Pages - Menu

22 Kasım 2012 Perşembe

Yahudi Meselesi


Yahudi Meselesi



Yıllar önce gazeteciler, İsrail Devleti’nin o günkü başbakanı Şimon Perez’e “Kur’an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor” diye hatırlattıklarında, Perez şu cevabı vermiş: “Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin, düşünürüz.”

“Yahudi meselesinin bizleri ilgilendiren çok önemli bir yönü, Kur'an-ı Kerim'de beyan buyrulan İsra Sûresi ve ayetleridir.

Malûm olduğu üzere, Kur'an-ı Kerim'de Yahudilerle alakalı değişik birçok ayet bulunmakta ve genel olarak Yahudinin yapısı, karakteri, fiilleri bizlere anlatılmaktadır. Yahudi'de ırk ve din, adeta bütünleşmiştir. Yahudi olmayan Musevî ve Musevî olmayan Yahudi, hemen hemen yok gibidir. Cenab-ı Hak da bu kavmi lanetlediğini açıkça ifade etmektedir. “Onların üzerine horluk ve yoksulluk yüklendi. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu Allah'ın ayetlerini inkar ettiklerinden ve haksız yere Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. Şuayb gibi peygamberleri öldürerek isyan etmelerinden ve aşırı gitmelerindendir.” (Bakara Sûresi, ayet: 61)

O peygamber katilleri hakkında, Maide Sûresinin 64. ayetinde şöyle buyuruluyor: “Bir de Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır, cömert değildir, dediler. Bu dedikleri söz sebebiyle, elleri hayır yapmak hususunda bağlandı ve lanetlendiler. Doğrusu Allah'ın kudret elleri açıktır, dilediği gibi ihsan eder. Andolsun ki, sana Rabbinden indirilen ayetler, onlardan bir çoğunun azgınlığını ve küfrünü artıracaktır.”

“Lanetlenen Yahudilere, acaba Cenab-ı Hakk'ın biçtiği hüküm nedir?” şeklinde bir soru gündeme getirilir ve Kur'an ayetleri bu gözle taranırsa, karşımıza İsra Sûresi çıkmaktadır. Bu sûrenin başlıca özellikleri şunlardır:

• İsra sûresi, Müslümanlarla Yahudilerin münasebetlerinden bahsetmektedir.
• Allah'ın Resûlü, Mescid-i Aksa'nın ‘Mescid' oluşunu belirtmek ve onun çevresinden Sidretü'l-Münteha'nın yeraldığı yüce gök katlarına yükselmek için, Mekke'den Kudüs'e, o gece teşrif etmiştir.
• Mekke döneminde nüzul eden İsra sûresinde Allah, İsrail oğullarının yok edilmesine sebep olacak iki fesattan haber vermektedir. İşte önemli nokta buradadır! Acaba bahsolunan bu iki fesat, ayetin nüzulünden önce mi gerçekleşmiştir, yoksa daha sonra mı gerçekleşecektir!

“Kitapta İsrailoğullarına şu hükmü verdik ki: “Doğrusu siz o ülkede iki defa fesat çıkaracaksınız ve çok kibirlenip böbürleneceksiniz.” (İsra, 4)

Beşinci ayette geçmekte olan ‘İza' Arapça'da zarf edatı olarak kullanılan bir kelimedir ve olayın gelecekte gerçekleşeceğini gösterir. Aynı şekilde 4. ayette yer almakta olan ‘le tuisidunne' ve ‘le ta'lunne' kelimelerindeki ‘le' de, Arap gramerinde gelecek için kullanılır. Öyleyse bu kelimelerin varoluşu, Yahudilerin çıkaracakları fesadın daha gelmemiş olup, ayetlerin nüzulünden sonra gelecek bir zaman diliminde gerçekleşeceğini bizlere anlatmaktadır.

