereğidir ki, bütün ruhların (evet) tasdiklerinin derece bakımından aynı olmadığını bildiğinden, onlara Levhi Mahfuz’da Kur’an-ı Kerimi belletti.
Tasdikledikleri derece bakımından Rabbim onları müslüman ülkedemi veya ecnebi ülkedemi doğacağını takdir buyurdu.(Müslüman ülkede doğduğumuza binlerce şükretmemiz lazım).
Peygamber mucizelerinde çokça okuruz: Bir ağaç, mucize olarak konuşur ve Allah Resûlünün (asm.) peygamberliğini tasdik eder. Daha sona yine eski hâline döner, hiç bir şeyden habersiz, sürdürür hayatını.Cenâbı Hak, elma ağacına bir an için şuur verse ve ona “Seni elma verecek şekilde terbiye eden ben değil miyim?” deseydi, yahut bal arısına, “Seni bal verecek şekilde terbiye eden ben değil miyim?” diye sorsaydı, bütün bu ve benzeri soruların cevabı, “Evet bizi terbiye eden sensin.” şeklinde olacaktı. Aynı soru insan ruhuna da sorulabilir:“Seni, insan ruhu olarak terbiye eden, maddî ve manevî sermayelerle donatarak nice ilimlere ve marifetlere kabiliyetli kılan ve ben değil miyim?”İnsan ruhu da bu sorunun cevabını, “Evet, beni böylece terbiye eden sensin.” diye verecektir.
Muradı olan insanı yarattı, onlara herkesin bellediklerini beyan etmelerini emretti.“Bellediklerinizi yazın. Bu sizin Rabbinizle yapmış olduğunuz akdinizdir.
Bu kadar güzel nimetlerimi gördüğünüz halde neden onları istemediniz, inkar ettiniz?” diyerek onlara güzel ve temiz nimetlerini bir kere daha sayarak celallendi.
Her Ruh-Rabbi ile yapmış olduğu bu anlaşmada tercihleri doğrultusunda fıtratlarını kendileri belirlemiş oldu.
Onlar için tercihlerinin doğrultusunda amel etmek üzere Rabbimiz, göğü yükseltti, yeri döşedi. Noksansız yarattığı kainatta tüm mahlukatın istifadesine sunulmadık hiçbir şeyi bırakmadı.
Tüm kainatı Rabbimiz Arş’ı, Semayı ve Arz’ı ikişer günden toplam altı günde yarattı.
Her şeyin aslını arşında Levh’i saklı tutmak üzere hikmeti ve ilmi ile muradı gereği her şeyi zıddı ile bilenen misal alemini,
Ay, Güneş, yıldızlar, felekleri, zaman mefhumunun bilinmesi...
Bulutları, sırları ile su deposu..
Rüzgarları bir hareket vasıtası, olarak tanzim ederek İsrafil ve ordularının emrine;
Arz’ı da dağları direk, aralarını yollar, içlerini kullarının ihtiyacı olan türlü madenler ile doldurup bir ambar misali sırrı ile kilitledi.
Denizler, göller, nehirler, solunum organları ormanlar..
Her çeşitten dişili erkekli bitkiler..
Bunların devamını ve koruma görevini yüklediği cins ve sayılarını ancak kendisinin bildiği hayvanları...
İnsan ve cinler de dahil olmaz üzere kefil olduğu o alemde yaşayan, o alemin ölümünü tadarak berzahı terk edecek ruhların kabrini...
İlk beşer ruhunun dünya aleminde gireceği ilk kabri kendi kudret elleri ile dünyadan
Azrail vasıtası ile getirttiği (siyah, kırmızı, sarı ve beyaz) renkli topraktan balçık halindeki çamurdan hikmeti, ilmi ve muradı ile ona en güzel şekli verdi.
Bu berzahın ilk ölümünü tadacak, berzahı ilk terk edecek, Rabbinin gir emrini alacak ruhun yoktan yaratılmış, kendinden sonra, ölümü tadacak ruhların kabirlerinin imalatçısı, ilk ustanın ilk halifesi, aynı zamanda kainatın yaratılma sebebi yüce Allah’ın sıfatlarının esmalarının nurunun cem’inin emanetçisi.
Berzahın ölümünü tatmayacak tek Ruh’un sırrı ile canlanacak yolculuk kabri, kainatın kaderinin taşıyıcısı, Dünya denen gezegene ilk gelen uzay gemisi.
İlk astronot yine bundan sonra gelecek kabir imalatının devamını sağlayacak İki Astronotu indirecek kabini taşıyan Adem ve Havva.
Bunun içindir ki, insan için bir imtihan alemine seferler başlamıştır.
Geldikleri alem, dünyaya geliş sırrını bekleyen ruhların karargahı, Alemi Berzah, Ruhlar alemidir. Her ruh orada kavim kavim ayrılmış, diridir, birbirini görür, bilir ve tanır.
Sırası gelen Rabbimizin emri ile bir melek tarafından imtihan dönemini tamamlamak için belli bir müddet kalmak üzere bu aleme yola çıkar.
İşte bu onun hakiki alemdeki ölümüdür.
İnsan nasıl bu alemden gitmek istemez ise, o alemden de gelmek istemez.
Rabbimizin hikmeti ile yine takdir edilen bir mezara gömülen (ana rahminde teşekkül eden insan bedeni)’ne yine Rabbimizin (OL) emrini alan o ruh girer ve dünyaya gelir.
Yani o alemde ölümü tatmış. Bu alemde doğmuştur.
Bu alem ona yabancıdır.