“Bu ikisinden birincisinin vakti gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı göndereceğiz ve onlar bütün diyarlarınızı kontrol altına alacaklar, bu gerçekleştirilmesi gereken bir vaattir.” (İsra, 5)

Her iki ayetten de (İsra, 4-5), gayet açık şekilde anlaşılmaktadır ki Yahudiler, İslam'ın, Mekke döneminden sonra fitne ve fesat çıkaracaklar, ancak vakti geldiğinde, Cenab-ı Hakk'ın ‘kullarım' dediği Müslümanlarla bu ateş söndürülecek ve Yahudiler bozguna uğratılarak, bütün diyarları İslam'ın kontrolüne girecektir... Nitekim aynen böyle olmuş, Mekke dönemi, Medine hicreti ve sonra gelişen olaylarla Yahudiler, çıkardıkları her türlü hile ve entrikaya rağmen ilk Müslümanlar tarafından mağlûp edilmişler ve Medine, Hayber, Teyma gibi bölgelerdeki Yahudi gücü yok edilerek buralardan kovulmuşlardır. Yani, İsra Suresi'nin 5. ayetindeki vaat gerçekleşmiş ve Yahudiler, ikinci fesatlarına kadar bu bölgelerde aktif olarak barınma şanslarını kaybetmişlerdir.

Yahudilerin ayette adı geçen ikinci fesatları acaba hangisidir ve ne zaman gerçekleşecektir?

İsra Suresinin 6. ayeti çok manidardır: “Bunun ardından sizleri onlara galip getireceğiz, mallar ve çocuklarla size yardım edecek ve savaş halinde sayınızı artıracağız.”

Bu ayette Cenab-ı Hak, Yahudilerin bu defa aynı bölgelerde bir gün tekrar hakimiyet şeklinin bir ‘devlet' tarzında olacağını da haber vermektedir. Zira ayetin metninde geçen ‘kerre' kelimesi, Arapça'da ‘devlet' ve ‘hakimiyet' manalarında kullanılır. Nitekim, İslam'ın ilk devirlerinden sonra (1. Fesattan sonra) 1948'lere kadar önemli bir Yahudi meselesiyle uğraşmayan Müslümanlar, 1948 yılında Yahudilerin bir İsrail Devleti kurmasıyla ikinci Yahudi fesadıyla karşılaşmışlar ve Yahudiler, hakimiyeti tesis ederek, bu bölgeyi elde etmişlerdir.


“...mallar ve çocuklarla size yardım edecek...” mealindeki 6. İsra ayetinin içinde geçen bu ifadeler, kurulan İsrail Devletinin, Hıristiyan Amerika ve Batı'dan gelen yardımcılarla ayakta duracağını, bize bir Kur'an mucizesi olarak haber vermektedir!

İsra suresinin 6. ayeti, “... savaş halinde sayınızı artıracağız...” şeklinde bitmektedir. 1948 yılında, özellikle Amerikalı Yahudilerin muazzam filolar halinde ve aylar boyu süreyle İsrail'e göç etmeleri, bu ayetin mucizevî bir tezahürüdür.

Öyleyse Yahudilerin ikinci fesadı, şu andaki İsrail Devletinin fesat ve zulmüdür.

Halen Filistin'in en ücra köyünde bile sürmekte olan ve herkesi, insanlığından utandıracak zulmün sonunu merak edenler, Yahudilerin Peygamberimizden sonraki durumuna işaret eden İsra Sûresinin 4 ve 5. ayetlerinin devamı olan 7. İsra ayetini dikkatle okusunlar.

“Vaatlerden ikincisinin (başkaldırmanızın) ceza vakti geldiğinde (öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden suratlarınızın asılmasına sebep olsunlar) ve ilk kez girdikleri gibi yine Mescid'e (Kudüs'e) girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler.”

Cenab-ı Hakk'ın Yahudilerin bir gün galip gelerek, yeniden devlet kuracaklarını bizlere bildirdiği İsra 6. ayetten sonra gelen İsra 7'de, bu devlet zulmünün bir gün biteceği ve Müslümanların ilk defa olduğu gibi tekrar Mescid-i Aksa'ya girerek Yahudileri cezalandıracağı ve onların yüz hatlarının çok kötü bir hale geleceğini bizlere müjdelenmektedir. Dikkat edilirse, Müslümanların tekrar Mescid-i Aksa'ya gireceği ifadesinde; Mescid'in Yahudilerin işgalinde olacağı da anlatılmaktadır. Nitekim Mescid-i Aksa, 1967 yılında Yahudilerin eline geçmiştir.

• İsra suresinin sonunda da Yahudilerin ikinci fesadı ile ilgili bir başka ayet yer almaktadır:


“Sonra İsrailoğullarına bu memlekette siz oturun, diğerinin vakti gelince, hepinizi bir araya getiririz” dedik. (İsra 104.)


Bu ayetin metninde geçen ‘lefife' kelimesinin Arapça manası ‘muhtelif topluluklar' demektir ki, 1948'de İsrail'i kuran Yahudi göçmenler, muhtelif topluluklar halinde dünyanın her tarafından FİLİSTİN'e gelmişler ve 14 Mayıs 1948 gecesinde İsrail Devletini kurmuşlardı. (Jerusalem Post 10 Ağustos 1967) Cifir ilmine vakıf olanlar, bu ayetteki ‘lefife' kelimesinin yılı, ayı ve gününe varana kadar İsrail Devletinin kuruluş tarihini gösterdiğini çok iyi bilirler.

İsra Sûresine ait ayetlerin tefsirinden sonra, yazımızı şu Hadîs-i Şerif ile sürdürüyoruz.

Evet, Ahirzaman peygamberi buyuruyor:

“Müslümanlar, Yahudilerle harp etmedikçe kıyamet kopmayacak. Harp olacak ve Müslümanlar onları yenip öldürecekler. Öyle ki, Yahudiler ağaç ve taşların arkasına saklanacaklar, o ağaç ve taşlar konuşarak, “Ey Müslüman, ey Allah'ın kulu, arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür,” diyecek. Sadece ⁄arkad ağacı haber vermeyecek, çünkü bu ağaç, onların ağacıdır.” (Ennihaye, cilt 1, shf. 87, 103, 104, 117, İbni Mace, cild: 2, shf: 1363; Müslim, cild: 4 Shf: 2239)

Hadiste adı geçen ⁄arkad ağacı. Kamus'ta “Sincan Dikeni” veya “Yahudi ağacı” olarak belirtilir. Anadolu'nun muhtelif bölgelerinde ise Karaçalı, Karadiken, Kunar, Çalıtohumu, Çalıdikeni, Çeşmizen ve Hz. İsa Dikeni gibi çeşitli isimler altında tanınır. Boyu 2-3 m. olan bu ağacın Latince ismi “PALIURUS SPINA CHRISTI”dir.



Tehlikeli dikenlere sahip olan bu ağaç, Filistin havalisinde Yahudiler tarafından halen çok yaygın bir şekilde dikilmektedir...

“Onlar toplu olarak sizinle savaşmazlar ancak müstahkem şehirlerde yahut surların ardında sizinle savaşmak isterler. Kendi aralarındaki çekişmeleri oldukça çetindir. Sen onları toplu sanırsın, oysa onların kalpleri dağınıktır. Öyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur” (Haşr, 14)

Bundan yıllar önce gazetecilerin, İsrail Devleti'nin o günkü başbakanı Şimon Perez'e “Kur'an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor” diye hatırlattıklarında, Perez şu cevabı vermişti:

“Kur'an'ın bahsettiği Müslümanlar gelsin, düşünürüz.” (Tercüman Gazetesi, Ergun Göze, 1986)


Yazımızı, İsra sûresinin 51. ayetiyle bitiriyoruz:

“Sana alaylı alaylı başını sallayacaklar ve ne zamandır, diyecekler. Sen, ‘yakında olması mümkündür' de.”

Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.”

Eğitimci Yazar Metin Alkan

8 Kasım 2012 Perşembe

Görülenin Ötesi

Giriş

Bu Yazılarımızda Said Nursi Hazretlerinin Risale-i Nurda Gerçektende Görülmeyeni ,Yani Görülenin Ötesi görmesi ile  birlikte bu eserlerden faydalınılarak ayetlerin açıklamalarına yer vereceğim.Rabbim Muhaffak etsin inşallah.


Namaz Bahsi


DÖRDÜNCÜ SÖZ

-1- 
 -2-

Namaz ne kadar kıymettar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar divâne ve zararlı olduğunu iki kere iki dört eder derecesinde kat'î anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, gör:
Bir zaman, bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, herbirisine yirmi dört altın verip, iki ay uzaklıkta, has ve güzel bir çiftliğine ikâmet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki:
"Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bâzı şeyleri mübâyaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır; hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyâre bulunur. Sermâyeye göre binilir."
İki hizmetkâr ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat, o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermâyesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan, istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zâyi eder. Birtek altını kalır. Arkadaşı ona der:
"Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyâreye bindirirler. Bir günde mahall-i ikâmetimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun."
Acaba, şu adam inad edip, o tek lirasını bir defîne anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefâhete sarf etse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı?
İşte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!
O hâkim ise; Rabbimiz, Hâlıkımızdır.


Temsili hikayeye gecmeden once burada bir takim tarifler var:

Oncelikle ,NAMAZ ne kadar kıymettar ve mühim diyor Ustad, 

evet imandan sonra en buyuk hakikat namazdir.

ve kisinin belkide inancla arasindaki ayrim noktasidir, en onemli gostergedir.
Namaz imanin musahhaslasmis halidir,

yani hayata iman nasil yansir,hayata imanin yansidigini nasil goruruz bir sahis olarak?Namaz olarak goruruz
Peygamber efendimiz s.a.s bir hadis-i serifte soyle buyurur: Siz bir insanin gunde bes vakit cemaate devam ettigini goruyorsaniz sayet, onun imanli bir insan olduguna sahitlik yapabilirsiniz

 Imanin hayata en buyuk yansimasi namazdir,

ve bu namazinda sadece camide, seccadede hapsolup, kaybolmamasi gerekir hayata tasinmasini gerekir

namaz insana cok buyuk kiymetli vasiflar kazandiriyor,bir ahlak kazandiriyor,
Ahlaki aliyi kazandiriyor
Namaz sadece kiyam, ruku kiraat ten ibaret kalmayip, 
hayata tasinilmasi gereklidir.
Kiyamda, dimdik ayakta duran insan,
Allahin huzurunda durup adeta dogrulugu temsil ediyor,

 Namaz kilan bir insan ictimai hayatin icerisinde yalan yanlis davranamaz,baskalarini aldatamaz, dosdogru yasamaya, Allah in huzurunda soz vermistir.

Ve rukuyla Onun huzuruna egilen insan , kendi acizligini kabul edip, ve Onun yuceligini itiraf eden, ictimai hayatta baskalarini dolandiran bir kimse olamaz.

Eshedu enla ilahe illallah, ve eshedu ve essedu enle Muhammeden abduhu ve resuluhu diyen, Allahin varligni ve birligini kabul eden, ve bu mevzuda Allaha soz veren bir insan ictimai hayata karistigi zaman nefsin kulu kolesi olarak davranamaz.
Hakiki anlamda namaz kilan bir insan ictimai hayattada bir namazlasma yasar.
Namaz imanin hayata yansimasidir

Insan kainatin bir ozu.Kainatta hangi gercekler varsa insandada o gercekler var.

Namazda varlik aleminde olan ve ibadet yapan her seyin ve herkesin tesbihi kendi kabiliyetine goredir.Namaz ise insanda bulunan kabiliyetlerin bir ozetidir.Nasil cismen kainatin bir ozetiysede, o halde namaz kainatin butun ozelliklerini toplayan bir ibadettir.Bir fihristedir.