Haller ve şekiller başka, hava başka, bunu hisseder, dar bir kapıdan kayarak çıkmıştır.
Bir anda bütün bedeni hava ile dolar ve basar feryadı.
Zaman durmaz çalışır.
Ona takdir edilenler bir bir, an an belirli yerlere ve belirli miktarlarda bırakılır.
O bunu arar, bulur, sebeplenir.
O bundan ne bir fazlasını bulabilir, ne de başka bir kimse bunu ondan esirgeyebilir.
Dünya bu yeni gelen misafirlerine süslenmiş, kur yapan güzel bir kadına benzer.
Ona bütün süsleri ile cömert davranması ile hoş görünüp onu elde etmeye çalışır.
Yüce Allah (c.c.) insanı şerefli, güzel ve temiz yaratmıştır.
Onun güzelliğinde hiçbir mahluk yaratılmamıştır.
Gelişen, güzelleşen bedeni ile ilişkisini arttıran Ruhu yavaş yavaş Bela (EVET) ahdini unutur, beyan edip altına mührünü bastığı kaderini yaşamaya başlar.
Adem babamızdan bu yana kadar gelen hiç bir insanın baş parmağındaki mührü biri birinin aynı değildir.
O ilk ölümün izleri, üzüntüleri silinir. Doğduğunu sanır, doğum günlerini kutlar, gerçekte bu onun sahte bir alemde sahte bir doğumdur.
İmtihan için gelmiştir.
Bir gün gelecek bu dünyada kalma zamanı da bitecek, bu dünyanın da ölümünü tadacak.
Geldiği yere dönmek üzere yola çıkacaktır.
Ruhu asli makamına giydiği elbisesi ise dünyadan aldıklarını, dünyaya iade etmek üzere mezara konur.
Koyanlar burayı mezarlık, koydukları yeri de mezar zannederler.
Bu bir mezar değil, çukurdur.
Dünya gelene yedirmiştir. Gideni de yedirecektir. Bu onun Rabbinden aldığı emrin gereğidir.
Dünyanın sahte güzelliklerine aldanmayan, süslerine kanmayan, asli ahdine sadık, belirli bir zaman kaldıktan sonra tekrar bu dünyanın da ölümünü tadarak gideceğinin idraki içinde, bu dünyada ölü gibi yaşar.
Bela (evet) ahdini hatırlar, Rabbini bilir.
Ruhunun beyanı ile kader çizgisi doğrultusunda mal, mülk, çoluk, çocuk, süs, güzellik, hiçbiri ile nefsi sevgi bağları olmadan, ilk girdiği kabrinde gezdirilen, yedirilen, içirilen, kendi ve başkalarının kaderleri ile ilgili bu alemdeki görevlerinde kullanırlar.
Ölü, ölüdür.
O hala ilk ölümünün üzüntüsünde onlardan ayrılmanın üzüntüsü içindedir.
Oraları düşünür. Rabbini düşünür(Dünyadayken aldığı her mal ve tatdığı her duygu eşşiz cemali gördüğü için tatmin etmez) O gördüğü eşsiz Cemale kavuşmak için bu alemdeki ölümünü, onu uğurlayacakları mezar denen bir kapının açılmasını bekler.
İmtihan devam eder.
Ezeli alemde neler talep etti ise hepsini bu alemde bulur.
Evlenir, malı, mülkü olur, ana, babası ile uzun zaman beraber olur. Çocukları olur.
Bütün bunların hepsi bilen için birer imtihan, bilmeyen için kendinin kazanıp sahip olduğu zenginlikleridir.
Kimisi bunları sever, fakat Rabbinin ikramı olduğunu bilir. Fakat çalışmasının karşılığı sanır. Kimisi de (haşa) Rabbini hiç yok sayar. Bunlar hep kendinindir, onları kimse elinden alamaz.
Ona ne ölüm vardır, ne Allah (c.c.) (haşa) ne de öldükten sonra dirilmek.
İşte bunlar o ilk günde kafir damgasını yiyenlerdir. Orada dediklerini burada hareketleri ile tasdik etmişler, cehennemliklerden olmuşlardır.
Cennetlik te olsalar, Cehennemlik de olsalar Rabbimizin muradı gereği, hepsinin dünyadan çıkarılma emri
AZRAİL ve ORDULARINA verilmiştir.
Ne mutlu O ruhlar aleminde gelirken ölüp de burada bu sahte aleme gözlerini açmayıp ölü olarak, ölümünü bekleyip, tekrar geçici ölümü tadanlara.
İşte onlar bu alemde, öldükleri anda ilk geldikleri anda ilk geldikleri aleme kavuşacaklar, dirilecekler o hesap gününe kadar da diri olarak bekleyecekler, ebedi ölümsüzlüğe cennetle müjdelenenlerden olacaklar.
Dünya bunlara verdiklerini alamaz, toprak ve toprakta yaşayanlar bunları yiyemez.
Bunlardan öyleleri vardır ki, ölürler öldüklerinden haberleri yoktur.
Bu aleme geldikleri gibi hemen geri dönerler, bu da Rabbimizin bir takdiridir, işte bunlar kısa bir müddetle de olsa onun gelmesine sebep olan ana ve babasının kurtarıcısı ve şefaatçısıdır.
Gözü aydın olsun o ananın ve babanın.
Tabii Rabbini bilip ondan geldiğini ve takdir onun olduğuna inanan için.
Rabbimiz cümlemizi ölümünü, ölümle birleştirip, ölmeden evvel ölenlerden, ölümünü de doğarak, doğumu ile birleştirerek kutlayan kullarından etsin. Amin...