Onun icin namazda iyya kenabudu ve iyyya kenastain derken,ancak sana inaniriz ve ancak sana ibadet ederiz derken,insan orda adeta butun bir varlik adina sözcü konumuna geciyor.

Ben olmaktan cikiyor butun varligin duasina istirak ederek bir koroya girmis oluyor. 

Insan namazla hem kendi gerceklerini hem kainat gerceklerini tam bir uyum saglamis oluyor.;

"......hem ne kadar ucuz ve az bir masrafla kazanılır..." 

halbuki kiymetli olan hersey cok ucuz ve az bir safrafla elde edilmez.Ama ALLAH c.c bu kiymetli ve muhim seyi cok ucuz ve az bir masrafla bize ikram ediyor.Az bir ibadet ama mukafati cok.
24 saatten sadece bir saatinizi harciyorsunuz ve o bir saatin karsisinda,binlerce saatler karsisinda bile elde edemeceyiniz sevaplar karsiniza cikiyor.5 vakit kiliyorsunuz ama 50 vaktin ecrini, sevabini lutfediyor.Hem fiili olarakta zor degil.

 Bir zaman, bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, herbirisine yirmi dört altın verip, iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: "Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bazı şeyleri mübâyaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyare bulunur. Sermayeye göre binilir."
İki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermayesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan, istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zayi eder. Birtek altını kalır. Arkadaşı ona der:
"Yahu, şu liranı bir bilete ver, ta bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyareye bindirirler; bir günde mahall-i ikametimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun."
Acaba şu adam inat edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip muvakkat bir lezzet için sefahete sarf etse, gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı?

İşte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!
O hâkim ise, Rabbimiz, Hâlıkımızdır. O iki hizmetkâr yolcu ise: Biri mütedeyyin, namazını şevkle kılar; diğeri gafil, namazsız insanlardır. O yirmi dört altın ise, yirmi dört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise Cennettir. O istasyon ise kabirdir. O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu mütefâvit derecede kat’ ederler. Bir kısım ehl-i takvâ berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat’ eder. Kur’ân-ı Azîmüşşan şu hakikate iki âyetiyle işaret eder.O bilet ise namazdır. Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir.


Hikayecige bakacak olursak, o hakim Halikimiz,
o iki hizmetkar yolcu biri mutedeyyin namazi sevkle kilar(digeri kilmaz)..Ustad hz. namazin sevkle kilinmasi uzerinde duruyor.

Namaza sevkimiz olmali, namaz vakitlerine bir ozleme, bekleme olmali.
Hadisi seriflerde mumin anlatilirken "kalbi mescidlere bagli mumin, kulagi ezanda..." diye anlatilir.

Munafiklari anlatirken de Kurani kerimde, namaza tembel tembel geldiklerini ifade eder, sevkin ziddi burda tembelliktir.


O zaman sevkle kilmak cok onemli.Yoksa baska turlu namazi eda edemeyiz.

Namazi ikameden bahsedilir(hayata namazi tasimaktan), hakkiyla kilmaktan bahseder Kurani Kerimde.Yani namazda sevk olmazsa, onu hakkiyla eda edemeyiz, o zaman belki halk tabiriyle gecistirmis oluruz.


Sayet sevkimiz varsa, kiyamin rukunun tesbihin icindekilerin hakkini verebiliriz.
Yoksa Allahu Ekber derken bile hakkini veremeyiz; halbuki orda Allahin buyuklugunu, kendi acizligimizi Allaha olan ihtiyacimizi, Onsuz hayatta kalamayacagimizi ifade ediyoruz.


Ama sevksiz namazla bunlarin hic birini duyamiyoruz.Sevk yoksa, bu suura, bu ufka ulasamayiz..


Secde insanin Allaha en yakin oldugu andir, sevk yoksa secdenin degerini anlayamayiz.
Ama bu onemi idrak eden , namazdan tam beslenebilir.O zaman namazi sadece namaz saatlerine degil, butun hayatina yaymis olur.
Butun hayatin ibadete donusur.Onun icin burada namazi sevkle kilmaya dikkat cekiyor


Allah bizlere namazi sevkle kilmaya muvaffak etsin insallah.Amin
 "diğeri gafil, namazsız insanlardır...." 
Digeride gafil diyor: gafletle eda edilmis namazlar...bunuda maun suresinde: "namazlarina karsi gafil," nicin rukuda durdugunu, secdeye vardigini farkinda degil,

 namaz da ama hala cek senet pesinde, is as pesinde vs...Bu namaza karsi bir gaflettir ,sevksizliktir.Allah ibadetlerimizdeki gafletten bizleri uzak tutsun.Amin

Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarf etmeyen, ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder! 

Kendi nefsine zulmeder, cunku hakikaten gunde 5 vakit Allaha kul oldugunu itiraf etmeyen ve hayatin bir derinligine ulasmayan, kendini namazla yenilemeyen,bu mevzuda ictimai hayat icerisinde cok yanlisliklar yapar.

Kendini ebedi zanneder, hemde baskalarina zulmeder ,baskalarinin hak ve hukukunu cigner

Ama gunde 5 vakit rukuda secdede dogruluk ve kulluk sozu veriyorsa,kendine ve baskalarina zulm etmeyecegine Allahin onunde soz veriyorsa, Imanla gunde 5 defa bu suuru tazeliyorsa zulme girmemeye azami dikkat gosterir.Ama boyle bi kaygisi olmazsa ister istemez zulme duser.

doksan dokuz ihtimalle kazancı musaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?"

" Namaz kilmak (hep vurgu yapildi bu risalede) akil disi bir davranis.
akli yone bir yuklenme var, akil ebediyetii, ister akil kar zarar hesabi yapan bir makine olarak ele alsak bile orda namazin akli bir davranis oldugu anlasilir.

"Size bir çay ikram eden insana tesekkur ediyorsunuz,
size pek çok sey ikram edene tesekkur etmezseniz bu akil disidir.
Akil bunun gorgusuzluk oldugunu ortaya çikariyor.
Allah bizi ot, hayvan olarak degil insan olarak yaratmis sapasaglam,donanimli. Bunlar için en engin sukur namazdir!

" bunu da biz efendimiz (s.a.v.)'den ogrendik. Namazi kilmamak tesekkursuzluk, akil mantik disi harekettir cunku bir degil binlerce nimet var elimizde,
Kuran'da akla yukleme "dusunmuyormusuz" ""niçin kilmiyorsunuz" diye ikaz ediyor, akli devre disi birakmamamiz tavsiye ediliyor.Hem dunyevi hemde uhrevi bizim faydamizadir

"hikmet disidir"=>hikmet isabet etmek demektir.12 vurmaktir. 

Namaz duygularin ifade ettigi andir, derinligi yakalamaktir, kalbin tatmin olusudur;
arindiriyor,
insanlar gidip yoga yapiyor meditasyon yapiyor halbuki efendimiz bize bunu ogretmis.
"namaz kilan hem sozde (tesbihle) hemde fiilen tam isabet edendir, hikmetin geregini yapan kimsedir. Namazi sevkle kilanla arkadaslik enden bile rahatlar, huzur bulur çevresinede nur olarak beslenme kaynagi haline gelir.

Halbuki namazda ruhun, kalbin, aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah, dünyevî amelleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü âhirete mal edebilir; fani ömrünü bir cihette ibkà eder.


Rabbim Kuran dairsinde bulunmayı ve sünneti seniyye ile amel etmeyi her daim nasip etsin ..

sübhaneke la ilmelene illa ma allemtena inneke entel alimül hakim
velhamdulillahil rabbulalemin el-fatiha